Türkiye gündemi “bal yapmaz arı” sıkıcılığında ama takip ediyoruz.
Koca koca hatta “okumuş, statü edinmiş” insanların tartışmaları, insanı hayretler içinde bırakıyor!
İnsan, yaşamın tünelinde ilerlerken, tarih, sosyal olaylar ve siyaset hakkındaki bilgi ve deneyimlerinin yanlışlığı ortaya çıkabiliyor..
Bildiği ve yanıt bulduğunu sandığı olaylar, gün geliyor bambaşka şekilde gündeme gelebiliyor, bilinenlere kuşku düşüyor.
Bu noktada karar vermenin en iyi yolu, aklın, sezgilerin, edinilen bilgilerin terazisine başvurulmalıdır. İnsan aklı bu durumlarda harekete geçmezse ne için kullanılır?
Eski zamanlar neyse de, yakın siyasi tarih hakkında gerçeğe yakın bilgiler ve doğruların bir türlü kabullenilmemesi, yeni verilerle eskilerin bellekten silinmemesi veya toplum belleğine yerleşememesi, hatta yeni bilgilerin değerlendirilmemesi anlaşılır gibi değil!
Eskiden yerleşmiş kanılarda ısrar edilmesi, ancak Türkiye ve KKTC gibi “oynak, pseudo” demokrasilerde olabilir.
Okumuş, aydın sayılan, siyasette yer alan, gazetecilik yapan veya topluma söz söyleyen kişilerin, yakın tarihi doğru okuyamamaları kabul edilebilir değildir. Yanılmışlarsa ve “pardon” demeyip kalıplaşmış inanç ısrarla sürdürüyorlarsa, o tavırlarda kötü niyet ve taraf tutmaktan söz edilebilir.
Yıllar sonra, ortaya dökülen yeni gerçekleri umursamadan, yanlış bilgi ve yorumda ısrar etmek, kişilerin ve temsil ettikleri toplumun “iflah olmazlığı”nı simgelemektedir.
******
Örnek verecek olursak, 1968 öğrenci olayları ve aktörleri, aradan 44 yıl geçtikten sonra, o günleri yaşayan aydınlar tarafından tartışılırken, hala yarım asır önceki fikirler tekrarlanıyor, analiz yapma gereği duyulmuyor, ortaya çıkan yeni bulgu ve düşünceler dikkate alınmıyor.
Zaman içinde, geçmişte bilmediğimiz pek çok şey ortaya çıkabiliyor. O dönemlerde konuşmayanlar konuşabiliyor. Eskiden “kahraman” saydıklarımızın çizgisi değişebiliyor, beklenmiyen ilişkilere girebiliyorlar.
Bir arkadaşımız, 68 kuşağı ve olaylarında ön sırada yer alan bazı kişilerin yıllar içinde sağ partiler ve kurumlarda yer aldığını bulup çıkardı.
Aynı araştırmada, hareketin komitesinde bulunan çoğu kişilerin “kronik öğrenci” oldukları ve o yıl okuldan atılacakları ortaya çıktı.
68 kuşağı, üniversitelerde daha demokratik haklar edinmek için yola çıkmışlardı, saf ve temiz devrimci kişilerdi. Ancak, Türkiye’deki istihbarat ve derin devlet bu grubun içine kendi adamlarını soktu ve hareket bambaşka bir seyir aldı, Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi.
Bu gerçekler ortaya çıkıyor ama çoğu insan eski bildiklerinde ısrar ediyor.
Ocak 1993 yılında bir suikaste kurban giden Uğur Mumcu’yu kimlerin öldürebileceği zaman zaman gündeme geliyor..Ta baştan onu “radikal islamcıların” öldürdüğü dikte edildi ama bu kişi veya örgütler bulunup yargılanamadı.
Cenaze törenine 500 bin kişinin katılması ve onun görüş ve siyasetine taban tabana zıt insan ve grupların taraftar kesilmesi kuşku uyandıracak durumdu.
Yaşam bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Bunu kimse engelleyemez. Nitekim çok sürmeden bazı yeni bulgular ortaya çıkmıştı. Onu “devletin derin güçlerinin” öldürmüş olabileceği satır aralarında hatta bazı bakanlar tarafından dile getirildi.
Ailesi tarafından o dönemlerde yapılan açıklamalar da bu kuşkuları ortaya seriyordu.
Ama hiç kimse gerçeği bilse de açıklayamadı...Cinayete, eski kilişelerle yanıt aradılar.
Uğur Mumcu’nun desteklediği siyasi partiler (CHP,SHP), yıllarını verdiği Cumhuriyet gazetesi de olayın üstüne gitmedi. Yutkunup kaldılar.
Devlet ve Mumcu’nun desteklediği CHP, eş Güldal Mumcu’ya milletvekilliği ve Meclis başkan yardımcılığı hediye etti. O da bu ikramı kabul etti.
Gelin görün ki, 30 yıl sonra Güldal hanım bu konu ile ilgili bilgi, kuşku ve serzenişlerini “İçimden Geçen Zaman” isimli bir kitaba döktü. Eşinin, devlet içinde örgütlenmiş bir örgüt tarafından öldürülmüş olabileceğini yazdı. Birçok faili meçhul cinayetten sorumlu ve aranıp bulunamayan Yeşil isimli kişinin o günlerde kendisini ziyarete geldiğini açıkladı. Dönemin askeri savcısının “Eşinizi devlet öldürdü” dediğini ifşa etti.
Kitapta yer alan yeni görüşlere en şiddetle karşı çıkan, Uğur Mumcu’nun erkek kardeşidir. Güldal hanım ve ailenin bu cinayet konusunda avukatlığını yapmış olan bu kişinin, yeni bulguları ört-bas etmeye çalışması ve yıllar içinde girdiği ilişkiler, Uğur Mumcu’nun kan uyuşmazlığı olduğunu sandığımız Demirel ve başka mihraklarla içli dışlılığı ortaya serildi. Gerçeği örtme pahasına Güldal hanım ile ilişkilerini koparmayı tercih eder izlenimi veriyor.
Güldal hanım kitabında pek çok şeyi gün ışığına çıkardı gibi ama bunu bilinçli bir tavır örneği olarak mı yaptı, bundan böyle eski düşüncelerini terkedecek mi sorusuna “evet” demek oldukça güç görünüyor.