Ne kadar çok sanat, o kadar direniş

Cenk Mutluyakalı

Sanat, hayatı yeniden anlamlandıran bir yaratıcılık.
“Bienal Lefkoşa” odağında pek çok değerlendirme, eleştiri, analiz okudum.
Ülkenin karanlığı, kısır döngüsü ve bitmeyen yozlaşması içinde; nitelikli bir tartışma ortamının bile insanı ferahlatan, nefes aldıran bir tarafı var.

“Bienal Lefkoşa” etrafında oluşan tartışmalar, ülkenin sıkışmış gündeminde nadir rastladığımız nitelikte bir düşünsel yoğunluk yarattı.
Bu tartışmaların bir sonraki organizasyon için yol gösterge ve geliştirici olacağına inanıyorum.

***
Lefkoşa Surlariçi’ndeki mekânlar gerçekten büyüleyici. Birine ilk kez gittim: Tanzimat No: 54.
Umarım bu bina kalıcı bir sanat atölyesine dönüşür; o özel mimarisi, samimi iç avlusu ve bahçesiyle yeni eserlerin üretildiği yaratıcı bir buluşma alanı olur.

Brezilya’dan, Avustralya’dan, Venezuela ve İtalya’dan tasarımcıların işlerini izledim binaya girer girmez… Ancak ziyaretimin asıl nedeni, üç genç sanatçı Nihal Soğancı, Ceren Emmioğlu ve Ahmad Sultan'ın ortak çalışmasıydı.



Üç genç sanatçının “Görmenin Eşiği” başlıklı yerleştirmesi, çağdaş sanatın temel dertlerinden birine temas ediyor: Şiddetin görünmezliği.
Çoğu zaman seyirci kaldığımız, baktığımız ama görmediğimiz şiddeti sorguluyor üç sanatçı… 
Yakınımızda, uzağımızda, meydanda, ekranda, telefonda… Bir parmak dokunuşuyla gelip geçen görüntüler; kanıksadığımız bir şiddet sarmalı…

Aynı sergi alanında bir enstalasyon daha çarpıyor gözüme: “İktidarın Vicdan Mezarlığı.”
Sedefnur Merve Özbek, Türkiye’deki sokak köpekleri tartışmasından yola çıkıyor.
Bir odanın içinde tasmalar, zincirler ve siyah çöp poşetleri… Çöp poşetleri yalnızca bir nesne değil; yok sayılan, değersizleştirilen canlılar...
“Merhamet yalnızca acıma değil; harekete geçme, koruma ve saygı gösterme dürtüsüdür” diyor sanatçı.
***
Sonra Bedesten… Ve yılların sanatçısı, Kıbrıslı ressam İnci Kansu.
Turistlere sabırla anlatıyor “Kızıl Cazibe”nin ada için nasıl bir felakete dönüştüğünü… Sanatçıların sergi alanlarında olması özel bir ayrıcalık... 



Kağıtlardan bir “Bakır Madeni Tüneli” yaratmış İnci Kansu. Kıbrıs tarihinin en ağır izlerinden biri olan maden atıklarını, maden işçisinin öyküsünü, asırlık kirlenmişliği kâğıdı dokuyarak göstermiş. Toprağın bin yıllık iç çekişini hissediyorsunuz, tünele bakarken...
Bu sergi uluslararası dolaşıma da çıkmış.
Aylarca çalıştığını anlatıyor İnci Hanım; en çok da adamızdaki madencilik geçmişinin yeni kuşaklarca pek bilinmemesine üzülüyor. Ve hâlâ etkin bir çözüm üretilmemiş, yıllardır yer altında biriken kirliliğe…

***
Sanat bir düşünme yöntemi, bir sorgulama alanı… Ama en çok da bir direnme biçimi; duygunun, hakikatin, itirazın dili.
İnsan hayatı çoğu zaman direnmekle uyum sağlamak arasında gidip geliyor.
Ne kadar çok sanat varsa, o kadar direnç var aslında. Ne kadar çok sanat varsa, o kadar çok hafıza, o kadar çok itiraz, o kadar çok umut var…
İyi ki var.