Yorgos Kumullis/POLİTİS
(Çok değerli Kıbrıslırum araştırmacı-yazar Yorgos Kumullis, “Müzakerelerin başarısının önündeki en büyük engel milliyetçi söylemdir” diye yazıyor. POLİTİS gazetesinde 25 Ekim 2025’te yayımlanan yazısını Rumca’dan Türkçe’ye Dr. Bekir Azgın çevirerek kendi sosyal medya sayfasında paylaştı… Biz de teşekkürlerimizle bu değerli yazıyı iktibas ediyoruz… S.U.)
Erhürman'ın etkileyici seçim zaferi, aslında İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon (BTF) lehine bir referandumun oylanmasıydı. Kıbrıs'ın ağır siyasi kışında bir kırlangıcın ortaya çıkışı, ölçülü olsa da yeni bir dönemin habercisi olduğuna dair umut ve iyimserlik veriyor. Peki, ilkbahar gerçekten gelecek mi?
İKİ BÖLGELİ, İKİ TOPLUMLU FEDERASYON…
Kıbrıslı Türk lider, İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon’u desteklediğini defalarca açıkladı ve bazı müzakere koşulları öne sürdü. Nikos Hristodulidis de BTF'den yana. Siyasi sahnedeki ironi şu ki, Cumhurbaşkanı İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon’u desteklerken, onu destekleyen partiler federasyon karşıtıdır. İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon’u destekleyen partiler (AKEL ve DİSİ), kendi ifadelerine göre muhalefeti oluşturuyorlar! Bazıları için bu muammanın açıklaması, Cumhurbaşkanı'nın İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon’u benimsememesi ve dolayısıyla Erhürman ile yapılacak herhangi bir müzakerenin, en başından, başarısızlığa mahkûm olduğudur. Umarım durum böyle değildir.
“ÇÖZÜM UMUTLARINI ÖLDÜREN İKİ ETKEN…”
Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunması yönündeki zayıf olan umutları öldüren iki etken vardır. İlk etken ve belki de Hristodulidis ile Erhürman arasındaki müzakerelerin başarısının önündeki en büyük engel, elbette şayet müzakereler yer alacaklarsa, Başpiskopos, ELAM ve diğer "milliyetçiler" tarafından dile getirilen milliyetçi söylemdir. Erhürman'ın seçim zaferinin ardından Başpiskopos'un yaptığı açıklama dikkat çekicidir: "Yerleşimcilerin kimi seçtiği bizim için önemli değil. Kim seçilirse seçilsin bizim için yok hükmündedir." Başpiskopos Yorgos'un bu açıklaması, Kıbrıs Rum halkının büyük bir kısmının, Kıbrıs’ın tümünü Kıbrıslı Türk vatandaşlarıyla iktidarı paylaşmak yerine, uzun vadede mümkün olmasa da, yarısının tamamen Helen olmasını tercih ettiğini yansıtıyor. Hepsi de Kıbrıs'ın bölünmesi olan bir hedefi paylaştıkları Tatar'ın seçimleri tekrar kazanamamış olmasından dolayı hayal kırıklığına uğramış olmalıdırlar. Bu kesimin Kıbrıs'ın iki toplumlu bir devlet olduğunu kabul etmediği besbelli ortadadır.
“KIBRISLI TÜRKLERİ BİR AZINLIK OLARAK GÖRÜYORLAR…”
Kıbrıslı Türkleri bir toplum gibi değil, bir azınlık olarak görüyorlar ve elbette siyasi eşitliği reddediyorlar. Dönem dönem, törensel mahiyette olsa bile, bir Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı, ve Kıbrıslı Türk bakanlarımız olabileceği fikrinden dehşete kapılıyorlar. Medyanın bu kesimin elemanları tarafından kontrol edildiği düşünüldüğünde, bir referandum yapıldığı zaman İki Bölgeli İki Toplumlu Federasyon’un nasıl geçebileceğini sorgulamak gerekir. Varlığımızı sürdürebilmek için bir diğer tehlike de, iki devletli çözümden yana olanların kendilerini gerçek Helenler ve keskin liderler olarak görüyor olmalarıdır. "Kurtuluş"tan bahsettiklerinde, Türk birliklerinin savaş yoluyla sınır dışı edilmesini kastediyorlar. Milli Muhafız Ordusu'nu güçlendirerek, hava kuvvetlerimiz ve donanmamız olmamasına rağmen zaferle sonuçlanacak bir harekâtın koşullarını yaratacaklarını iddia ediyorlar.
“YAKIN GEÇMİŞİN SİYASİ TARİHİ…”
Bizi karamsarlığa iten ikinci etmen, Kıbrıs'ın yakın geçmişinin siyasi tarihidir. Geçmişteki olayları anlamak, siyasi davranışlar ve toplumsal dinamikler kendini tekrarlama eğiliminde olduğundan, gelecekte neler olacağını kestirmemize yardımcı olur. Dolayısıyla, Talat, Akıncı (ve şimdi de Erhürman) olmak üzere üç Kıbrıslı Türk liderin Kıbrıs'ın yeniden birleşmesini desteklemiş olduklarını ancak, ne yazık ki, Kıbrıs Rum tarafının bu çabaları baltaladığını görüyoruz. Kıbrıs Rum propagandası ise kamuoyunu yanıltmak için başarısızlıkları Türk uzlaşmazlığına bağlıyor.
“HRİSTOFYAS’IN REDDİ…”
Hristofyas başlangıçta Talat ile müzakerelerde bulundu ve bu çabalar sonucunda bir dizi anlaşmaya varıldı. Talat, Hristofyas'ı anlaşmaları ortak bir bildiride kayda geçirmeye davet etti, ancak Hristofyas muhalefetin baskısı altında bu teklifi reddetti. Yer darlığı nedeniyle tüm anlaşmalara değinemiyorum. Ancak, tüm Kıbrıslıların, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin adanın herhangi bir yerine yerleşme, mülk satın alma, ikamet etme ve ticari faaliyette bulunma hakkının ilk kez engellenmediğini vurgulamak istiyorum. İster Kıbrıslı Rum ister Kıbrıslı Türk olsun, bir Kıbrıs vatandaşı isterse Kıbrıs'ın herhangi bir yerine taşınabilecekti, aynı zamanda Kıbrıs'ın herhangi bir yerinde ikamet edebilecekti, çalışabilecekti, meslek sahibi olabilecekti, iş kurup işletebilecekti ve herhangi bir ekonomik faaliyette bulunabilecekti.
“ANASTASİADİS’İN BAHANELERİ…”
Mont Pélerin'deki Akıncı, Türkiye'nin tutumuna tamamen meydan okuyarak, daha önce Kıbrıslı Türklerin %35 talep ettiği topraklarda %29,2 talep ederek herkesi şaşırtmıştı. Bizim tarafımız %28,2 verilmesini talep etti, yani aradaki fark çok kolay kapatılabilecek %1'di. Anlaşmayı önlemek için Anastasiadis, A. Kiprianu'nun kendisini istişarelere davet ettiğini bahane ederek Kıbrıs'a geri döndü.
Crans Montana'da tarihi bir fırsatın kaçırıldığına dair inanç, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından dile getirildi. Anastasiadis, toplantı masasını devirip İsviçre tatil beldesinden ayrılan ilk kişi oldu. BM Genel Sekreteri, raporunda bir sonuca varılamamasının sorumluluğunu Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk olmak üzere iki tarafa atarken, Türkiye'yi yapıcı tutumundan ötürü övüyor. Guterres, aslında, Crans Montana'da yaşananlara dair anlatısı hiçbir şekilde benimsenmeyen Anastasiadis'i açıkta bırakıyor ve onu teşhir ediyor.
“GUTERRES ÇERÇEVESİ DE UZLAŞMAZLIKLA KARŞILANDI…”
Son olarak, 2018'de Akıncı, belki de sonrasında neler olacağını öngördüğü için, Anastasiadis'e Guterres Çerçevesi'ni stratejik bir anlaşma olarak kabul etmesi için adeta yalvardı. Bu çaba da yine Kıbrıslı Rumların uzlaşmazlığıyla karşılandı.
“KARAMSAR BİR TABLO ORTAYA ÇIKIYOR…”
Özet olarak diyebiliriz ki, bir önceki cumhurbaşkanlarının sicilini inceleyerek, Kıbrıs sorununa çözüm bulma olasılığının ne kadar zayıf olduğu konusunda dersler çıkarabiliriz. Bu durum, Başpiskopos ve yardımcılarının Kıbrıs toplumuna şovenizm ve milliyetçilik aşılamaları bir araya gelince, Kıbrıs sorununa mutlu bir son yerine karamsar bir tablo ortaya çıkarıyor.
(POLİTİS gazetesinde 25.10.2025 tarihinde yayımlanan Yorgos Kumullis’in yazısı, Dr. Bekir Azgın tarafından Türkçeleştirilerek sosyal medyada paylaşıldı…)
Tufan Erhürman, geçtiğimiz günlerde BM'nin yeni Kıbrıs Temsilcisi Diagne ile görüşürken... Foto BRTK
*** BASINDAN GÜNCEL…
“İç savaş, toplu katliam iddiaları: Sudan'da neler oluyor?”
Marco Oriunto, Efrem Gebreab ve Kaine Pieri/BBC
Paramiliter grup Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (RSF) Sudan'ın kilit kenti Faşir'i hükümet güçlerinden almasının ardından kentte insani bir felaket yaşanmasından korkuluyor.
Birleşmiş Milletler (BM) kentte "yargısız infazlar"ın yaşandığına dair güvenilir bilgiler geldiğini söylüyor.
Yale Üniversitesi İnsani Yardım Araştırma Laboratuarı da "toplu halde infaz edilen ceset yığınlarına" ilişkin uydu görüntülerini gündeme getirdi.
Toplu katliamların yanı sıra, 18 aydır RSF tarafından kuşatma altında tutulması nedeniyle şehirde mahsur kalan yüz binlerce sivil uzun süredir açlık krizi yaşıyor.
RSF daha önce sivilleri öldürdüğü ve Arap olmayan etnik grupları hedef aldığı yönündeki suçlamaları reddetmişti, ancak paramiliter grubun "Hemedti" adıyla da bilinen lideri General Muhammed Hamdan Dagalo, Faşir'in ele geçirilmesi sırasında askerlerinin işlediği ihlallerle ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı.
Darfur bölgesindeki Faşir'in RSF kontrolüne geçmesi, Sudan'da Nisan 2023'ten bu yana on binlerce kişinin ölümüne ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olan iç savaşta önemli bir dönüm noktası olabilir.
Bu, RSF'nin Darfur'da ordunun son kalesini de kontrol altına aldığı anlamına geliyor.
Kuşatmanın başlamasından bu yana şehir içinde 130 bini çocuk olmak üzere 250 bin sivilin yardımlardan mahrum kaldığı tahmin ediliyor.
Uydu görüntüleri, kaçmaya çalışan insanların hastanelerde ve şehri çevreleyen toprak duvarların yakınında toplu katliamlara maruz kaldığını gösteriyor.
Siviller aç ve mahsur kalmış durumda
RSF'nin Faşir'i ele geçirdiği gün BBC News Arapça'ya konuşan ve güvenliği için ismini vermek istemeyen bir kent sakini şunları söyledi:
"Yiyecek hiçbir şeyimiz yok; yiyecek aramak için dışarı çıkmamızın imkanı da yok. Acil yardım ulaşmazsa, Faşir halkı daha fazla dayanamayabilir."
BM'nin çocuk ajansı UNICEF, Faşir'in çocuklar için "yetersiz beslenme, hastalık ve şiddetin her gün can kaybına mal olduğu bir merkez" haline geldiği uyarısında bulundu.
Kurumun İcra Direktörü Catherine Russell, "Yıkıcı bir trajediye tanık oluyoruz; UNICEF'in hayat kurtaran beslenme hizmetleri engellenirken Faşir'deki çocuklar açlıktan ölüyor" dedi.
UNICEF, çatışmaların başlangıcından bu yana en az 600 bin kişinin Faşir ve çevresindeki kamplarda yerinden edildiğini söylüyor.
Yiyecek kıt ve fiyatlar çok yükseldi.
Uluslararası yardım örgütleri "açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmasını" kınadı.
Mısır ve darı fiyatlarının şu anda 300 bin ila 350 bin Sudan Lirası arasında seyrettiği bildiriliyor ve daha önce hayvan yemine bel bağlayan kentte sağlık sektöründe çalışan bir sakin, artık bunun "trajik bir şekilde lüks olarak görüldüğünü" söylüyor.
"Yaraları tedavi edecek ilaç da bulamıyoruz, gazlı bez yok, yaraları kapatmak için cibinlik kullanmak zorunda kalıyoruz."
Sudan son yılların en kötü kolera salgınını da yaşıyor.
UNICEF'in bildirdiğine göre, Temmuz 2024'ten bu yana 96 binden fazla şüpheli vaka ve 2.400 can kaybı bildirildi.
Bölgesel kontrol
Şehir için verilen mücadele, 2023 yılında iki taraf arasında patlak veren daha geniş çaplı iç savaşın parçası.
General Abdülfettah el-Burhan'ın liderliğindeki Sudan ordusu ülkenin kuzey ve doğusunun büyük bölümünü kontrol ediyor.
Kızıldeniz kıyısındaki Sudan Limanı'nı fiili karargâhı ve BM tarafından tanınan hükümetinin merkezi haline getirdi.
Dagalo liderliğindeki RSF, Darfur'un neredeyse tamamı ve komşu Kordofan'ın büyük bölümü de dahil olmak üzere Sudan'ın batısının büyük kısmını kontrol ediyor.
Sudanlı siyasi analist Dallia Abdelmoniem BBC'ye yaptığı açıklamada, Faşir'in "Darfur'da ulusal ordunun kontrolü altındaki son şehir" olduğunu söyledi.
Abdelmoniem "[RSF] bağımsızlık ilan edebilir ya da bölünme için bastırabilir" dedi.
Etnik gerilim
Faşir kenti, on yıllardır ülkeyi parçalamakla tehdit eden etnik gerilimlerin merkezinde yer alıyor.
Darfur; Fur, Zaghawa ve Masalit gibi büyük Afrika topluluklarına ev sahipliği yapıyor.
Bunların birçoğu Sudan hükümetinin Arap olmayan nüfusa karşı ayrımcı politikalar yürüttüğünü savunuyor ve bunlara karşı çıkıyor.
Etnik gerilim, 2003 yılında Afrikalı topluluklara karşı hükümet öncülüğündeki bir şiddet kampanyasını tetikledi.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudanlı liderleri ve hükümet destekli bir Arap milis gücü olan Cancavid'i diğer suçların yanı sıra etnik temizlik, işkence ve savaş suçlarıyla itham etti.
2013 yılına gelindiğinde Cancavid'in adı Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) olarak değiştirildi. Şimdi, Darfur'un tamamını kontrol altına almaya çalışıyorlar.
Abdelmoniem, "Faşir nüfusunun çoğunluğu Afrikalı kabilelerden oluşurken, RSF çoğunlukla Sudanlı Arap kabileler ve paralı askerlerden oluşuyor" diyor.
"Daha fazla şiddete başvurabilirler. RSF'nin geçmişi bunu yapmaktan korkmayacaklarını gösteriyor."
Sudan'da devam eden çatışmalar her iki tarafın da vahşetini sergiliyor.
Ocak 2025'te Çad sınırındaki Sudan mülteci kampına yaptığı bir ziyarette, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy "hayatında duyduğu ve gördüğü en korkunç şeylerden bazılarını" öğrendiğini söyledi.
"Hayatlarını kurtarmak için kaçan kadınlar ve çocuklar - katliam, sakatlama, yakma, kendilerine ve çocuklarına yönelik cinsel şiddet hikayelerini anlatıyorlar. Ve tüm bunların arasında kıtlık, açlık; durum inanılmaz kötü."
Altın ve savaş
Faşir'in kontrolü için verilen mücadele aynı zamanda değerli kaynaklar için verilen bir mücadele.
BBC muhabiri Mohanad Hashim, "Darfur'un madencilik potansiyeli muazzam" diyor.
"Petrol, uranyum ve yeraltı suyu var ama bu çatışmanın asıl itici gücü altın."
BM uzmanları, Sudan'la ilgili raporlarında altın madenciliğinin çatışmanın "birincil finansman kaynağı" olduğunu belirtti.
Faşir üzerinden Kuzey Darfur'u kontrol etmek Libya ve Çad gibi komşu ülkelere sınırsız erişim imkanı sunuyor.
Bu, bu değerli finansman kaynağının ülkeden çıkışı ve savaşa devam etmek için gereken silahların ülkeye girişi için bir kapı açmak anlamına geliyor.
ABD Hazine Bakanlığı belgelerine göre RSF lideri Muhammed Hamdan Dagalo, Darfur'da kârlı bir altın madenini kontrol ediyor ve Ocak ayında ABD Dışişleri Bakanlığı RSF liderini soykırım yapmakla suçlamış ve kendisine yaptırım uygulamıştı.
Mart ayında Sudan ordusu Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) götürerek BAE'nin RSF'ye verdiği askeri, mali ve siyasi destekle Batı Darfur'daki "soykırımın suç ortağı" olduğunu iddia etti.
Buna karşılık BAE, Sudan'ın iddialarını şiddetle reddetti, davayı "reklam kampanyası" olarak nitelendirdi ve derhal görevden alınmasını isteyeceğini söyledi.
Darfur'a yönelik silah ambargosunu izleyen BM uzmanları daha önce BAE'nin Çad üzerinden RSF'ye silah gönderdiği yönündeki suçlamaları inandırıcı olarak nitelendirmişti.
(BBC - Marco Oriunto, Efrem Gebreab ve Kaine Pieri – 30.10.2025)