MUTLULUK POTANSİYELİ

Neşe Yaşın

Yaşanan bazı tatsız durumlar için bir yöntem geliştirdim son sıralarda. Komik hikayelere dönüştürüyorum onları. Yakınmak, yaşananı trajikleştirmek yerine dalgamı geçiyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse iyi geliyor. Hayat onu neye tercüme edersen öyle kimi zaman. Çok vahim, çok trajik durumlardan söz etmiyorum. Hayatı zorlaştıran bazı aksilikleri tiye alabilir, zaten ağır bir duruma biraz neşe katabilirsin.

Uzun yolculuklardan New York’a döndüm bu hafta. New York yeni yeni sevmeye başladığım bir şehir. Belki de izlediğim filmlerin etkisinden hep ürkütürdü beni eskiden. Şimdilerde daha iyi kavrıyorum belki şehri ve uyum kuruyorum ruhumda. Yabancılık duygusunu atmak ne güzeldir bir insana, bir şehre karşı. Bir mesafe öteden başka biridir her insan. Bana itici gelen pek çok insanı tanıdıkça sevmişimdir. Şehirler için de geçerli bu.

Birilerine gülümsersen çok büyük bir olasılıkla sana geri döner o gülümseyiş. Dönmese de olur. Sen gülümseyerek iletişim kurmuşsundur en azından. Karşılığında bir asık surat almışsan bile bu seninle ilgili değildir. Karşıdakinin kendi kişisel sorunlarının yansımasıdır asık surat.

Şöyle bir oyun kurabiliriz. Yaşanan tatsız bir durumu eğlenceli bir hikâye yapma oyunu… Hayat zaten ağır, yorumlarımızla onu daha da ağırlaştırıyoruz kimi zaman.

Başkalarının bizden farklı düşünmesi, bizden farklı hayat algılarına sahip olması neden üzücü ya da trajik olsun. Sonuçta bir gerçeklik bu. Onları ikna edip yanımıza çekme şansımız bazen mümkün değil. Ben bir antropolog, bir sosyolog, bir psikolog bakışı geliştiririm böylesi durumlarda. Üstüme alınmak, öfke ve kedere kapılmak yerine analizini yaparım bunun. Her insanın farklı bir serüveni, farklı kırılganlık noktaları var. Kişisel almazsan durumu, bir roman kahramanı gibi bakarsan karşındakine, yaralanmazsın belki o zaman.

En önemlisi kendine dair algısı insanın. Kendin olmak nasıl da zor bir şey. Kendini bilmek hiç de kolay değil çünkü kendin bildiğin şey statik, durağan bir varoluş değil. Hem bedensel hem de ruhsal olarak sürekli bir değişim içinde insan. Bir zamanlar bebektin, sonra çocuk, sonra genç, ergen oldun, orta yaşa ilerledin, orta yaştan yaşlılığa doğru gideceksin mesela. Fiziksel değişimini fotoğraflardan izleyebilirsin. Ruhun ise görünmez olan kısım. Belki bir orta yaşlı olarak ruhunda bir çocuk oynuyor hala. Pek çok kadın fiziksel değişimlerine rağmen içlerinde gençliklerinde oldukları prensesin ruhunu taşıyor. Oysa artık o başları çevirten genç kadından görünmez hale gelmiş bir orta yaşlı kadına dönüşmüşler. Bu ağır, taşınması zor bir ruhsal durum çoğu zaman. Ruhla bedenin armonisini sağlayacak öğretiler gerek insanlığa.

Böylesi trajik durumlardan kaçmanın bir yolu hayatının merkezine kendini koymamak, dikkatini ve enerjini başkalarına, hayata bir katkı koymaya yöneltmek. Dünya için, insanlık için bir şeyler yapmanın vereceği mutluluğa paha biçilmez. Ama insanız sonuçta ve bazı çöküş anları var hepimizin, aynanın karşısında bir sorgulama anı var. Kırılganlıklarımızın devreye girdiği geçip giden hayat karşısında ürpertiyle hayatımızı sorguladığımız anlar var. Çocukluk travmalarınızın kuşatması altında bir hayıflanma haline sürüklenmemiz içten bile değil.

Başkalarının serüveni bizden farklı mıdır peki? Kimileri ağzında altın kaşıkla doğmuş olabilir ama dünya nüfusunun küçük bir yüzdelik dilimine dahil olanlardır genelde onlar.

En önemlisi bir farkındalık hali belki de. Kim olduğunu, nerede durduğunu ve nereye yol aldığını kestirebilmek. Gerçekleşmemiş potansiyellerimiz acı verir bize. Hatalar, pişmanlıklar, utanç anlarıyla doludur hayat. Böylesi berbat bir dünyada ayakta kalıp direnmek de büyük bir başarıdır ama. Bu kadar kalabalık bir dünyada bizi anlayıp acılarımıza şefkatini verecek birileri vardır mutlaka. Eğer sadece almak arayışındaysak mümkün değildir ama bu. Biz ne verebiliriz başkalarına ve dünyaya? En azından bir tutam sevgi, içten bir gülümseyiş belki… Kara kaderimiz için yakınacağımıza gelecekteki mutluluk potansiyelini gerçekleştirmek için harekete geçebiliriz belki.