Mülk Sadece Mülk Değildir

Niyazi Kızılyürek

Gaile dergisine 2013-2014 arasında yazdığım “Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık” başlıklı uzun yazı dizisinde Kıbrıs’ın kuzeyinden kovulup göçmen olan Kıbrıslı Rumlarla ilk kez karşı karşıya geldiğimde neler hissedip düşündüğümü yazmıştım. Çok sevdikleri köylerinden, şehirlerinden ayrı düşerek göçmen olan Kıbrıslı Rumların ağır bir melankoliye kapıldığını, köklerinden sökülüp adanın güneyine savrulmalarını derin bir hüzün içinde yaşadıklarını, doğup büyüdükleri yerleri yıllar geçmiş olmasına karşın unutamadıklarını ve buraları sık sık rüyalarında gördüklerini anlatmıştım.

Güney Kıbrıs’ta tanıdığım pek çok kuzey göçmeni, köylerine karşı büyük bir özlem besliyordu. Meyhanelerde kurdukları sohbetlerde sözü dolaştırıp terk ettikleri köylerine getirir, durmadan çocukluk ve gençlik anılarını anlatırlardı. En küçük ayrıntısına kadar hatırladıkları anılarını bıkmadan usanmadan yeniden hikaye ederlerdi.
İlk başlarda bu durumu yadırgadığımı anımsıyorum. Bu insanların “geçmişte kaldıklarını” düşünüyor, söylediklerini ilginç bulmuyordum. Günün sonunda, ben de göçmen biriydim ve benim de “kovulduğum” bir köyüm vardı ama orası aklıma çok az geliyordu. Oysa Kıbrıslı Rumlar sürekli olarak terk etmek zorunda kaldıkları yerlerden bahsediyorlardı.

Bu duygu dünyasını anlamakta epeyce zorlandım. Sonunda biraz anlar gibi oldum. Kıbrıslı Rumların yaşadığı duygular Kıbrıs’ın kuzeyinde bıraktıkları maddi değerlerle ilgili olmadığı gibi, yaşam yorgunu insanlarda görülen cinsten bir nostalji de değildi. Göçmenlerin çoğu şimdi çok daha varlıklı kimselerdi. Fakat çılgın bir Yunanlı diktatör ile birkaç EOKA B üyesinin maceraperest girişimini fırsat bilen Türkiye’nin adayı bölmesiyle uğradıkları kayıplarla baş edemiyorlardı. Hazırlıksız yakalandıkları savaş bir bıçak gibi hayatlarını ikiye bölmüştü. Çocukluk yılları ve ilk gençlikleri bir yana, şimdiki hayatları bambaşka bir yana savrulmuştu. Baş edemedikleri tam da buydu. Kayıp ve birdenbire gelen ve yaşamlarını ikiye bölen savaşın yol açtığı parçalanmışlık duygusuydu. Hüzünlü yüzlerinde derin bir parçalanmışlığın izleri vardı. Sık sık yaptıkları “anı yolculuğunda” aslında dağılan parçalarını toplamaya çalışıyorlardı. Anılarına bağlanınca koparılan kökleriyle bütünleşiyor, kendilerini bütün hissediyorlardı.

Meletis Apostolidis yukarıda sözünü ettiğim Kıbrıslı Rumlardan biridir ve ilginç bir biçimde, yayımladığı şiir kitabına “Bütünlenme Meselesidir Bu” başlığını koymuştur. Lapta göçmeni olan yazar, darbe, savaş ve yerinden edilmeyi konu alan şiirleriyle içindeki yarayı dile getirerek, aslında arınarak, parçalarını toplamaya ve bütünlenmeye çalışıyor. 1974’ten sonra her Temmuz’da acısı depreşen, hüznü çoğalan Apostolidis, nihayet 2011 yılında kalemi eline alıp şiir yazmakla bir bakıma içindeki acıyı silmeyi ve geçmişin ağır yükünden kurtulmayı denedi. Buna bir tür yas tutma ve arınma pratiği de diyebiliriz.

Mesleği mimarlık olan Apostolidis’in şiirlerinin çoğu hayatının çok önemli bir kesitini, 1974 yazında yaşadıklarını konu alıyor. Yazar, “otobiyografik şiir” yoluyla deneyimlerini dışa vuruyor ve paylaşıma açıyor.
Heterotopia Yayınları benim çevirimle kitabı bu günlerde Türkçe olarak piyasaya sürüyor. Toplumların “bellek değiş tokuşu” yapmaları, “ötekinin hakikatleri” ile empati kurmaları çok önemlidir. Bu bağlamda, Kıbrıslı Türklerin bir Kıbrıslı Rum’un 1974 yazını nasıl yaşadığını, evinden yerinden edilmesinin onda nasıl bir duygu dünyası yarattığını öğrenmeleri, özellikle de mülkiyet meselesinin konuşulduğu bugünlerde ayrı bir öneme sahiptir.

Söz konusu Meletis Apostolidis olunca, bu daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü Apostolidis Kıbrıs Türk toplumunda sadece “Apostolidis-Orams Davası” ile bilinmektedir. Hani şu Lapta’da arsasına ev yapan İngiliz aile Oramslar’a dava açan ve davayı kazanan kişi... Fakat Meletis Apostolidis sadece mülk peşinde koşan biri değildir. Çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının, yitirdiği yurt duygusunun peşine düşmüş biridir. Oramslar’a açtığı dava da, kitabında topladığı şiirler de, bu bitmek tükenmek bilmeyen sisifosvari arayışın bir sonucudur. Oramslar’ı kendi arsasında görünce yaşadığı acı, onlarla diyalog kurunca daha da ağırlaştı ve uğradığı haksızlık karşısında adalete sığınmaya karar verdi. Bu acı deneyimden çıkan şiiri okurken mülkün sadece mülk olmadığını daha iyi anlıyoruz:

“BU EV BENİMDİR”
dedin
yüzüme hiç bakmadan

“Bu topraklar benimdir
“atalarımın atalarından kalmadır” dedim
gözünün içine bakarak.

Sana komik geldi
ve güldün.

“Eski çamlar bardak oldu” diyerek devam ettin.
hiç aldırmadan.

“İşte buradayım, geldim
annem bekliyor” dedim
(Yaşıyordu o zaman).

Aldırmadın.
Çiçekleri sulamaya devam ettin.
İş işten geçtikten sonra
kabul edecektin
risk aldığını.

Fakat çoktan dönmeye başlamıştı çarkı adaletin