Milliyetçiliğin Islak Sopası Geçiş Kapıları

Aysu Basri Akter

Kıbrıs sorununda son birkaç yıl içinde çözüm arayışından nasıl çatışmama noktasına gerilemişsek, ne yazık ki yeni kapılar açma çabasından, mevcutları kapatmama ya da çalıştırma noktasına geriledik.

Metehan’da sınır geçişlerindeki yoğunluk çok uzun zamandır gündemde.

İşkenceye dönen, saatleri bulan bekleme süresi, son günlerde Shengen ya da Amerika’nın vize serbestisi kararı öncesi yeni sistem düzenlemelerinden değil, geçişlerin her iki taraf için de sıradan vatandaş üzerinden tehdit ve işkence mekanizmasına dönmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Son günlerde Kıbrıslı Türklerden ek belge isteme ve bunun yarattığı yoğunluk sadece aslında temel sorunun küçük bir tezahürü. Zira bu sınır işkencesi çok önceden başlamış, 5 Kıbrıslı Rum’un Kuzey’de tutuklanmasıyla daha da büyümüştü.

Ancak sınır geçişlerinden sadece tek tarafı sorumlu tutmak sorunu görmezden gelmemize de neden olabiliyor.

Çünkü sınır geçişleri her iki tarafın resmi otoriteleri tarafından vatandaşlar üzerinde bir ceza sopası olarak kullanılıyor.

Geçişlerin başladığı 2003 yılından bu yana geçen 22 yıllık süre içinde toplam 5 kapı açıldı.

Bunlar arasında geçiş için gerekli olan seyrüsefer ve sigorta çıkarılabilecek tek adres Metehan sınır kapısı.

Bu kapı aynı zamanda başkentin tek araçlı geçiş kapısı.

Ancak buradaki yoğunluğun tek sebebinin geçişlerin yoğunlaşması ya da sigorta ve seyrüsefer işlemlerinin tek adresi olmasını göstermenin de yetersiz olduğunu düşünüyorum.

Bu geçişlere ek işlem kabinlerinin yerleşmesi, Güney sınırındaki tamamlanan üçüncü geçişin açılması, buradaki yoğunluğu tek başına çözmek için kısa vadede yeterli olabilecek bir yöntem.

Teknik komiteler çok kısa süre içinde hem yeni kapı konusuna hem de mevcutların etkinleştirilmesine yardımcı olabilir. Siyasi irade gösterilirse bütün sorunlar kısa süre içinde çözülebilir.

Uzun zamandır konuşulan Haspolat sınır kapısının açılması zaten orta ve uzun vadede Lefkoşa yoğunluğunu hafifletebilecek bir alternatif yaratacak.

Ancak bu teknik çabaların hayat bulmadığını, hayat bulması için hiçbir motivasyon unsurunun da kullanılmadığını görüyoruz.

Çünkü aslında her iki tarafın da resmi siyaseti, vatandaşına hizmet etmek önceliğini insan unsurunu önemsemeyi ön planda tutmuyor.

Bunun yerine despot bir anlayışla tehdit mekanizmasını çalıştırarak, “düşman” a geçecek olanların cezalandırılmasını sağlıyor. Bunu hakkı olarak görüyor.

Her iki taraftaki naif Kıbrıslılar ise, sadece geçebildiklerine şükrederek, her geçen gün artan bu işkenceyi sessiz bir şekilde normalleştiriyorlar.

Ve aslında üzerlerine yüklenen bir suçluluk duygusuyla, “o tarafta” aslında bulunmasının gerekmediği anlayışıyla susuyorlar.

Oysa seyahat özgürlüğü herkesin hakkı. Ve bu hakkın hiçbir şekilde gereklilik ağırlığı yok.

İster çalıştığınız, okula gittiğiniz ya da hasta olduğunuz için “zorunluluktan” geçin, isterseniz sadece tur atıp geri dönmek için “keyfine” sıraya girin.

Veya Güney’de daha ucuz bulduğunuz çok sevdiğiniz bir şeyi satın almak ya da Kuzey’de ucuz bulup beğendiğiniz birşeye sahip olmak için bekleyin sırada. Bu nedenlerin hiçbiri diğerinin üstünde değil.

Olmamalı!

Her iki tarafın verilerine kabaca bakıp yine kaba bir hesaplama yaptığımızda 2024 yılı en fazla geçişin yaşandığı yıl olarak kayıtlara geçmiş. Buna göre 2024 yılında sadece Metehan’dan karşılıklı olarak 2 milyon aracın geçiş yaptığı belirtiliyor. Kişi sayısı ise 4.5 milyon olarak veriliyor.

Buna göre günlük 5 binden fazla aracın geçiş potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu şüphesiz yüksek bir rakam.

Bu yapısıyla Metehan sınırının kaldırabileceği bir rakam olmaktan uzak.

Ancak işlemlerin pratikleştirilerek, ek destek sağlanıp aşılması son derece mümkün.

Ne var ki, böyle bir vizyon, istek, diplomasi çabası yok.

Biz geçmişte, Kuzey’de Citroen, Güney’de Coca Cola ışıklarına kadar uzanan kuyruklara da şahit olduk.

Gümrük kontrollerinde kişisel tüketim mallarının heder edildiği, çocukların ellerinden çikolatalarının alınarak çöpe atıldığı haberlerini de okuduk.

Dakikalar süren araç ve bagaj kontrollerini bekledik.

Her gerginlikte daha mutsuz uygulamalara şahitlik ettik.

Oysa Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında 2024 itibariyle ticaret hacmi 15 milyon euroyu geçmiş.

Kıbrıs Türk tarafının siyasi olarak oldukça yetersiz ve eksik bulduğunu her fırsatta ifade ettiği Yeşil Hat Tüzüğünün bu hali bile Kuzey ekonomisi için son derece anlamlı bir potansiyel. Karşılıklı ortak kazanımları artıracak, iki tarafa kazanç sağlayabilecek bir potansiyel.

O yüzden geçişleri sadece sistem değişikliği, iş yavaşlatma isteği “düşman”ın ayak sürümesi olarak görmenin ötesinde, her iki taraftan da Kıbrıslıların hem haklarını talep etmesi gereken hem de karşılıklı diplomasiyle bu tehdidin ortadan kaldırılması için siyaset üretilmesi gereken bir sorun olarak yaklaşmak gerekiyor.

Yani konu ne sistem değişikliği, ne ek belge talebi, ne de geçiş yoğunluğu.

Temel konu milliyetçiliğin her daim hazırda, suda bekleyen sopasının her iki tarafın da vatandaşlarına falaka olarak kullanması, bu sınır kapılarını.

Özellikle de Metehan’ı.