MİKRO İKTİDAR SAVAŞLARI

Neşe Yaşın

Entelektüel çevrelerde iyiliğin, naifliğin küçümsendiği, pek çoğunun kendi mikro iktidarı için mücadele verdiği bir dönem hatırlıyorum. Daha doğrusu buna tanık olduğum, kafamın karıştığı, içime bir yumru gibi oturan bazı tartışmaları. O dönemdeki okumalarım sırasında şöyle bir yoruma denk geldiğimi anımsıyorum: İyi olan aptallardır çünkü onların iyi olmaktan başka şansı yoktur. Kendilerini kabul ettirmek için iyiliğe ihtiyaçları vardır.

Belki de benim yaş olarak değilse bile ruh olarak çocukluktan yeni çıktığım, kendi yaralarımı nasıl iyileştireciğimi bilmeden oradan oraya savrulduğum bir dönemde olmamdı sorun. Kötülüğe övgü cümleleri işitirken afallıyordum. Kıran kırana bir yarış vardı. Yılın bir bölümünü İstanbul’da geçirdiğim zamanlardı. Politik, toplumsal darbeler almış kuşağım ya hapiste, ya bohem bir hayat içinde ya da yenilgiyi kabul etmiş sürünüyordu. Bir kısmı ise sisteme adapte olmuş refaha kavuşmaya çalışıyordu. Kıbrıs’ta iki savaş yaşamış ve ardından kendini bir politik şiddet ortamında bulmuş bir genç kadın olmanın ötesinde pek çok çocukluk travmasından mustariptim. Hayatım bir yenilgiler toplamıydı. Daha doğrusu geçmiş küçük zaferlerin kabuğuna sığınıp koruma altına alıyordum zaman zaman kendimi.  Her türlü çevreye girip çıkıyordum ve en az hırpalandığım yer politik, kültürel hiyerarşilerin bir alt basamaklarıydı. Oralarda zaman zaman bana bir hayranlık vardı. Hiçbir yerde sabitlenmiş değildim. Bir gezgindim kültürel hayatın katmanları içinde. Kimileri için bir düş kırıklığıydım. Kendim için de zaman zaman öyleydim aslında. Bazı parlak anlarımı düşünerek avuntu buluyordum.

Bazen bir tokat yiyordum hiyerarşinin üst basamaklarından. Birinden tokat yediğinde seni teselli edecek başka çevreler vardır her zaman. Bir gün aslında en çok iyiliğe ve masumiyete değer verdiğimi, kalbimin bana orayı gösterdiğini fark ettim. İyi olmaya çalışırken kötülük yapabiliyorsun ve ilk taşı atacak kimse yoktur; biliyordum bunu. İyilik ve masumiyetin yolundan sapmamaktı belki de yapılacak olan. Bir hırpalanmalar tarihiydi bunun sonucu. Öfkeyle kötülüğe savrulmak içten bile değildir hırpalanınca. Zaman zaman savrulsam da duramadım kötülükte.

Pek çok insanın kişisel tarihinde gizlidir günahları. Tarihin öylesi dönemleri vardır ki kendini koruması hiç de kolay olmamıştır iyiliği arayan insanın.

Sonuçta herkes kendi hayatından sorumlu. Karşılaştığı zorluklara rağmen kendini en iyi biçimde var eden insanlar tanıyorum. Ece Ayhan’dan söz ediyorduk ve İlhan Berk: “Ece’ye kötü diyorlar ama onun kötü olmaktan başka şansı yoktu ki” demişti. Ne kadar bilgece. Ezilip geçmemenin çaresinin kötülüğe savrulmak olması düşünülmesi gereken.

Bu konulara takılıp kalmamın, insan ilişkilerinin hayatımın ve yazılarımın önemli bir gündemi olması bir yandan aşırı kırılganlığım bir yandan da bunun hayatın en temel meselelerinden biri olduğuna inanmam. Gün geçmiyor ki bir arkadaşım bir kurum ve çevre içinde kendisine yapılan saygısızlık ve haksızlıktan söz etmesin. Pek çok politik, toplumsal problemin temelinde de adalet duygusundan yoksun insanlar var. Hayatın her alanında süren mikro iktidar savaşları, ötekinden korkunun kaynaklık ettiği nefret ve buna eşlik eden merhametsizlik söz konusu. En merhametsizler en büyük rol modelleri olarak en tepede duruyorlar.

Dünyanın daha iyi bir yer olmasını isteyenler öncelikle insan ilişkilerinden başlamalı buna. Yanlış iletişimle kırılan kalpler bir yana bu hakikat ötesi dönemde her türlü yalan ve iftiranın atış alanındayız.

Bir yanda yoksulluk, yoksunluk ve adaletsizlik diğer yanda bunlarla mücadele etmeye soyunanların kendi birimlerindeki mikro iktidar mücadeleleri... Kıskançlık, çekememezlik, vefasızlık, sevgisizlik diz boyu. Hayat beklemiyor. Veda eden pek çok insan ile çözümlenmemiş mesellerimiz içimizi burkuyor sonra.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil; bu mümkün de değil zaten. Herkes bir diğerine karşı adil olmaya, ortak bir birimi, şehri, ülkeyi ve gezegeni özenle paylaşmaya gayret edebilir ama.