MEKTUP 50

Eralp Adanır

Kaç yıl geçti neredeyse unuttum.

Ama mektuplarını sakladığım küçük sandıcığımı açınca anladım ki bayağı zaman geçmiş. Neredeyse içindeki yazılanlara ithafen taşacak durumda.

Hani insan birşeyler söylemek ister de hep içine atar sonra da “şiştim” der ya, işte öyle bir görüntüsü var mektup sandıcığımın.

Her mektubuna yazdığın tarih yerine onları bir sayı ile sıraladım. Neden yaptım bunu, düşünüyorum da; sanki yazdıklarını belli bir gün-ay-yıl içerisine hapsedip klişeleştirmek yerine daha bir akılda kalıcı uygulamayla “mektup” deyip sıraladım. Böylece her okuduğumda o mektup, o günün mektubu olabiliyor.

Biliyor musun (nerden bileceksin ki-gülüyorum) bu mektubun “50.” Sırada.

Tam 50 mektup göndermişsin bana benden sana bir mektup bile gönderilmez-gönderilemezken.

Bazan benimle oynuyor musun gibi düşünmedim desem yalan olur. Ama ben bunu bir oyun dahi olsa çok sevdiğimi belirtmek isterim.

Çünkü kim olduğunu ve hatta kadın mısın-erkek misin-çocuk musun, ne olduğunu bile bilmeden ve bu konuda (en azından ben öyle gördüm) bir açık vermesen de, yazdıkların sanki benim; yaşam-bilgi-düşünce-his dünyamın iz düşümleri gibi.

Her mektubunda gazeteci olsam manşete taşıyacağım özdeyişlerin, söylemlerin oluyor.

Belli ki okuyan, okumayı seven ve düşünce ile kelime haznenin okyanus kadar geniş ve derin olan birisin.

Kendimle bu kadar gevezelik yeter. Biri bu halimi görse “deli” diye tımarhaneye atar...

 

“Çıkarcı Aklı, Akıllılık gibi saymak, toplumların yozlaşmadaki en önemli göstergeleridir...”

 

Dedim ya, manşetlik lâfların var... okumaya devam...

 

“Çıkarcılık; mutlaka altında ezdiği birilerini yaratır. Çünkü paylaşımcılığın zıt kutubundadır. İnsan egosu ince bir ip üzerinde yürür. Aile-toplum görgüsünden önce saf çocuksu düşüncelerle önceleri paylaşmayı öğreniyoruz.

Bir oyuncaktan bir yemişe kadar uzanıp giderken bu paylaşım, ergenlik döneminden itibaren ya hep seninle birliktedir ya da ben merkezci yolda yürüyüp, kazanmak için herşey mübahtır anlayışıyla yaşamdaki yolunu çizmiş olursun.

Halbuki en sonunda herkesin gittiği yer belli değil mi?

İster kıyafetli ister kefenli, girdiğin çukur hepsinde aynı.

İnsan aklını çıkarcılığa çalıştıracağına neden iyiliğe, paylaşımcılığa ve topluma katkı sağlayacak şeyleri üretmek için harcamıyor?

Çünkü çıkar; ego dürtümüzün eyleme geçen silahıdır. Hırs ise çıkarcılığı besleyen bir atardamar gibidir.

Günün sonunda elinde kalan yine bir avuç topraktır.

İnsanoğlu her yaşadığı kötü-olumsuz-travmatik olay karşısında varoluşunu sorgular, yaşamın ne kadar bir anlık olduğunun farkına varır da, bunu görmesine rağmen bencil-egoist-hırsla yoluna yine devam eder.

Halbuki o bir anlık mesaj, kendine gelmenin mesajıdır.

Ve bu mesaj sadece iş yaşamınla alâkalı değil, sevdiğin insanla, ailenle de alâkalıdır.

Onlarla paylaşamadığın zaman, en büyük zaman kaybındır.

Onları yanında hissedememek, çok geniş bir aile gibi görünmesine rağmen aslında çok dar bir alanda olan gerçekliğini ne yazık ki acı çekmeden, yaşadıklarına şahit olmadan öğrenemiyorsun.

Halbuki herkesin ağzından çıkan “ölümlü dünya”nın pek de ölümlü olduğuna inanmıyor birçoğu.

Ateş düştüğü yeri yakana kadar...”