Mayıslar bizimdir…

Mert Özdağ

Hemen hemen 10 küsur gündür iki soruya cevap arıyoruz.

Birincisi Kıbrıs’ın kuzeyinde coronavirüs bitti mi?

İkincisi de hükümet bu konuda başarılı mı?

Cevabı herkese göre değişken elbette…

Başından beri “gizli bir tehlike” ile mücadele edildiği için “Acaba mı?” şüphesi bizi kemirmeye devam ediyor.

“Bu iş bitti” diyenler bile cümlesini temkinli bir toparlama ile bitiriyor.

Aslında olayları yorumlayan birkaç çeşit insan türü var bu coğrafyada…

Birincisi hiçbir şeyden memnun olmayanlar, kronik muhalifler!

Her şeye şüphe ile bakarlar, dalga geçerler, “iyi olacağına” inanmazlar, yürekten bu bakışa kapılarak yorumlarlar durumları…

Bu grup sosyal medyada kendini hissettiriyor yine…

Ne diyorlar? “Virüs bitmedi, yayıldı, Sağlık Bakanlığı tespit edemiyor”

Başka ne diyorlar? “Testler güvenilmez”

Peki başka? “Vaka sayısı çoktur, devlet gizliyor”
Mümkün mü? Bu kadar kötümser bir olasılıklar zincirinin gerçek olma ihtimali olabilir mi?

Diyelim ki devlet gerçekten vakaları bulamıyor, ya da bilerek ve isteyerek bulmama yolunu seçiyor.

Peki nerede bu insanlar? Hastalığa yakalanmış, evlerinde gizleniyorlarsa neden dökülmüyorlar hastalıktan?

Çok acı gelebilir belki ama neden ölümler duymuyoruz?

Burada iki olasılık öne çıkıyor.

Gerçekten vakaları bulmakta zorlanıyor, ya da bulmak istemiyorsak ve vakalar da toplum içinde ise; ya gerçekten çok yaygın değildirler ya da hastalık kırıp geçirmiyor… İkisinden biri…

Gelelim çok yaygın şekilde dillendirilen diğer şüpheye…

“Testler güvenilir değil”…

Hastanedeki coronavirüs ekibine kulak verirseniz aslında bu iddianın çok da geçerli olmadığını göreceksiniz.

Ne diyor hekim ekibi? Yapılan testler temaslı takibi ve temaslıların temaslılarına yapıldı şimdiye kadar… Şimdi ise virüsün bulaşması olası gruplar teste tabi tutuluyor…

Eğer virüs varsa neden bu gruplarda ortaya çıkmıyor? Çıkmayacak mı? Çıkabilir!

                                                ***

Bir de olaylara çok iyimser, hatta tabiri caizse “hükümetçi” gözle bakanlar da var tabii.

Geçen hafta meclis oturumunda da izledik, ismi bende saklı bir iktidar milletvekili “büyük bir başarıdan, tarihe geçecek bir durumdan hatta Dünya Sağlık Örgütü’ne üye olmaktan” bahsetti…

O derece mi? Evet o derece… Yavaş canım 'abiciğim', yavaş…

İktidar partilerinde ekonominin yavaş yavaş açılmasını hatta tamamen açılmasını isteyen bu yönde lobi yapan gruplar olduğunu biliyoruz.

4 Mayıs sürecine de aslında bu ekibi tetiklemeleri ile geldiğimizi de çok net izleyebiliyoruz.

Ancak temkinli olmak, tedbirleri kısmı olarak sürdürmek, uluslararası standartlarda kurallara uymanın kime ne zararı olabilir ki?
O yüzden çok fazla iyimser olmanın da en az çok kötümser olmak kadar gereksiz olduğu inancındayım…

Başa dönecek olursak, şüpheci de olsak, kronik muhalif de olsak, hükümetçi de olsak, iktidar karşıtı da olsak; ortada bir ‘başarı’ ya da ‘başarısızlık’ varsa bu kimsenin değildir.

Bunu yorumlamak isterseniz kendi pencerenizden çok iyi argümanlarla farklı farklı çeşit çeşit yorum ortaya koyabilirsiniz.

Hükümet başarılı mı? Sonuç salt sadece hükümetin ise evet hükümet başarılıdır.

Peki halkın bu kurallara uymasını, olayı benimsemesini, hatta hükümeti radikal karar almaya itmesini göremiyor musunuz? O zaman şöyle demek de mümkün değil mi; “Hükümeti doğru kararlar almaya halk sürükledi”

Elbette mümkün…

Muhalefet? Gerçekten çok yapıcı bir tutum sergilediler… Madde detaylı öneriler dizisi, mecliste saatler süren konuşmalar ve konuya bu kadar önem verme hallerini izlemediniz mi? Olası ‘başarıda’ payları yok mu? Elbette vardır… Olası başarısızlıkta da…

Olaya nereden baktığınıza bağlı aslında…

Fotoğrafın bütününe, durumun geneline bir dönüp bakın…

En fazla da kendinize bakın, “son 2 ayda ben ne yaptım” diye kendinizi sorgulayın…

Göreceksiniz, “başarı”  ya da “başarısızlık “aslında sizindir, bizimdir, doktorlarımızındır, sağlık çalışanlarımızındır, kısacası hepimizindir.

Ortaya çıkan sonuç her ne ise hepimizindir…

Ve 4 Mayıs sonrası da hepimizin olacak…