Masumluk rolünü oynarız zaman zaman da, biliriz pek masum olmadığımızı.
Ve inanmak istediğimiz, bizi kurtardığı şekilde yorumlarız masumluğumuzu.
Bir biz biliriz ne kadar masum olduğumuzu ya da olmadığımızı.
Gerisi; karşındakini inandırmaya kalır.
Bir cenazeye katıldım geçtiğimiz hafta, dostların yanında görmek istedikleri bir günde.
İstisna durumlar dışında bir gösterge gibidir dostunun sendeki dostluk değeri, böylesi günlerde.
Yoksa iyi günün “dost” denilenleri torbalar dolusu sıralanır peşisıra yanına.
Ağladığın gün, yaşının bir damlasını olsun silebiliyorsa yanındaki, işte o zaman anlarsın gerçek dostunun gerçekliğini.
Bir cenaze töreniydi bana bazı gerçekleri yüzüme bir tokat gibi vurduran.
Yaya olarak yol alırken defnedilecek alana, gözlerim hep mezar taşlarındaki yazılarda dolaşır oldu.
Kimi geride kalanların şiirleri yüreklerinin dökümü oldu, kimisi sadece “ruhuna fatiha”yla yeterli kıldı.
Kimisi ’74 öncesi yaşadığı köyünün ismiyle anıldı, kimisi sadece bir isim ve tarihten ibaret bırakıldı.
Bir anda ürperti bastı içimi, gördüğüm küçücük kabirler karşısında.
Ne kadar da çokmuş küçücük kabirler, birarada yer alırken, oyunlarını kurmak adına.
Çocukların mezarlarıymış bunlar, kabristanlık içerisinde ayrı bir kabristanlık yaratılarak.
Sanki adımlarım yavaşlar oldu, kabir başlıklarını okumam için.
Kimisi 1, 2 yaşlarında, kimisi birazcık daha büyük, kimisi yeni doğmuş, pek yaş alamadan ay’lık girmiş toprağa.
O anda acının beterinin beteri olduğunu daha bir anladım, yüreğim burkularak.
İnsan anasını-babasını, dedesini-ninesini gömer, acısını her zaman içinde tutar da; evlat acısnın acısı, hele hele böyle küçücük, minnacıkların acısını hangi yürek sığar bilemem.
Bir kez daha anladım kabristanlıkların yaşamın anlamı adına, yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız adına ne kadar ders verici olduğunu.
Hepimizi bir-iki saatlik gerçekle yüzyüze gelirken, dualarımız dudaklarımızda, kapıyı çıktığımız anda başlarız hayatın pervasız, yalan ve çirkin yanlarıyla yeniden bulaşmaya.
Pembe çiçekli bir başlık takıyordu fotoğrafında bir küçücük.
Beynime kazınan en başta o oldu, bırakıp giderken orada.
Arabanın radyosundan bir müzik yükseliyordu, bildik, eskilerden.
“Masum değiliz, hiçbirimiz...”
Ve bu sözler beynimde dolaşırken, mırıldanıverdim elimde olmadan:
“masum değiliz hiçbirimiz...onlar kadar...”