Maraş’ı ‘farklı biçimde’ ele almak

Tümay Tuğyan

Çözümü beklerken, ‘dondurulmuş’ bir hayat yaşıyor Kıbrıslı Türkler.

Hani müzik çalarların üzerindeki ‘pause’ düğmesi var ya, işte onun gibi.
Birilerinin parmağı sürekli ‘pause’ düğmesinin üzerinde bekliyor. Çözüm olunca (olursa), o parmak oradan kalkacak, bizler ‘gerçek’ hayatlarımıza devam edeceğiz.
Müzik çalardan farklı olarak, müzik kaldığı yerden çalmaya devam ederken, bizim hareket noktamız kaldığımız yer ol(a)mayacak.
Hayat akıl almaz bir hızla akıp gidiyor.
Annem beni, ben kızımı; biz can parçalarımızı bu dondurulmuş hayata doğurduk.
Belki benim kızım da kendi can parçasını verecek aynı dondurulmuş hayatın kucağına.
Ve bir parmak ısrarla o düğmeye basmaya devam ederek, ‘bekleyin’ diyecek; çözümü bekleyin!
Biz bekleyeceğiz belki ama hayat bizi bekleyecek mi?
Ağaçlar, çiçekler beklemeyecek...
Bulutlar, yıldızlar, gökyüzü beklemeyecek...
Yollar, sokaklar, evler beklemeyecek...
Maraş da beklemiyor!

***
Maraş da beklemiyor!
Yıkılıyor, dökülüyor, çürüyor...
Gemiler onsuz kalkıyor yanı başındaki limandan.
Bir zamanlar onunla dolup onunla boşalan bu devasa demir yığınları, şimdi tel örgülerin arkasından açılıyor denizlere, onu beklemeden.
Bakakalıyor her giden geminin ardından.
Anlamıyor ki o ‘bütünlüklü çözümün parçası olmak’ ne demek!
Gerçi biz de pek anlamıyoruz aslında, ‘bütünlüklü çözümün parçası olmak’ ne demek.
Sahi ne demek?
Bir yanda Maraş, diğer yanda Mağusa eriyip giderken, neden illâ ki çözümü beklemek zorunda olduğumuzu anlamıyoruz. 
Bir zamanlar adanın dünyaya açılan ihtişamlı kapısıyken, şimdi üç beş kasa portakala talim olan liman da anlamıyor.

***
19 Aralık 2005 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa’nın 159’uncu Maddesinin (I).Fıkrasının (b) Bendi Kapsamına Giren Taşınmaz Malların Tazmini, Takası ve İadesi Yasası, Kıbrıs sorununda deyim yerindeyse ‘dokunulmazlığı bulunan’ Türk tezlerinin sorgulanması açısından son derece önemli bir örnek.
Yasa, o güne değin ‘mülkiyet meselesi bütünlüklü çözümün bir parçasıdır’ şeklinde savunulagelen tezin aslında hiç de öyle dokunulmaz bir tez olmadığını bizlere gösterdiği gibi, Kıbrıs Türk tarafının zayıf karnı olan mülkiyet konusuna yeni açılımlar getirdi.
Bu yasayla kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu sayesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından meşruiyeti kabul edilen, tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu yaratıldı.
Bakın dönemim Başbakanı Ferdi Sabit Soyer, Haziran 2007’de yaptığı bir konuşmada, bu konuda neler söylemiş:
“Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün getirdiği faktörlerden biri de ekonomide önemli rol oynayan mülkiyet konusudur (…) Mülkiyet konusu bütünlüklü çözümün bir parçasıdır ancak bütünlüklü çözümü beklerken mülkiyet sorununun çözümü için çaba ortaya konulmazsa, Güney Kıbrıs mülkiyet konusunu istismar ederek hem Kıbrıs sorununu çıkmaza ve kendi lehlerine çözüme götürecek hem de Kıbrıs Türk ekonomisinin gelişmesine darbe vurma pozisyonu içinde olacak (…) Bu nedenle Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile birlikte hükümetimiz bu konuyu dünden farklı biçimde ele almaya karar verdi. Ele almaya karar verdiğimiz gün ne hainliğimiz kaldı, ne vatanı satma noktasındaki politikamız. Ama adım adım gelişmeler bu temelde verimli sonuçlar üretti (…) Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda tarihi ve kültürel bağlarıyla her zaman var olmuştur ve kendi ekonomisi ve kendi imkânlarıyla dışa açılmaya büyük ihtiyacı vardır”.
***
Maraş konusu da klasik ‘Türk tezleri’nin dokunulmaz bir parçası olmak yerine, Mağusa’nın ve Mağusalı’nın isteği ve ihtiyacı doğrultusunda yeni bir açılımın ana oyuncusu olabilir.
Elbette esas hedef Kıbrıs sorununun çözümü olmakla birlikte, Soyer’in dediği gibi Kıbrıslı Türkler kendi ekonomileri ve imkanlarıyla dışa açılma ihtiyacındadır.
Maraş’ı pazarlık masalarının kozu olarak bloke etmeyip ekonomiye kazandırmak için harekete geçmek, müzakere sürecine önemli katkı sağlayacak bir güven artırıcı adım da olacaktır.
CTP tıpkı mülkiyet konusunda yaptığı gibi, Maraş konusunu da dünden farklı bir biçimde ele almayı denemelidir.