Mandela’nın ardından-I

Tümay Tuğyan

 

Ulusal Parti, 1948 yılında iktidara geldiği Güney Afrika’da, ırka dayalı ayrımcılık anlamına gelen ‘Apartheid’ politikasını uygulamaya koyar.
Bu, nüfusun % 80’ini oluşturan siyahi çoğunluk için esaretin, acının ve küçük düşürüldükleri bir hayatın başlangıcıdır.
Rejimin sona erdiği 1990’ların başına değin Güney Afrika’da ırklar devlet eliyle birbirinden yalıtılır, beyaz olmayanlar yaşamın her alanında ayrımcılığa uğrar.
Siyasetten ekonomiye, sağlıktan eğitime her alanda geriye itilirler, en temel insan hakları ellerinden alınır.
Irklar arasındaki ilişkiler neredeyse tamamen yasaklanır, siyahi ırk ulusal hükümetin ve parlamentonun seçilmesinde oy kullanma hakkından dahi yoksun bırakılır.
Ayrımcılık salt bunlarla da sınırlı kalmaz; kamusal alanda da insanlar ikiye bölünür.
Sokaklardaki oturma banklarından telefon kulübelerine, umumi tuvaletlerden alışveriş yaptıkları dükkanlara kadar, her yer artık ten rengine göre ikiye ayrılmıştır.
Bu ayrım, ‘whites only’ ve ‘non-whites only’, yani ‘sadece beyazlar’ ve ‘sadece beyaz olmayanlar’ yazılı tabelalarla görünür kılınır ve örneğin sokaktaki kaldırımın ‘whites only’ yazan kısmından yürüme ‘kabahatini işleyen’ siyahi bir vatandaş, en ağır şekilde cezalandırılır. 
2010 yılında gittiğim Güney Afrika’da bindiğim bir minibüste, etrafımı daha iyi görebilmek adına şoförün yan tarafındaki koltuğa oturmuş, yolculuk esnasında da onunla biraz sohbet etme fırsatım olmuştu.
Siyahi şoförün o gün bana söylediği bir şey, rejimi özetleyebilmek adına oldukça anlamlıydı:
“20 yıl önce olsaydı ve siz böyle gelip benim yan tarafıma otursaydınız, beni kelepçeleyip hapse atarlardı!”
***
Onların eşitlik mücadelesi çok zorlu bir yoldu.
Yaklaşık yarım asır süren ve baskıcı rejime karşı zaman zaman silahlanılan bu mücadele sırasında, yüzlerce insan hayatını kaybetti, yüzlercesi kayboldu, yüzlercesi hapse atıldı.
Sadece 1961-1989 yılları arasında 130 kişi siyasi suçlu sıfatıyla idam edildi.
Frederik W. de Klerk’in 1989 yılında devlet başkanı olmasının hemen ardından, Apartheid rejimiyle birlikte, 1964 yılında rejim tarafından ömür boyu hapse mahkum edilen Nelson Mandela’nın 27 yıllık mahkumiyet hayatı da sona erdi.
Klerk’in inisiyatifiyle 1990’da Mandela, Mandela’dan bir yıl sonra da diğer siyasi mahkumlar serbest bırakıldı.
***
Mensubu olduğu Xhosa kabilesinde kendisine takılan ‘Madiba’ lakabıyla da anılan Nelson Rolihlahla Mandela, Apartheid’a karşı yaklaşık yarım yüzyıl boyunca sürdürülen mücadelenin simgesi oldu.
10 Mayıs 1994’te yaklaşık 350 yıl süren koloni ve Apartheid döneminin ardından yapılan ilk demokratik seçimde ise beş yıllığına Güney Afrika Cumhuriyeti’nin devlet başkanı seçildi.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin demokratik yollardan oluşmuş ilk parlamentosu, 1994-1996 yılları arasında ülkenin yeni anayasasını hazırladı. Ve bu anayasa 7 temel değer üzerine inşa edildi:
“Demokrasi, eşitlik, özgürlük, uzlaşma, güvenirlik, saygı ve çeşitlilik.”
***
Nelson Mandela’nın Apartheid rejimine karşı yürüttüğü mücadele, ona ‘dünyanın en ünlü mahkumu’ unvanını da getirdi.
27 yıl boyunca demir parmaklıklar arkasında yaşayan Mandela, mahkumiyetinin ilk 18 yıllık bölümünü, şu anda açık hava müzesi olan bir adada, Robben Island’da geçirdi.
Cape Town’a 13 kilometre uzaklıkta bulunan bu adaya ayak basar basmaz, sizi kocaman bir tabela karşılıyor.
Ülkenin genç demokrasisinin önemli bir sembolü olan hapishanenin girişinde, ‘gururla koruyoruz’ yazıyor.
Ve bu ünlü hapishaneyi, Apartheid döneminde burada hapsedilmiş siyasi tutukluların ve aynı dönemde hapishanede gardiyan olarak çalışanların rehberliğinde geziyorsunuz.
Siyasi tutuklulardan olan rehberlerden birine, ‘eski gardiyanlarınızla çalışmak nasıl bir duygu?’  diye soruyor bir turist.
Aldığı cevap, ibret verici:
“Affetmezsek, nasıl barışabiliriz?”

Devam edecek...