MAHALLE KÜLTÜRÜMÜZÜ KAYBETTİK Mİ?

Onur Olguner

Lefkoşa’da yaşayan farklı nesilleri düşündüğümde, her zaman aklıma kökündeki halkalar sayılarak yaşı hesaplanan ağaçlar gelir. Bilirsiniz bir ağacın yaşını, gövdesinin üzerindeki merkezden başlayan halkaları sayarak hesaplamanız mümkündür. Ben aynı yöntemin Lefkoşa’da son yüzyılda yaşayan nesiller için de uygulanmamızın mümkün olduğuna inanırım. Şehrin merkezi olarak ele alacağımız nokta Lefkoşa Surlariçi ile başlar. Bizden birkaç dönem eski nesil bu bölgede doğmuş büyümüş, çalışmış ve asıl Lefkoşa’yı bu bölge olarak benimsemiştir.

Aynı şekilde Çağlayan ve Köşklüçiftlik bölgeleri Lefkoşa Surlariçi’nden ilk taşan bölgelerden olmuşlardır. Bir kuşak çocuklunu bu bölgede yaşamıştır. Sonraki halka olarak, biraz da sosyal konutların bölgede yapılmaya başlamasıyla iyice mahalle niteliğini Taşkınköy ve Göçmenköy bölgesi alır.

Taşkınköy bölgesi bitişik nizam ile sık dokunan evler, her bir sokaktaki ev sayısını ikiye katlamış ve sıkı komşuluk ilişkilerini oluşturmuştur. Dünyanın analogdan dijitale geçmeye başladığı 1990’lı yıllarda, çocukların gününü ağırlıklı olarak sokakta geçtiği bu son dönemde, bol komşulu ve bol çocuklu bu mahalleler çocuklar için ideal ortamlar olmuşlardır.

Sosyal Konutların, Türk- Sen evlerinin ve diğer konutların oluşturduğu bu bölgeye bizler taşındığımızda daha 5-6 yaşlarında çocuklardık.  Yeni evli insanlara satılan ve bu insanların çocuklarını yaklaşık aynı dönemlerde büyütmeye başladığı bir bölgeydi Taşkınköy bölgesi. Biz çocuklar için arkadaş bolluğunun, sokakta oynamanın ve mahalle kültürünün mevcut olduğu ideal bir ortamdı büyüdüğümüz bu ortam.

Aslında bugün dönüp baktığımda, sosyal konutlar için ailelerimize çektirilen kuranın bizim tüm hayatımız boyunca kurduğumuz dostluklara, komşuluk ilişkilerine, aynı sokakta oluşturduğumuz arkadaşlıklarımıza ve bu arkadaşlıkların bizi götürdüğü veya götüremediği noktalara ne kadar etkisi olduğunu hayretle fark ederiz. O gün farklı çekilen bir kuranın belki de farklı mahallede yaşayacak, farklı dostluklar kurup hayatımızı farklı noktalara taşıyacak etkilere sahip olduğu gerçeği düşündürür bizleri.

Her yetişkine bir arabanın, hatta evdeki ikinci bir arabanın bile henüz çok yaygın olmadığı bu dönemde, tüm sokaklar biz çocukların oyun alanlarıydı aslında. Gancellilerden oluşturduğumuz kalelerde saatlerce futbol oynamaktı günümüzün ana meşguliyeti. Arada sokaktan araba geçer, bizim oyunumuzu bölerdi. Bu geçişler ender olduğu için bizim keyfimiz pek de bozulmazdı. Maç oynarken annemiz çağırırdı arada da terimiz üstümüzde kurumasın diye bez koyardı sırtımıza. Utana sıkıla giyer, bu bezden de nefret ederdik.

Ekmeğin üzerine margarin sürdüğümüz, üzerine şeker dökerek yediğimiz dönemdi bu dönem. Şekerli suyu kola niyetine içer, akşam oldu mu yoldan dondurmacı geçmesini dört gözle beklerdik. Ses gelmeye başladığı andan, dondurmacı sokağınızdan geçene kadar süreniz vardı. Ya yalvara yakara annenizi dondurma almaya ikna ederdiniz, ya da dondurmacının arkasından ağlaya ağlaya bakardınız.

Bizim çocukluğumuzda Doktor Fazıl Küçük Parkı ve yanındaki anaokul olan bölge çoğunlukla çalılarla kaplıydı. Sadece bir kısmı toprak alandı. Bisikletlerimizle yola koyulur, mahalleler arası maçlarımızı o toprak alanda yapardık. Kendi sokağımız dışındaki çocuklarla ender oynadığımız zamanlardı bu maçlar. Bazen maç yapardık, bazen de sataşırdık birbirimizle. Kertenkele ve çekirge yakalamak bizim için bir safariydi adeta.
Yıllar geçti, teker teker hepimiz büyüdük bu bölgede. Dijital çağın çocukları sokaklardan alıp ekranlara taşımasından sonra sokakta oyun kültürü azaldı yavaş yavaş. Birkaç komşumuz bölgeden taşındı, yerine yenileri geldi. Yalnız o mahalle kültürü hiç bitmedi bizim sokaklarımızda. Hala güneşli havalarda kaldırımlarda içilen kahveler, komşulara yapılan ziyaretler, parka götürülen torunlarla yeni bir boyut kazandı bizler için de.
Tam anlamıyla sosyal konutlaşmanın ideal bir örneği olan bölgemizin kıymetini, sosyal konutları da inceleyen ve Mimarlar Odası tarafından ülkemizde gösterimi yapılan Ekümenopolis belgeselini izlediğimizde bir kez daha fark ettik.

Dünyada pek çok farklı örneğiyle denenen sosyal konut fikrinin, sadece ülkemiz standartlarında değil, dünya standartlarında da ideal olan bir uygulaması olduğunu öğrendik büyüdüğümüz bu ortamın. 95 metrekarelik evleriyle, küçük bahçeli, komşuluk ilişkileri güçlü, ömürlük dostlukların kurulduğu mahalle kültürümüzün değerini anladık.

Bugün kentimizin de büyümesiyle, Lefkoşa’nın dışına doğru yeni yeni halkalar oluşuyor. Ve artık ekonomik olarak büyüdüğümüz için de evler uzaklaşıyor birbirinden. Büyük bahçeler, birbirinden uzak evler ve sokakları çocuklarla dolup taşmayan mahalleler oluşuyor. Ve bizi büyüten, dostluklarımızı ve komşuluk ilişkilerimizi oluşturan mahalle kültürümüz yavaş yavaş tehlikeye giriyor bu dönemde.

Özellikle belediyelere bu mahalle kültürünü korumak büyük görevler düşüyor. Gerek yeni sosyal konut projeleriyle, gerek sokakta vakit geçirme kültürüne yardımcı olacak kentsel tasarım öğeleriyle, gerekse çocukların sokağı tekrar ele geçirmesine imkân sağlayacak yavaş kent önerileriyle kaybetmeye yüz tuttuğumuz mahalle kültürünü canlandırmalıyız.

Aksi takdirde bizden sonraki nesillere sokakta oynayamayacakları, mahalle kültürü ile dostluk ilişkileri kuramayacakları ve komşularının değerini bilmeyecekleri bir gelecek bırakacağız.