Ulus Irkad
(Değerli araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Mağusa’da hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar için tenis ve yüzme kulüpleri kurmuş olan Melek Hasan, nam-ı diğer “Melek Picadilly”yi yazdı… Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)
Bir zamanlar Güney Kıbrıs basını ve Avrupa basını, Mağusa’dan “Melek Hasan” adlı başarılı bir kadını arıyordu…
Bilgisayarımda bir gün bir telefon çağrısı gördüm. Bu seneler önce tanıdığımız, Baf’ta yaşayan Baf sevdalısı, aynı zamanda öğretmen ve fotoğraf sanatına düşkün George Pachis adlı arkadaşımıza aitti. Çok geçmeden bu arkadaş beni yine aradı. Bana kısaca şunları söylüyordu:
“Güney Kıbrıs ve Avrupa Basını 1950’li yıllarda yaşamış başarılı bir kadını arıyor. Adı da “Melek Hasan”… Bu kadın Mağusa’da hem kadınlar için bir Tenis ve bir de yüzme kulübü kurdu. Birçok kadını hatta erkekleri bile bu sporlara meylettirdi. O dönemlerde Kıbrıs’ta muhafazakarlık olmasına rağmen bu kadının yaptıkları tüm dünyanın dikkatini üzerine çekti. Mağusa bir şehir olarak göz doldurdu ve dikkat çekti… Bir bakıma Mağusa’da Rum ve Türklerde yaklaşık 75 sene önce çok önemli işler paylaştı. Güney Kıbrıs’taki bir yazar şu anda Kıbrıs Tenis tarihini yazarken gazetelerde bu kadının adına rastladı. Görülüyor ki o zamanki şartlarda bayağı önemli bir kişilik. Bize bu kadını bulabilir misin? Bu kadın sadece bizim için değil tüm Avrupa hatta dünya tarihi açısından örnek gösterilmesi gereken bir kadın. Ne olur bize yardımcı ol...”
Bense zorda kalmıştım. “Gerçi 50 yıldır Mağusa’da yaşıyordum ama 75 sene önce yaşamış ve eğer yaşıyorsa 90’lı yaşlarda olması gereken bu kadını bir 50 yıllık Mağusalı olmam hasebiyle bulmam biraz güç. Ama Mağusalılara soracağım ve onu bulmaya çalışacağım.”
MELEK HASAN’I ARAMAYA BAŞLIYORUM
Eşref Çetinel Hocamızla Gazi İlkokulu’nda birlikte çalışmıştık ve muhtemelen o tanıyabilirdi. Maalesef Eşref Hoca böyle meşhur olacak bir kadının şu anda yaşayabileceğini sanmadığını söylemişti bana…
İkinci olarak bir girişim daha yaptım; “Herdaim Doğa Dostları Grubu”ndan eski fotoğraflar ve Mağusa tarihiyle ilgilenen sevgili doktorumuz Dr. Özkan Korun Bey’e (Göz Doktoru) sormam gerekiyor diyerek birkaç gün sonra onunla konuşmak için kliniğine gittim. Sevgili doktorumuzun bir yabancı hastası vardı ve muayenesini bitirdikten sonra ona “Melek Hasan”ı sordum. O da bilmiyordu ama hemen Mağusa’nın hafızası sayılan Dinçer Raif Bey’i telefonla aradı. Büyük bir talihsizlik eseri Dinçer Bey’i telefonda bulamadı. Bana muhakkak onunla konuşabileceğini söyledi. O günlerde MASDER’de bir etkinlik vardı ve Dinçer Bey de muhakkak oraya gelecek diye etkinliğe gittiğimde, Hocamız her zamanki gibi etkinlikte hazırdı. Ona Melek Hasan’ı sorunca, büyük bir ihtimalle o dönemlerde en faal genç kızlardan Melek Picadilly diye bilinen ve benim de Huzur Evi açan Melek Teyzemiz olarak tanıdığım kişi olabileceğini söyledi. Bu arada gene oraya Alpay Kocareis’in kardeşi Eski Erenköy Gazilerinden Kemal Altınkaya abi de geldi ve bana bu kadının Melek Picadilly olabileceğini söyledi.
VE MELEK HASAN’A ULAŞIYORUM
Hemen birkaç gün sonra Baykal Bölgesi’ne giderek Melek Hanımefendi teyzemizi buldum ve onunla konuştuktan sonra 1950’lerin başlarında bahsedilen ve Avrupa ile Güney Kıbrıs Basınının bahsettiği kendisi olduğunu, hem tenis, hem de yüzme kulüblerini hem Türk hem de Rumlar için onun açtığını ve de 1952 yılında yüzmede ve teniste kadınlar kategorilerinde Kıbrıs şampiyonlukları elde ettiğini söyledi. Bunun yanında Melek Teyzemiz’in Monarga Boğazı’nda Türk ve Rumlara tavukçuluk ve çiftçilik üzerinde dersler verdiğini, hem spordan hem de ziraatle ilgili etkinliklerinden dolayı İngiliz Hükümeti ve İngiliz Kraliyeti tarafından ödüllendirildiğini, birçok sertifikaları olduğunu öğrendim, hatta bunları bularak bana da gösterdi.
RUM GAZETECİLER ONUNLA GÖRÜŞMEK İSTİYOR VE BİRİ RANDEVUYA GELEBİLİYOR
Bu arada bir grup Rum Gazeteci Melek Teyzemizle mülakat yapmak için randevu aldılar. Onlara randevuyu ben aldım. Kemal Altınkaya abinin bu yönde bana yardımları oldu. Maalesef randevuya gelecek gazeteciler “Covid 19” hastalığı kaptılar ve röportaja tek bir gazeteci geldi. Fakat bu buluşmanın yeterli olmadığını gelecek defa daha da kalabalık bir gazeteci grubunun gelerek gene onunla söyleşi yapacaklarını söyledi.
Melek Hanımefendi Teyzemizi ben kurduğu ve ninemin de ölene kadar sığındığı Huzur evinden tanıyordum. Bu olaydan sonra onun ne kadar bırakın yerel; aynı zamanda evrensel bir kadın olduğunu bu vesile ile öğrendim.
Bana bu etkinlik sırasında evinde Rum gazeteciyle incelik ve misafirperverlik gösteren Melek Teyzemiz’e teşekkür ederim.
Ona , toplumumuza ve tüm Kıbrıs’a yapmış olduğu bu hizmetlerden dolayı teşekkür etmek de bir borç oldu.
İyi ki varsın Melek Teyze…
Melek Hasan'ın bu fotoğrafını Galip Arcan çekmiş...
Mağusa'nın önemli simalarından Melek Hanım...
“Büyükada Rum Yetimhanesi’nin hâlâ yazılmamış tarihi…”
Yetvart Danzikyan/AGOS
Dünyanın ikinci en büyük ahşap yapısı olarak kabul edilen Büyükada Rum Yetimhanesi 2018’de Europa Nostra ile Avrupa Yatırım Bankası tarafından ‘Avrupa’nın Tehlike Altındaki 12 Kültürel Mirası’ arasında gösterildi. Yetimhanenin çökme tehlikesi altında olduğu uzun süredir biliniyor. Restorasyon için Ekümenik Patrikhane’nin maddi imkanları yetersiz. 1964 yılında boşaltılan daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce el konan bina 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının ardından Patrikhane’ye teslim edilmişti… Biz bu gelişmeler üzerine “Peki Yetimhane’de nasıl bir hayat vardı?” sorusunun peşine düştük. Ve Yetimhane’de 1955-61 yılları arasında öğretmenlik yapan Yani (Yannis) Kalamaris ile buluştuk. Kendisi bize Yetimhane’nin deyim yerindeyse yazılmamış tarihini anlattı.
… Yani Kalamaris’in karşısına Berge ile oturduğumuz anda Yani bey çantasından bir albüm çıkardı ve sayfalarını çevirmeye başladı. 1972’de basılmış Rumca bir albüm bu. İçinde Büyükada Rum Yetimhanesi’ne dair hiç bilmediğimiz fotoğraflar var. Açılış günü, merasimler, binanın içinden fotoğraflar.
Büyükada Rum Yetimhanesi’nde 1955-61 yılları arasında öğretmenlik yapan Yani Kalamaris ile Cihangir’de Savoy Pastanesi’nin üst katında oturuyoruz. Öyle sözleştik. Yani Bey o civarda oturuyor belli ki. Oturduğumuz andan itibaren anlatmaya başlıyor. Elindeki albümden bir fotoğraf gösteriyor. Yetimhane’nin tam ortasında mermer bir blok. Banker Zarifis’in eşi Eleni Zarifis yaptırmış. Çocuklar için daha güvenli bir yer olsun diye. Ve tabii ister istemez Yetimhane’nin tarihine giriyoruz. Yani Bey’in öğretmenlik yıllarına birazdan geleceğiz.
Yedikule’de başlayan bir tarih
Abdülhamit döneminde 1890’ların sonlarında otel ve kumarhane olması için inşa edilmiş bina. Ancak bundan daha sonra vazgeçilmiş ve 1903 yılındaki açılıştan hemen önce Rum Yetimhanesi olması için Rum Cemaati’ne verilmiş. Albümde açılış gününden fotoğraflar var. Dönemin Patriği Yovakim’i seçiyor gözlerimiz. Yani Bey bir yandan da anlatıyor. O vakte kadar Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi içinde öğrenim görüyormuş çocuklar. Ancak hastalarla yanyana kalması pek de arzu edilen bir durum değil. Üstelik o zamanlar meydana gelen bir deprem nedeniyle hastanen binası da hasar görmüş vaziyette.
Sonra Kınalıada’nın tepesinde, bizim küçükken “Manastır” dediğimiz binada kalmış çocuklar. Büyükada’daki bina Rum toplumuna tahsis edilince, 1903’te oraya nakledilmiş yetimler. Fotoğraflar da işte o açılış gününden…
1955 yılında tam olarak 16 Kasım günü öğretmen olarak gelmiş Yani Kalamaris okula. 3. Sınıf öğretmeni. Galata Rum Okulu ve Fener Lisesi’nin bitirdikten hemen sonra. Aynı zamanda beden eğitimi hocalığı da yapıyor.
Peki, buraya Yetimhane diyoruz ama nasıl bir eğitim hayatı var burada? Anlatıyor öğretmenimiz. Rum yetimlerin kaldığı bir okuldan bahsediyoruz. Kışın, öğrenim dönemi boyunca Rum okullarında bildiğimiz şekliyle eğitim yapılıyor… 1903 yılından 1956 yılına kadar toplam 5.744 öğrenci öğretim görmüş. 1853 yılından yani Yedikule’den alırsak 1978’e kadar toplam 9.068 öğrenci.
Peki hepsi yetim mi çocukların ? Evet. Çocuklarına bakamayanların, ayrılmış ailelerin, ailelerin çocukları geliyor. Ve bir de bildiğimiz anlamda anne ya da babasını ya da her ikisin birden kaybetmiş çocuklar. “Çocukları sokakta bırakmayacaktık” diyor.
Yani Bey’in konuşması okulun tarihiyle devam ediyor… Zarifilerin binayı satın alması, binanın Patrikhane mülkiyetine geçmesi, tapu senedinin 1902’de teslim edilmesi, aynı işlemlerin Cumhuriyet döneminde de 1929, 1935-36’da tekrarlanması. Abdülhamit’in yetimlere 145 altın armağan etmesi ve her gün 7,5 okka et ve gerekli ekmeğin teslim edilmesi için talimat vermesi. I. Dünya Savaşı sırasında yetimhanenin Kuleli Askeri Lisesi olarak kullanılması. Savaş boyunca Alman askerlerinin, savaştan sonra işgal kuvvetlerinin binaya yerleşmesi. Savaş sonrasında Rus göçmenlerin binaya yerleştirilmesi, daha sonra tekrar Patrikhane’ye (Yetimhane olarak kullanılmak üzere) verilmesi ve 1964 yılında boşaltılması. Kız öğrencilerin İsa tepesindeki manastıra, erkek öğrencilerin Aya Nikola manastırına yerleştirilmesi, okul olarak Büyükada Vakfı’na ait okulda öğrenim görülmesi, bu şekilde 1978 yılına kadar devam edilmesi ve 1997 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vakfın yetimhaneyi yönetemediğini ileri sürerek mahkeme kararıyla vakfı mazbutaya alınması, yönetime el konması ve mülkiyetin de Patrikhane’den alınması VGM’ye devredilmesi. Konuşmasında sözlerini şöyle noktalıyor: “Bugün yetimhaneyi ziyaret ederseniz o emektar piyanonun bir köşede sessizce beklediğini görür ve üzülürsünüz. Bu okulu çocuk cıvıltıları içinde verdik ve 46 yıl sonra aldık. Bugün iade edilirken daha iyi bir şekilde iade edilmesini beklerdim. Biz binayı bu durumda teslim etmedik. Fakat şimdi gördüğünüz bina yaşanmayacak halde, metruk bir bina, 46 yılda hiç bakım yapılmamış. Buna rağmen yine de sevindim çünkü bizim binamız yine bizi iade edildi. O zaman öğrenci olan çocuklarım da bu kararı duyunca çok sevindiler. Çünkü yaşadıkları büyüdükleri ev onlara iade edildi.”
‘Siz yetim değilsiniz’
Gözleri doluyor burada Yani Bey’in… “Öğrencilerin zihinlerinden yetim kelimesini atmak için çok çalıştım” diyor. “Çocuklarımı ‘siz yetim değilsiniz bu toplumun mensuplarısınız’ felsefesiyle yetiştirmek ve bunu onlara aşılamak için çok uğraştım. Tüm öğrencilerim başarılı olarak hayat mücadelesine katıldılar, toplum tarafından takdir edildiler. ”
Peki okulu bitirenler ne yapıyordu? Çünkü sonuçta burası bir ilkokul. “O zaman eğitime hizmet etsinler diye hangi çocuk devam edebilecek durumdaysa İstanbul’daki okullara yazdırdık. Onlar her sabah Büyükada’dan vapura biner akşam da yine vapurla geri dönerlerdi” diyor. Okuyacak durumda olmayanlar ise işe yerleştirilmiş, vakıf yönetimlerindeki ya da cemaat içindeki Rum tüccarlardan rica edilmiş. “Baylan Pastanesi’nde mesela öğrencilerimiz vardı” diyor. Beyoğlu’ndaki Baylan elbette. O çocuklar sonra büyüyüp Atina’da ve başka yerlerde pastane açmışlar.
Bir gün nasıl geçiyordu acaba Yetimhane’de? Sabah 6.30’da kalkılıyormuş. Önce beden eğitimi. Sonra banyo ve kahvaltı. Saat 9.00’da ders başı. Akşam 15.30’a kadar. 17.00’ye kadar beden eğitimi, spor. 17.00’den sonra öğretmenler eşliğinde etüd saati. 19.00’dan sonra ise tiyatro salonunda şarkılar, filmler. Tabii o zamanki teknolojinin verdiği imkanlar dahilinde.
Yetimhane’nin Lefter’li günleri
Mesela yazın ne yapılıyor? Okul yok zira. Öğretmenler de yazın orada imiş. Hayat hep beraber geçiyor. Yaz okulu şöyle oluyormuş: “Futbol maçlarını izlemeye gitmek mesela. Lefter de adadaydı. Onu izlerdik.” Ve bazen Lefter Küçükandonyadis de yetimhaneye gelir, çocuklar ile futbol oynarmış.
Bina 1964’te boşaltılmış, bunu biliyoruz. Peki ne gerekçe gösterilmiş? “Bina ahşap, yangın çıkabilir” diye bir gerekçe göstermişler o vakit.
1955’te başladı demiştik Yani Bey okula. O tarih aslında Türkiye’nin hafızasına kara bir leke olarak işlenmiş tarih: 6-7 Eylül. Yani Bey o günlerde okula başlamamış henüz ama bir genç olarak yaşadığı Galata’da neler olup bittiğinden haberdar elbette. “Üzüntülü zamanlardı” diyor ve orada bitiriyor: “Hatırlamak istemiyorum o zamanları” Yine de sormadan edemiyorum. İki ay sonra okulda öğretmenliğe başlamıştı Yani Kalamaris. 6-7 Eylül’ün ağırlığı ya da tedirginliği var mıydı öğrenciler ya da öğretmenler üzerinde? “Hayır” diyor, okula çıkılmamış zaten… “Güzel geçti günleriniz değil mi?” diyorum. “Elbette” diyor. “Birçok eksiğimiz vardı ama bunu çocuklara hissettirmek istemiyordum. Biz topluma hizmet edecektik. Bunu ben çocuklarıma aşıladım.”
5.800 Rum’dan 22 Rum’a
Son olarak Büyükada’daki Rum nüfusu sormak istiyorum. “O zaman 5.800 Rum vardı” diyor. Şimdi ise 22 kişi kalmış. “O çarşıdaki bütün dükkanlar Rum cemaatindendi. Yalnız Ciğerci Altan ile Yavuz vardı, yaprak satan, onun babası, bir de bir kişi daha vardı. Onun dışında bütün esnaf Rum’du ve birbirine çok bağlıydı. 19 Mayıs’ta, 23 Nisan’da, Cumhuriyet bayramında çocuklarımız çarşıdan geçerken bütün çarşı çocuklara şekerlemeler çikolatalar hediye ederdi. Yanaki vardı büyük davulu çalan. Cepleri dolduğu için artanları emanet olarak bana verirdi, ama sonrasında mutlaka isterdi” diyor gülümseyerek.
Peki öğrencilerle buluşuyorlar mı? Aslında evet. Kanada’ya, Atina’ya ya da başka ülkelere dağılan öğrenciler senede bir kez toplanırlar ve Yani hocalarına haber gönderirlermiş. Uygun olursa gidermiş Yani Bey. İki sefer de İstanbul’da toplanmış ve okula çıkmışlar.
Yannis Kalamaris
(Yetvart Danzigyan’ın bu yazısı Agos'un 9 Şubat 2018 tarihli sayısında yayınlandı…)