Mağusa’dan güzel hatıralar...

Sevgül Uludağ

Kıbrıs'ın kuzey ve güneyinden iki toplum, Mağusa Belediyelerinin 21 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında önceki akşam tarihi Othello Kalesi’nin yanında düzenlediği etkinlikte bir araya gelirken, Barış Gecesi’nde Mağusalı sivil yurttaşların yaptıkları konuşmalar yüreklere dokandı... Gecede çevirileri ve sunuculuğu yapan Hatice Kerlo arkadaşımız bize, Türkçe-Rumca çevirisini yaptığı konuşmaları gönderdi, biz de sayfamızda yayımlıyoruz... Gecede Mağusa Belediye Başkanı Süleyman Uluçay ile Maraş Belediye Başkanı Simos Yuannu da birer konuşma yapmıştı... Hatice Kerlo arkadaşımıza bu konuşmaları bizimle paylaştığı için yürekten teşekkür ediyoruz...

LEYLA ULUBATLI’DAN HATIRALAR...

Gecede bir konuşma yapan Leyla Ulubatlı, şöyle dedi:

“Sevgili Simge beni arayıp bu geceki etkinlikte konuşmamı istediğinde önce kabul ettim sonra da pişman oldum. Ne konuşacağım ki; zaten bu gece burada olanlar barış isteyen ,barış için en az benim kadar hatta daha fazla mücadele eden insanlardır. Onlara “Barış” hakkında konuşmak deyim yerindeyse kabak kesmek olacaktı. Ben de Kıbrıslırum kardeşlerimle yaşadığım ortak anılardan bir şeyler anlatmak istedim. Çünkü yaşamın bazı anları öyle etkilidir ki , fotoğraf karesi gibi  kalıcı olurlar  beynimizde.  Sürem üç dakika olduğu için çok  özet geçeceğim.

Onbir yaşlarındaydım  ve her gün yaptığım gibi inekleri otlatmak için köyün yanındaki vadiye gitmiştim. Çocuğum  ya, oyuna daldım ve inekler vadinin içlerine doğru kaçtı. Oyuna ara verip inekleri görmeyince  ağlamaya başladım. Çünkü vadi Kıbrıslırumlar’ın yaşadığı Neda köyüyle bizim köy arasında sınırdı. Bu sınırı aşmak yasak değildi tabii ki ama  vadinin içinde ilerlemeye devam eder,  Rumlar’ın köyüne yaklaşırsam beni öldürürler! diye korkuyordum. Ama inekleri bulmazsam da eve gidemezdim. Korka korka  ve oha oha oha diye  vadide inekleri arayarak ilerledim. (Bu arada oha oha, inekleri durdurmak için kullanılan bir sestir.) Bir ara durup başımı yamaca  çevirdiğimde  kayanın üzerinde ayakta duran ve bana bakan iki çocuk gördüm. Bu çocuklar bizim köyden değildi. Demek ki;  bizim meraların ötesine geçmiş sınırı aşmıştım. Korkudan ne diyeceğimi bilemedim ve ilk cümlem şu oldu: “Ben Kuma dedeyi ararım, sizin köydeki Kuma Dede” dedim acelece.   Dillerini konuşmama şaşırdılar! “Sen bizim köyden değilsin” dediler. “Evet ama dedem o köyde. Kuma dede”  diye tekrarladım.

Kuma dede  sınırı aşmaktan korkmayan ve orak zamanı vadinin üst başındaki  tarlamıza gelip koyunlarını otlatan Nedalı (Taşlıca) bir ihtiyardı. Bazen bize demet bağlamada yardım ederdi. Kuma dedenin adını vermek etkili olmuştu.  Birkaç sorudan sonra yanıma indiler. Daha sonra adının Maria olduğunu öğrendiğim kız bana dağarcığındaki incirlerden uzattı. Almadım.  Belli etmemeye çalışsam da kalbim korkudan duracak gibiydi  ve sanırım Maria bunun farkındaydı. Daha yakın ve iyi davranarak beni rahatlattı sonra da kardeşiyle inekleri bulmama yardım ettiler. Maria ile daha sonra  aynı  vadide o koyunlarını, ben inekleri beklerken  bir çok kez buluştuk. Oyunlar oynadık. Onun bir Rum olduğunu unutmuştum. Hatta ılgın ağacından kestiğimiz dalla kolumuzu çiziktirip kan kardeş bile olmuştuk. Sonra savaş çıktı. Ne Kuma dedeyle, ne de Maria ile bir daha görüşemedik.

Diğer anım  1974 yılından kalma. 20 Temmuz’dan 14 Ağustos’a kadar bizim köy Aysimeo (Avtepe) Rumlar’ın kontrolü altındaydı. Ve köye gelen askerlerin çoğu komşu köylerden tanıdıktılardı. Savaş sırasında  iki erkek bir kadın bir de çocuk  şehit  vermenin dışında bize herhangi bir zarar vermemeye gayret göstermişlerdi. Köyün erkeklerini  Yalusa’daki tütün ambarlarına götürdüler. Köyde kalan kadınlar ve çocuklar da birkaç  eve toplanmış birlikte kalıyorlardı. Aralarında yeni doğmuş bebekler de vardı. Rum askerleri zaman zaman silah bulmak için  evleri yoklamaya geliyordu.  Bu askerlerden bir tanesi  mutfakta aşçıydı.  Bir gün en kalabalık olan evlerden birine gittiklerinde aşçı asker evin yaşlı kadınından çocukların sütünün  kalmadığını öğrendi.  O günden sonra aşçı Rum, her birkaç günde birliğinden kaçırdığı  ekmek, kahve ve bazen de sütü gömleğinin içine saklayarak en çok çocuk olan o eve götürmeye başladı.. Ta 14 Ağustos gününe kadar bu böyle sürdü. 2003 yılından sonra bizim köyde asker olan bir Rum’a o aşçıyı sordum. Limasollu bir öğretmen olduğunu söyledi.  

Bir kısa anı da 2003 yılından. Kapılar yeni açılmıştı. Annemle Pile’ye gittik, oradan da  Larnaka’daki arkadaşımıza gidecektik. Önceden anlaştığımız gibi onu arayacaktık ve bizi Pile’den almaya gelecekti.   Ama her zamanki şaşuriliğim, telefon numarasını evde unuttum. Sadece adresi aklımdaydı. Sınıra yakın da bir yerde durup ne yapacağımı düşünürken; baktım karşıdan Rum plakalı yeşil bir mersedes  gelir, içinde iki orta yaşlı kadın. Otostop işareti yaptım durdular. Annemle arabaya girdik. İngilizce teşekkür ettim. Kadınlar biri suratı asık hiç seslenmedi, öteki gülümseyerek “Yassu” dedi. Suratı asık kadın yanındakine öfkeli bir tonda “Bunları ne aldın? Türk’tür bunlar. İndir bunları, bir tanesine bile tahammülüm yok” dedi.  Aralarındaki tartışma neredeyse kavgaya dönüşecekti. İngiltere’de yaşadığını anladığım büyük kardeş Türkler’e söver, küçük kızkardeş savunur durumdaydı. Bir yerden sonra dayanamadım. “Durun, kavga etmeyin biz inelim arabadan” dedim.  Tabii Rumca söylediğim ve bütün söylediklerini anladığım için büyük kızkardeş utandı, sesini çıkarmadı. Küçük kızkardeş ise “Hayır inmeyeceksiniz.  Sen buna ne bakan bu delidir” dedi. Ve anlatmaya devam etti. “Bizim babamızı bir ölümden kurtaran Kıbrıslı bir Türk’tür. Babam savaş çıktığında bir Türk kasap onu ortalık yatışana kadar kasap buzluğunda sakladı, sonra da arabasıyınan sınıra bıraktı” dedi. Sonra kızkardeşine dönüp “Sende hiç utanma yok” dedi  ve annemle beni Larnaka’daki arkadaşımızın evine kadar götürdü.

Şimdi diyeceksiniz ki bunları bize neden anlattın. Çünkü bana göre barış budur.. Maria ile Leyla’nın çocuk yüreğindeki saf sevgidir. Mutfakta çalışan o askerin,  birliğinden ekmek, kahve ve süt çalarak  kendisine düşman belletilen ailelere ve çocuklara götürmesidir.

Bana göre barış, en zor anda insanlığını kaybetmeyen Kıbrıslıtürk kasabın kendini tehlikeye atarak  hiç tanımadığı  bir Kıbrıslırum’u korumasıdır.

Barışın kapılarını zorlayan böylesi güzel insanların varlığıdır. Sizin varlığınızdır...Sevgiyle kalın...”

ALİ FURKAN ÇETİNER’İN SÖYLEDİKLERİ...

Gecede bir konuşma yapan Ali Furkan Çetiner, şöyle dedi:

“Ben, Lefkoşa’da büyüyüp son 10 senedir Mağusa’da yaşayan ve burada hayatını kazanmaya çalışan bir Kıbrıslı gencim. 15 yaşlarındayken en sevdiğim aktivite, Kermiya’dan bisikletimle Kıbrıs’ın güneyine geçip bilmediğim, tanımadığım sokakları dolanmak ve geze geze Lokmacı’dan geri gelmekti. İlk kez 16 yaşındayken, bir sivil toplum programı kapsamında akranım olan Kıbrıslırumlar’la tanıştım ve o gün bugündür arkadaşlıklar geliştirmeye, ilişkiler kurmaya ve Yeşil Hat’tın güneyini tanımaya gayret ediyorum.

Biz küçükken, “Her kötü olayın içinde, bir iyi olay vardır” derdi nenem. 2018’den beri devam eden Türk Lirası’nın devalüasyonuna da biraz bu açıdan bakıyorum. Euro’nun birden 4 Liralardan 7 Liralara çıktığı 2018 yaz mevsiminden beri, her yaştan binlerce Kıbrıslıtürk, uzak ülkelere göç etmek yerine Kıbrıs’ın güneyinde çalışarak yaşam standartlarını ve alım gücünü koruyabiliyor. Bu yolu izleyenlerin sayısı her geçen gün çoğalırken, öte yandan dar gelirli ve orta sınıftan binlerce Kıbrıslırum, kuzeydeki daha uygun fiyatlar vesilesiyle aysonunu daha rahat getirebiliyor. Yani, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler geçim sıkıntısı karşısında birbirlerinin varlığı sayesinde ayakta kalabiliyor.

Bu durumun, bizleri özlediğimiz barışa hiç olmadığı kadar yakınlaştırdığını düşünüyorum.  Çünkü, barış ancak birbirimize günlük hayatımızda ihtiyacımız olduğunu anladığımız ve bunu korumaya, çoğaltmaya çalıştığımız zaman gelecek. Daha fazla ortak proje, ortak ticaret ve alışveriş yaptığımız ölçüde de güçlenecektir.

Barış, büyük devletlerinin çıkarlarının uyuşması, doğalgazın çıkması veya kravatlı adamların bir masa etrafında antlaşmasıyla değil, sıradan insanların günlük hayatlarında etkileşime geçmesi ve hayatı paylaşmalarıyla gelecek. 

Konuşmamı, kişisel bir anekdot ile bitirmek istiyorum. Bir buçuk sene önce karlı bir Lefke gününde katıldığım bir organizasyon sırasında Kıbrıslırum bir kızla tanıştım ve hatta aşık oldum. O gün bugündür, birlikteyiz. Hatta, ben onun ailesiyle, o da benim ailemle tanıştı. Elbette, konu siyasete ve Kıbrıs sorununa geldiğinde bolca tartıştığımız ve farklı görüşlerde olduğumuz da oluyor. Günün sonunda ortak bir noktada buluşabildiğimizi söyleyemem. Yine de, birbirimize karşı hissettiğimiz duygular sayesinde, empati yapmaya gayret ediyoruz. Onunla birlikte olmak ve bir hayat kurmaya çalışmak kesinlikle kolay bir tercih değil. Ancak, çevremizden gördüğümüz ilginç bir destek var. En milliyetçi diyebileceğim insanlar dahi bu ilişkiyi öğrendiklerinde önce biraz önyargı, sonra müthiş bir merak ve şaşkınlık yaşıyorlar ama daha sonrasında bizim için mutluluk dileklerini ifade ediyorlar. Yaşadığımız bu tepkiler, böyle bir ilişkinin 1960’lara, 1970’lere göre kesinlikle daha rahat olabileceğini de hissettiriyor. Kıbrıs sorununa dair nasıl bir çıkarım yapabiliriz buradan bilemiyorum ama, biz tüm zıt taraflarımıza rağmen aşık kalmaya devam ediyoruz.”

PİEROS KARULLAS’IN SÖYLEDİKLERİ...

Mağusalılar’ın çok iyi tanıdığı eczacı Karullas’ın torunu, Nikos Karullas’ın oğlu Pieros Karullas da gecede yaptığı konuşmada şöyle dedi:

“Ortaçağ kentine girmek için Ksira veya Limasol Kapısı'ndan ya da her geçişimde, dedemin babama söylediği sözler aklıma geliyor:

“Burası bizim eczanemizdi oğlum”, eliyle sağ tarafı işaret ediyor ve “Hayat buydu OĞLUM...” diyordu...

"Gurur duymalısın" … Babam bizi tanıştırırken, belediye başkanı arkadaşım Süleyman Bey'in elimi sıkarken bana söylediği ilk sözler oldu. “Büyükbabanla gurur duymalısın, Soyadınız Mağusa şehrinin tarihidir.''

O an aklımdan çeşitli şeyler geçiyordu. "Eğer bugün bölünmeye gidiyorsak bütün bunların ne önemi var? Memleketimde özgürce hareket etmek için barikatta bekliyorsam? Bunların ne önemi var?” diye düşündüm.

Ben de hemen kendi kendime cevap verdim ve 'unutmuyorum'un bizim için farklı bir anlamı olduğunu ve bunun gibi hikayelerle ilgili olduğunu hatırladım.

Dedemi genellikle ailemden duyduğum hikâyeler sayesinde keşfediyorum. Onunla tanışamadım. Bu hikâyeyi bana belediye başkanı arkadaşım anlattı… 1958 yılına kadar büyükbabamın bu ortaçağ kasabasında eczanesi vardı. Ayırım yapmadan herkesle ilgileniyordu. Her iki dili de konuşuyordu ve Kıbrıslıtürkleri de Kıbrıslırumları da aynı seviyordu…

1958 yılında milliyetçi nefretin ortasında bazı kişilerin eczanesine molotof kokteyli atması üzerine çok sevdiği şehri terk ederek eczanesini Maraş’a taşımak zorunda kaldı.

Uluçay beyefendi sözlerine devam ediyor…

“1958 de bu saldırıyı yapanlar 1959’da dedenin yanına onlara ilaç vermesi için giderlerdi. Deden onlara hiçbir zaman en ufak bir şey bile söylemeden yardım ederdi. En son ana kadar kucağını herkese açık şekilde tutuyordu…”

Eğer bize şu an yukarıdan bakıyorsa, eminim gülümsüyordur… Onun hayali, şimdi bizim de hayalimiz olandır…

Bugün, Birleşmiş Milletler'in dünya BARIŞ günü olarak belirlediği günde, herkese BİRLİKTEYİZ'i demek için toplandık.

Yeniden duyduklarımıza benzer hikayeler yaratmak için, nefrete ve ayrılığa karşı hep birlikte olmak için buradayız. Bu vatan acıya doydu…”

LİA MUSUPETRU’NUN SÖYLEDİKLERİ...

Gecede bir konuşma yapan Lia Musupetru da şöyle dedi:

“Bu gece karışık duygularla buradayım, doğduğum yerde, ışığı gördüğüm yerde, varoluşumda, her zaman kalbimde olan yerde, karışık duygularla buradayım.

Ne yazık ki başkalarının saptırdığı fakat Dil ve dinleri farklı ama ortak yolu aynı olan bir halkın bağlarını ortaya koyan kendi deneyimlerimi anlatmak için buradayım.

1.      Büyükbabam Markos Antoniu Psatha, Vadili isimli karma köyde doğdu. Annesi doğumda hayatını kaybetti… Kendisi yaşadı çünkü onu bir Kıbrıslıtürk köylüsü emziriyordu. Her zaman şöyle derdi: “Annemi tanımadım ama bir annem vardı ki ona hep ANNE diye çağırırdım. Onun sayesinde yaşadım…”

2.      Babamın Mağusa surlarının dışında bir çömlekçi dükkanı vardı. Mağusa’daki Kıbrıslıtürkler’le işbirliği mükemmeldi. Menteş adında tanınmış bir Kıbrıslıtürk heykeltıraş, pişirilmek üzere heykellerini hiçbir ücret karşılığı olmadan çömlek fırınımıza getirirdi. Barikatlar açıldığında babamla buluştular. İkisinin de duyguları tarif edilemezdi.

3.      Babamın Türkçe’yi akıcı bir şekilde konuşan iki erkek kardeşi Kostas ve Saveris Musupetru, Mağusa limanında çalışıyordu. Kıbrıslıtürk meslektaşlarıyla mükemmel ilişkileri vardı. Ramazan Bayramı’nda da bizlere olduğu gibi, bizim kutlamalarımızda da onlara her zaman yer vardı.

Bu küçük şeyler, ne yazık ki her iki taraftan da beyinsiz insanların koparmaya çalıştıkları iki toplumun kopmaz bağlarını kanıtlıyor...”


Barış gecesinde konuşma yapanlar sahnede...


Mağusa'daki etkinlikten görünüm... Foto Paula Theodolu