Lefkonuklu Dimitris Şikas: “Babam Andreas dülgerdi ve evimiz Kıbrıslıtürk mahallesindeydi…”

Sevgül Uludağ

BİR KIBRISLIRUM OKURUMUZDAN…

Bir Kıbrıslırum okurumuz şöyle yazıyor:

“Bayan Sevgül, sizi selamlıyorum…

Lefkonuk’tan yüzyıllık elişi bir örtüyle ilgili makaleniz beni çok duygulandırdı, bu nedenle size yazmaya karar verdim.

Sürekli sizin yazılarınızı okuyorum.

Ben 1948 yılında Lefkonuk’ta dünyaya geldim ve 1974’e kadar Lefkonuk’ta yaşadım, Türkiye’nin işgali ardından Atina’ya yerleştik ve Atina’da mühendislik okudum.

Annem ve babam ile ablam, köyümüz Lefkonuk’a dönme hayali içerisinde bu dünyadan göçüp gittiler.

Babamın evi, Kıbrıslıtürkler’in mahallesindeydi…

1964 yılına kadar Kıbrıslıtürk komşularımızla hep birlikte uyum içerisinde yaşadık gittik, ta ki bir ikindi vakti Denktaş’ın emriyle hepsi de oradan ayrılıncaya kadar…

Benim evim kuzeye bakar ve şu anda Köfünye’den Bayan Nevin ve ailesi oturuyor evimizde.

Bak aklıma ne geldi şimdi!

Ebe Areti, nenemin düğününde gumbarosu (gumbarası) idi ve bütün gün birlikteydiler… Hepimizi Ebe Areti doğurttuydu… Areti’nin soyadı Kappa idi ve evi de yolun köşesinde, Siezia deresinin kenarındaydı… Onun evinin hemen yanında da senin Sami dedenin evi vardı, sana dürüstçe söylemem gerekir ki çok iyi huylu bir Kıbrıslıtürk’tü o… Çok güzel bir eşeciği vardı ve bu eşecikle çeşitli işlere koşturur dururdu. Annemin bana şöyle dediğini hatırlarım mesela: “Koş söyle Sami’ye gelsin, Pattihalar’ın değirmenine buğdayımızı taşıması lazım..” Köyde onu hepimiz çok severdik.

Bizim mahallede ayrıca Recep’in ailesi vardı, annemle babamı kızlarının düğününe davet etmişlerdi. Benim annem terzi idi ve Recep’in kızının gelinliğini dikmişti, ayrıca elinde taşıyacağı buketi de annem hazırlamıştı… Geline takılan para ve takıları da hala çok iyi hatırlıyorum…

Recep’in ailesinin karşısında da Mehmetsalih ile karısı Ayşe hanım vardı, Ayşe hanım, anneme işinde yardım ederdi… Annem Bayan Frasso’ya… Emine vardı, çok yoksul oldukları halde, bana pek çok kez yiyecek verirlerdi… Bir diğer aile de Ali’nin ailesiydi.. Daha pek çok Kıbrıslıtürk vardı ancak şu anda isimlerini hatırlamıyorum…

Evimizin yakınında bir diğer aile daha vardı, babaları İngiltere doğumlu bir polis subayı idi, adı da Abdülkadir idi, eşinin adı da Feriha idi, Feriha hanım da aile dostumuzdu… Onlar da İngiltere’ye gitmek üzere mahallemizden ayrılmışlardı… Keşke onları bulabilseniz bana, çok iyi olurdu bu…

Babam Andreas dülger idi, evimizin bitişiğinde atölyesi vardı, çırağı da Melunda’dan Mustafa idi… Eğer Melundalı Mustafa hayatta ise, onunla mutlaka görüşmek isterim…

Bugün artık babamın atölyesi sefil bir durumdadır…

Çok uyumlu biçimde yaşıyorduk ancak her zaman olduğu gibi, aşırı unsurlar fasariya çıkarıyor ve bu da acı, nefret ve kaos getiriyordu…

Eğer istiyorsan bu mektubumu yayımlayabilirsin…

Kıbrıs’a her geldiğimde köyüm Lefkonuk’a giderim ancak oradan her zaman üzüntü, acı ve öfkeyle ayrılırım…

Geçenlerde çok erken vefat ederek aramızdan ayrılan Nitsa Loizu da benim çok sevdiğim bir arkadaşım ve sınıf arkadaşımdı aynı zamanda…

Lefkara’dan yüzyıllık elişi bir nakış yazın için sana çok teşekkür ediyorum.

Her zaman yazılarını okuyorum, inşallah Tanrı izin verir ve güzel yurdumuz Kıbrıs’ta Kıbrıs sorunu artık biter…

İçtenlikle selamlar,

Dimitris A. Şikas, 26 Şubat 2020, Atina.”

 


BAF’TAN HATIRALAR…

 

“Girdama da varık ha!...”

ULUS IRKAD

Geçmişte tanıdığım insanlar… Evet bir belleğimi zorladığımda şu anda yaşamayan binlerce insanı hatırlıyorum. Hepsi de bu elli sene içerisinde ölüp gitmişler.Kendi yaşımı veya ömrümü kapsayan elli sene… Ya da aile olarak son ferdine kadar ölüp gidenler var. Şöyle bir Baf’ın Mutallosun’dan başlayalım önce. Yıllardan 1962 … Orada hatırladığım atları ve arabaları ile hayatını kazanan Hasan Dayı’yı… Lambasuyucu Hasan Dayı (Hasan Tarkuç diye de bilinirdi) çok uzun süre önce öldü. Hasan Dayı’dan lambasuyu almayan mı vardı? Lambasuyu arabasını da beygirleri çekerdi Hasan Dayı’nın. Hasan Dayı’yı Mutallo’dan hatırladığımda daha ikinci evliliğini yapmamıştı. İlk eşinden hatırladığım kadarıyla üç oğlu öksüzdü. 1960’lı yıllarda bazen geceleri hanımını hatırladığında onun mezarına gider ve uyurdu. Bazen de kaybolması akrabalarının telaşlanmasına neden olurdu. Hasan Dayı’nın evinde lambasuyu arabasının yanında yük taşımak için başka bir arabası daha vardı. 1960’lı yılların ortalarında tekrar evlendiğini hatırlarım Hasan Dayı’nın.İkinci eşi de şu anda rahmetli oldu. 1960’lı yılların başlarında bu arabaların yük taşımaya da yaradığını hatırlamaktayım. Hasan Dayı gibi Ağa Mehmet ve Hüseyin Dayı’nın (Hüseyin Gürses) da arabası ve katırları veya atları vardı. Onlar da bazen kum, taş hatta inşaat malzemelerini hatta evlerin eşyalarını taşırlardı at arabalarıyla. Bayağı da iş görürlerdi o zamanlar. Mutallo’da geçimini terzilikle kazanıp ailesini de terzilikten geçindiren Veysi Dayıyı, onun az ilerisinde kalan Doktor lakaplı Ahmet Dayı’yı da anımsarım. Ahmet Dayı, o zamanlar öğretmen olan rahmetli Venhar Keskin’in babasıydı. Hanımı Meryem abla ve kızları Semra Ablayı da hatırlarım. Venhar Keskin de vefat etti. Yine geçen aylarda hanımı emekli öğretmen Gülay Keskin Hanım da artık aramızda yok. Venhar Keskin Mücahit Teşkilatı artık normal ordu düzeyine geçince Baf’ta ilkokul öğretmenliğinden ayrılıp tabur komutanı mevkisine kadar yükselmişti. Sanırım Baf’ın eski teşkilatçılarındandı. Daha ilerilerde Sami Bakkal’ın oğlu İlker abi, eniştesi rahmetli Niyazi Tomson’u ve hanımı rahmetli Seyyan Abla ile çocuklarını da unutmadım ( oğluları Ufuk da geçen aylarda vefat etti) . Biz mahalledeki çocuklarla oynardık veya mahalle mahalle savaşlar yapıp o zamanki şartlarda şiddet yansıması olan taşları savururduk birbirimize. Bizi ayıran yolun biraz uzağında dülger Hasan vardı. Onun çocukları da bizim gibi epey haşarıydı (Dülger Hasan da, Hanımı da öleli çok oldu). Mutallo’ya biz Baf Konyası’ndan gelmiştik. Baf Konyası’nda da bir Türk mahallesi vardı. Şu anda Maraş’ta komşumuz olan Nuri Sılay (Dülger) o mahallede kalırdı. Yine şu anda ikisi de rahmetli olan Fehmi Dayı ve kardeşi İsmet de aynı mahallede kalırdı (Fehmi Dayının arkasından hanımı da vefat etti). Dayım Zafer’in hanımı Ayşe Yengem onların kızkardeşleriydi ki aynı aile Baf’ta “Barsakcılar” diye bilinirdi (İkisi de şu anda rahmetli). Baf’ta hamam işleten rahmetli Barsakcı Naciye abla da onların kızkardeşiydi. O mahallede Kıbrıslırum çocuklarıyla da oynardık. Bazen mahalle mahalle birbirimize savaş açıp taşlaşma da olurdu ama hatırladığım kadarıyla olay Türklük-Rumluk kavgası değildi. O mahallede Baf’ın meşhur Kıbrıslırum ailelerinden Çelebolar da kalırdı. Çelebolar hatırladığım kadarıyla oniki kardeştiler. Ailede kızlar azdı ve daha fazla erkekler hakimdi.  Ailenin esas babası Büyük çelebo ise hatırladığım kadarıyla tarımla da ilgilenirdi. Biz, o mahallede,babam öğretmen olduğu için hep kendimizi kiracıydık.Babam bahçe işlerini Çelebolara yaptıtırdı ve bu ailenin fertleri aşırı Yunan Milliyetçisi bilinmelerine rağmen gerek babamı gerekse annemi çok sevip sayarlardı. Mahallede bir sorun yarattıklarını da görmedim. Oradan taşındıktan sonra,1974 yılına kadar da kiracıydık. En son Yıldız Otelin arka tarafında kaldık. Orasının sahibesi Mazlume Hanım’a (Ölümü 1963 öncesi olması gerekiyor) aitti o ev. Kumaşçı Topal Salih diye bilinen ve o yıllarda vefat eden Salih Dayı’nın kızı babamın öğrencilerinden Aysel Başaran ve ailesi 1967 yılında o evi Avustralya’ya gitmek üzere terk edince, babamın öğrencisi Aysel Başaran, anahtarı bize bırakmıştı çünkü o günlerde kaldığımız ev son derece ilkel, iki odalı bir küçük hanaycıktı. Aysel abla durumumuzun kötü olduğunu bildiği için öğretmenine bir torpil geçmişti. Yoksa o günlerde evler çok az olduğu için bu tip evlere yerleşmek Sancaktarlığın veya Mücahit Teşkilatının iznine bağlıydı. Ben Aysel Başaran’ın abisi Ulusay Başaran’ı da Baf Kurtuluş Lisesi’nin bandosunda nefesli aletleri çalarken hatırlamaktayım. O da ailesinden önce Avustralya’ya göçetmişti. Sözü geçen ailenin büyük kızlarının da orada olduğunu daha önce duymuştum. Ülkü Yurdu Mahallesi’ne işte böyle avdet etmiştik sonunda. Açıkçası Baf’ın her semtinde ikamet etmiştik anlayacağınız. Daha önce kaldığımız Albayrakların ( Sinanların) evini terk ederek gittiğimiz Sağır’ın evi denilen tam “Babagoççino” denilen ve Rum mevzilerinin bulunduğu binanın yanıydı ki oradaki Kıbrıslırum fanatikler her gün babamı vuracaklar diye tehdit ederken, aynı zamanda bir gece de Teşkilatçılar eve gelerek evi boşaltmamızı istemişler ve babamı kum torba mücahit mevzilerini dağıttı diye suçlamışlardı. Evden çıkmamızı istemişlerdi. Babam yeni taşındığımız bu evde 1964 yılından kalan torba mevzileri yıkıp evin avlusunu temizlemek isteyince teşkilatçılar da niye mevzileri yıktık diye onu suçlamışlardı. Anlayacağınız iki taraftan da tehdit altındaydık.

O dönemlerde hatırladığım (1967 yılı) ilginç bir adam vardı. “Girdama da varık ha” derlerdi ona. Elinde sepeti, başına sardığı beyaz kumaşı, pantolon diye giydiği eski kısa çakşır ve dizlikleri ile ovalardan bulduğu girdama bitkilerini satan ihtiyar bir adamdı “Girdama da varık ha !”. Türkçeyi iyi konuşamadığı,“Girdama var ha!”  yerine bunu söylediği için ona bu ismi takmıştı Baf halkı. Girdama bitkisi Baf’ta deniz kenarında bulunan ve de yemeğiyle turşusu yapılan ve lezzetli olan bir bitki çeşidiydi. 1967 yılındaki Baf halkı onu öyle tanıyordu. Sonra bir anda Geçitkale Olayları patlamış, mücahitler alarma girmiş, onlarca Baflı yollardan toplanarak alınmış ve kayıplar listesine girmişti. Tabi bu arada “Stenili Andrea” denilen Rum’un Koloni (Yolüstü) denilen yol üzerindeki Kıbrıslıtürk köyündeki düğün alayına ateş ederek bir Kıbrıslıtürk genci öldürmesi ve de oradaki yaşlıların yaralanmasına sebep olmasıyla, bu olaya misilleme olarak Susuz Köyü infaz Teşkilat grubunun, Colecera’dan Baf’a gitmekte olan bir taksiyi pusuya düşürmesi ve bir hamile kadınla oğlu ve de bir şöförü katletmesi de, kayıpların meydana gelmesine sebep olması, ayrı ve hatırlanması gereken bir olaydı. Olayda öldürülen şöförün ise 1963-64 olaylarına karşı olan bir Kıbrıslırum olması da ayrı bir dramdı. Hele hele hamile bir kadının, 21 yaşındaki oğluyla bu katliamda kurban edilmesi  ise ayrı bir trajediydi.

“Girdama da varık ha!” işte bu olaylar sırasında kayboldu. O günlerde babam ona Girdama siparişi vermiş ve annem de Girdama yemeği yapma hazırlıklarına başlamıştı. Unutmadan yazayım babam ölene kadar hep pipo içerdi (Kalp krizi geçirdikten sonra bıraktı). Baf Kurtuluş Lisesi öğretmenlerinden rahmetli Necdet Nereli de babam için yapmış olduğu bir pipolu karikatürde  şöyle yazmıştı “Piposuyla konuşuyor”. Yani babamla piposu vazgeçilmez iki arkadaş gibiydiler. “Girdama da Varık ha” girdamaları toplamış ve nerede kaldığını bilmediği babamı Baf’ta bulmaya çalışıyordu. Mahallenin meşhur berberlerinden Seyfi Atadeniz’e giden bu adam Seyfi abiye aynen şöyle demişti Rumca: “O ağzında tabanca taşıyan adamın evi nerede? Ona Girdama getirdim de…”

Mücahitlerin mevzilerini ortadan kaldırıp alarma son vermeleri gerektiği söylenen bir gün Baf’a da acı bir olay haberi gelmişti. Dönem efsane olarak bilinen Demir Adam dönemi… Demir Adam (Kamil Doğan) Baf’ta Sancaktar… Günlerdir kayıp olan “Girdama da Varık ha!”nın cesedi Baf Dereağzı mevkiinde bulunmuştu. Kimisi onun olaylar nedeniyle öldürülüp denize atıldığını kimisi ise arada sırada denize girdiğini ve o Kış dalgalı bir denize girdiği için boğulduğunu söyledi. Olay bundan tam 53 sene önce geçti. Kıbrıs’ın unutulan veya belki de boğulduğu haberi bir küçük gazete küpürüne bile girmeyen ve hayatta yaşayıp yaşamadığı bile bugün unutulan bir adamın ölüm ilanı bile yok, bu olay o yıllarda on yaşında olan ben denizin hafızasında da öyle kaldı. Bu ülkeden bir de “Girdama da Varık ha!” diye zavallı bir Baf köylüsü gelip geçti…