Larnaka mezarlığının dışı, olası “kayıp” mezarlar için iyice araştırılmalı...

Sevgül Uludağ

HATIRLATMA... HATIRLATMA... HATIRLATMA... HATIRLATMA...

Larnaka bölgesinde bazı “kayıplar”ın Larnaka mezarlığının dışına gömülmüş olabileceği yönünde bundan beş yıl önce yayımladığımız bir yazımızı ve ondan önce de mezarlık dışına bazı “kayıplar”ın gömülmüş olduğu yönünde bazı okurlarımızın anlattıklarını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz...

Larnaka’dan “kayıp” kunduracı Süleyman Aspri’nin Larnaka mezarlığının dışına gömülmüş olduğu yönünde bir okurumuzun anlattıkları vardı. Bir diğer okurumuz ise başka bazı “kayıp” şahısların, Larnaka mezarlığı dışına gömüldüğü yönünde anlatılanları aktarmış ve Kayıplar Komitesi ile bize yıllar önce bazı olası gömü yerlerini göstermişti.

“Kayıp” Süleyman Aspri’yle ilgili olarak da bir diğer okurumuz, yıllar önce Larnaka mezarlığı dışında olası bir gömü yerini göstermiş ancak yapılan kazılarda herhangi bir bulguya rastlanmamıştı.

Bu konuda Larnakalılar’ın yoğun biçimde “Mezarlığın dışına bazı “kayıplar”ı defnettiler” şeklinde anlatıları dikkate alınarak, bu anlatılanlar ve bölge iyice araştırılmalıdır diye düşünüyoruz...

Beş yıl önce bu konuda kaleme almış olduğumuz bir yazıyı ve küpürünü de okurlarımızla bir kez daha paylaşmak istiyoruz. Böylece Kayıplar Komitesi’ne de bu hatırlatmayı yaparak, bu konuda yürüttükleri araştırmalara yardımcı olmak istiyoruz...

LARNAKA MEZARLIĞI DIŞI İYİCE ARAŞTIRILMALI...

“Larnaka’dan “kayıp” kunduracı Süleyman dayı, Larnaka mezarlığının hemen dışında gömülüdür…”

Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Larnaka’da Kunduracı Süleyman Dayı’nın vurulmasını hatırlıyorum. Ben o zaman dokuz yaşındaydım ve Süleyman Dayı babamın çok samimi arkadaşıydı. Şu anda mezarı, Larnaka mezarlığının ön cepheden sağ dış kısmında mezarlıktan yaklaşık beş metre ileridedir.

1963’te TMT tarafından vuruldu ve ben o çocuk yaşta olayı gördüm… Oraya gömüldükten yaklaşık üç yıl sonra üzerine beton döküp mücahitlere koğuş yapmışlardı…

Olay ise çok farklı ve tamamı ile haksız bir durumdu… TMT içinde sırf kariyer, komutanlık vs. gibi işler için birbirlerine iftira atan, ihbar eden kişilerin sebep olduğu cinayetlerden biriydi…

1974 yılına kadar o koğuş oradaydı ama geçen yıl oraya gittiğimde orada koğuş falan yoktur, tamamıyla temizlenmiş. Gene da beton kalıntılardan bulunabilir…

Mezarlığın üst kısmında, tepenin üstünde, Artemis yoluna bakan tepelerde karşılıklı Rum ve Türk mevzileri vardı. Koğuş ise aşağıda, mezarlığın köşesindeydi.

Süleyman Dayı, bir oyuncakçı dükkanı ve hemen karşısında ayakkabı satış yeri olan Aylazaro kiliseninin yanında iki dükkanı olan bir adamı. Aslı Leymosunlu’dur, sanırım Dohni doğumludur ama Leymosun’da ya da Zigi’de (Terazi) yaşardı. Kunturacı Süleyman diye bilinir…

Leymosun’da karısından ayrıldıydı ve sonra Larnaka’ya geldiydi ve yalnız bir kadın olan Fatma abla ile evlendiydi. Ondan hiç çocukları olmadı. Eski hanımının Omorfo’da bir oğlu vardı…

Süleyman Dayı bir tarihte yeraltı dünyası insanlarıyla tanışmıştı - sonra da kaçak silah tedarik etmeye başladığı anlatılıyordu. TMT’ye de silah temin ettiği söyleniyordu.

1963’te gece yarısı dükkanına gitti, arka kısımdan delik açarak oradaki silahları alıp Larnaka’da TMT’ye teslim etti. Genellikle tabanca türü şeylerdi.

Sanırım 28 Aralık’ta ateş-kes vardı.

Biz, Tuzhane yolu denen evimizin diğer tarafında, arka mezarlık yolunda kardeşimle oynuyorduk… Süleyman dayının Vauxhall arabasını gördük, yeşil, eski bir arabaydı ama süren farklı bir kişiydi… Süleyman Dayı arka koltukta, siyah-beyaz pijamaları ve elleri arkadan bağlı, yarı yüzüstü yatık, yanında silahlı biri vardı. Babama haber verdik, babam bisikletine bindi, peşlerine düştü… Maalesef ne yaptıysa ikna edemedi… Onu orada, mezarlığın dış kısmında, köşede vurdular… Daha sonra Rumlar’a silah sattığı söylendi… Şimdiki aklımla zaten adam o işleri Rum bağlantıları ile yapabilecek bir durumdu. Yani Rum ve Türk bağlantısı olmadan ya da polisle, gümrükçülerle işbirliği olmadan bu silah temin işini yapamazdı ki… TMT zaten bu durumu bilirdi…”

Bu okurumuzun Larnaka’dan “kayıp” bu Kıbrıslıtürk’le ilgili anlattıklarından ötürü çok teşekkür ederiz.

Bundan on yıl önce yani 2006’da bu sayfalarda  “kayıp” Süleyman Aspiri’yle ilgili olarak geniş yayın yapmış ve kardeşi Yaşar Aspiri’yle röportajımıza yer vermiştik.

Süleyman Aspiri’nin kardeşi Yaşar Aspiri, kardeşinin öyküsünü anlatmış, onun Babutsalar’da öldürülüp gömülmüş olduğunu duyduğunu aktarmıştı.

Bir okurumuzla birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine 2009 yılında Larnaka mezarlığı dışındaki olası gömü yerlerini de göstermiştik…

Şimdi bu okurumuza “kayıp” Süleyman Aspiri’yle ilgili paylaştığı bu yeni bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum…”

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler... Sevgül Uludağ – 23.2.2016)


BASINDAN GÜNCEL...

 

“Ver Lefter’e, yaz deftere...”

Şeyhmus Diken

Eskiler der ki “İnsan Askerlik ve Mahpusluk günlerini asla unutmaz. Asıl dostluk o günlerde yani insan “dar yerde iken belli olur”. Onun Diyarbakır askerlik günlerini hatırlayanlar onurla, gururla “ver Lefter’e yazsın deftere” sözünün müellifleri olduklarını hâlâ dillendirirler.

Sadece futbol dünyası ile ilgili olanlar değil, geniş kitlelere de sorduğunuzda adını telaffuz ederek Lefter derler. Bir de “ver Lefter’e, yaz deftere” derler.

Adı, aslında Rumca’da “Özgür” anlamına gelen Elefterios. Arnavutluk’tan Büyükada’ya göçüp Balıkçılık yapan Hristo ile Argiro’nun ilk çocukları Panani’den sonra doğan ikinci çocukları.

22 Aralık 1924 düşülmüş doğum kaydı olarak. Ve hep işin kolayına kaçılarak kısa adı “Lefter” olmuş. Öylece de bilinmiş. Soyadı da “Küçükandoniyadis.”

Dünyası adeta top olmuş, yaşadığı Ada’da ayakkabısı yıpranıp da balıkçı Hristo babadan dayak yememek için bezden kendisinin yaptığı toplarla çıplak ayakla hayli top peşinde koşmuş. Ve sonraki yıllarda iki ayağıyla birlikte çıplak olarak top koşturması tekniğine çok yaramış.

“Futboldan kim adam oluş ki…”

Topa bunca ilgisi önce Büyükada sonra da Adalar takımında yer almasını sağlamış. Futbolla ilgili herkeslerin gözü Lefter’in üzerindeyken ailesi hep soğuk davranmış. Hatta annesi “futboldan kim adam olmuş ki sen de olasın” demiş!

Tabii aileye rağmen ısrar, sonuca ulaşmasını sağlamış, daha 17 yaşındayken yaşı büyütülerek 1941’de Taksim Spor Klübü Lefter’i kadrosuna dâhil etmiş. Taksim spor klübü de az buz değil o yılların İstanbul’unda. Nor Şişli Eseyan ile Güneş takımlarının birleşme kararı ile birlikte Beyoğlu Ermenileri tarafından kurulur Taksim Spor Kurulu.

Hemen kuruluş sonrası Taksim’in Taksim olduğu yıllarda İki yıl Taksim’de top koşturmuş Lefter. 1943’te askere alınmış. Askerliğini Diyarbakır’da yapmış hem de dört yıl.

Diyarbakır’da askerken de futbolla olan bağını hiç kesmemiş. O yıllarda iki ayrı şehir mekânı Lefter’e yer olur. Biri Saraykapı’daki İçkaledir.

Diğeri de Askeri birliklere giysi üreten bir mekân olan şimdilerin hayli popüler Suriçi Mardinkapı girişindeki Kervansaray Oteli Lefter’in karargahı olur. Hac yolcularının 16. yüzyıldan beri toplanma mekânı olan tarihi Deliller Hanı’nda  bir günün hikâyesi ile sürdürelim isterseniz.

Sene 1944, mevsim sonbahar. Askerde Lefter’in ilk yılı. Çocukluktan beri Sarı-Lacivert renklere ve bu iki rengin takımı Fenerbahçe’ye hasta. Askerlik öncesi Taksim’de top koştursa da dönüşte ne yapıp edip Fenerbahçeli olma hülyası var.

Bu sebeple Diyarbakır’a ulaşıp da birliğine teslim olduktan ve kentle tanıştıktan hemen sonra kentin o yıllardaki futbol takımlarından bile isteyerek Ayspor’a yazılır. Yıllar sonra “Neden Ayspor” diye soranlara da “Diyarbakır’ın Sarı laciverdi Fenerbahçe’si ayspor’du da ondan” der.

Lefter’in Ayspor’da top koşturduğu yıllarda Ayspor iller arası Türkiye müsabakalarında Türkiye üçüncülüğünü kazanarak Diyarbakır’da bir ilki gerçekleştirir.

Ve Ayspor bu vefayı asla unutmaz. Lefter’in vefatından sonra kentin bir başka spor klübü Hançepekspor maçına kolları siyah bantları ve sarılaci formalarıyla çıkarlar Aysporlular sahaya ve maç başlamadan önce de takımdaşları Lefter’in anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunurlar.

...  Tez zamanda sadece birliğinin değil, Diyarbakır’ın da sempatisini kazanır. Eski Diyarbekir’de kaya tuzu ve buzla dondurma yapan o yılların meşhur Dondurmacısı “Efo Dayı” anlatırdı: “Lefter iyi müşterimdi, çarşıya her çıktığında rahat yarım kilo dondurmamı yerdi.” Hatta bir seferinde Aysporla Karagücü maçında birinci devre Ayspor’un, ikinci devre de Karagücünün formasını giyer ve herbirine ikişer gol atar. Maç da iki, iki biter. Maçtan sonra Efo dayının dondurmasını yer. Efo dayı o gün için “dondurma parası almadım” diye anlatmıştı.

Diyarbakır karması, Mersin karması ile maç yapmaya gider, ‘Lefter’siz olmaz!’ derler. Lefter’i “tebdili kıyafet” ile Diyarbakır karmasına katarlar ve Mersin’e giderler. Ne var ki maçta 25 metreden attığı muhteşem gol sonucu sahte lisans foyası ortaya çıkar ve Diyarbakır karması “hükmen yenik” sayılır.

6-7 Eylül Olayları

... Yaşamında olumsuz izler bırakan olaylar da yaşar. Lefter daha 17 yaşındayken 1940’lı yılların henüz başında Müslüman olmayan tebaaya yönelik “Varlık vergisi yasası” çıkarılır.

Öyle bir yasa ki varlıklı olmaktan yoksulluğun en dibine düşürülme hâlidir yasanın uygulaması. Vergiyi ödeyemeyenlerin sürgün gibi toplama kamplarına, yollarda taş işçiliğine yollandığı yıllardır.

Lefter’in balıkçı babası Hristo çok yoksul olduğundan ve verecek hiçbir şeyi de olmadığından varlık vergisinden kurtulur. Ama akrabalarından hiçbiri kurtulamaz, çareyi terki diyar etmekte bulurlar. Lefter ailesi ile birlikte bir anda yalnızlaştıklarını hüzünle fark eder. Ve o günlerin ne denli acılı, büyük zorluklara kadir olduğunu hayatının son demlerinde belgeselini yapan Nebil Özgentürk’e kamerayı kapattırarak anlatır.

Varlık Vergisi yıllarından tam 15 yıl sonra 1955’de 6-7 Eylül Olayları’nda bir anlamıyla Alman Nazilerinin kristal gecesinin benzerinin tanıklığı düşer bahtına bu kez Lefter’in.

1955 yılının 6-7 Eylül’ünde, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı provokatif haberinin hemen ardından İstanbul’da azınlıklara karşı saldırılar yaşanır. Haberin yalan olduğu kısa süre sonra ortaya çıksa da üç gün içinde birçok Rum, Ermeni, Süryani  vatandaşın ev ve işyerleri yakılıp yıkılarak yağmalanır.

6-7 Eylül Olayları’nda Fenerbahçe’nin as futbolcusu olan ve ülkenin milli formasını da defalarca giyen Lefter’in Büyükada’daki evine de aynı güruh tarafından saldırıda bulunulur. Lefter, eşi ve kızlarının güvenliğini sağlayıp silahıyla kapının arkasına dikilir. Evi taşlanır, boyalar atılır penceresine, kapısına, küfürler-hakaretler edilir “vurun şu gâvuru” diye!

Lefter, ailesine linç korkusunu yaşatanların her birini seslerinden, yüzlerinden kapı arkasından isim isim tanır tanımasına ya, faillerin isimlerini hiçbir zaman açıklamaz.

Yaşadığı o acı olaya dair yalnızca ağzından şu cümleler dökülür: “On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O meşum gün ve gece ise, taşlar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü, harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular, ‘kim yaptı’ diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.” Kadıköy’den Fenerbahçeli taraftarlar duyar teknelere atlayıp ulaşırlar Lefter’e ve “Kim olduklarını tanıyor, biliyorsan söyle, hadlerini bildirelim” derler. “Asla” der ve hiç kimsenin adını anmaz ve ele vermez. Sonrasında da o günlerin ruh halini soranlara “günlerce ağladım, sadece ağladım” der.

Ülke tarihine mal olacak kadar çok sayıda “millilik” ve gol krallıkları yaşadı, yaşattı. 1947 ile 1964 yılları arasında birer yıl İtalya’nın Fiorentina ve Fransa’nın Nice takımlarında top koşturmasını sicilinde sayarsak gönlündeki “Fenerlilik” kendi tabiriyle hani “ben Fener formasını sırtımda değil, başımda taşıdım” dediği hep dipdiriydi.

“Ver Lefter’e yazsın deftere”

Üstelik kadir kıymet bilir bir efendilik. Askerlik dönüşü Fenerbahçe’ye gireceği günler B takımıyla idmana çıkar. O idmanda A takımına dört gol atar ve maçtan sonra duş almadan ortadan kaybolur. Arar sorar ve mekânı Büyükada’da bulurlar Lefter’i. Utangaçtır, ‘ne oldu ki idman maçından sonra ortadan kayboldun’ diye sorarlar. “Onlar benim büyüklerim, abilerim onlara dört gol attım. Soyunma odasında onların yüzüne nasıl bakabilirdim” der.

Eskiler der ki “İnsan Askerlik ve Mahpusluk günlerini asla unutmaz. Asıl dostluk o günlerde yani insan “dar yerde iken belli olur”. Onun Diyarbakır askerlik günlerini hatırlayanlar onurla, gururla “ver Lefter’e yazsın deftere” sözünün müellifleri olduklarını hâlâ dillendirirler.

...  Türkiye’de top koştururken kimi ırkçı fanatiklerce “Rum tohumu” olarak yaftalanan, Türkiye milli forması ile Yunanistan milli takımına karşı sahaya çıktığında da Yunanlı ırkçılarca “Türk tohumu” olarak hakarete uğrayan, ama ırkçılara inat geniş kitlelerin gönlündeki tahtı, bahtla hep zirvede duran Elefterios (Lefter) Küçükandoniyadis (22 Aralık 1924 – 13 Ocak 2012) 9 yıldır Büyükada’daki Rum Ortodoks Mezarlığında yatıyor. Ruhu şad toprağı bol olsun ustanın…

Ve şimdi şarkının sözlerinde dile gelen “Bitti kalem, doldu defter. Ver Lefter’e yaz deftere. Efsaneler ölmez Lefter…” derken, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun İstanbul destanındaki dizeleridir ona dair ve akıllarda kalan;

“İstanbul deyince aklıma stadyum gelir.

Kanımın karıştığını duyarım, ılık ılık.

memleketimin insanlarına

Daha fazla sokulmak isterim yanlarına.

Ben de bağırırım birlikte

Avazım çıktığı kadar.

Göğsümü gere gere.

Ver Lefter`e yaz deftere…”

(BİANET.ORG – Şeyhmus DİKEN – 29.1.2021)