Kutlu Adalı Cinayeti ve Rejimin Çöküşü

Niyazi Kızılyürek

 

1996 yazıydı. Kuzey’e geçmeme izin verilmediği için Ailemle görüşmek üzere İstanbul’a uçmaya hazırlanıyordum. Tehditler aldığım bir dönemdi. Hiç bir yere yalnız gitmeme müsaade etmeyen yakın arkadaşlarımdan Hristakis’in arabasında Larnaka havaalanına doğru yol alırken radyodan korkunç ve sarsıcı bir haber duyuldu: “Kutlu Adalı öldürüldü!” Takvimler 6 Temmuz 1996 tarihini gösteriyordu. Büyük bir korku ve derin bir hüzün içinde İstanbul’a vardım.

Kıbrıs Türk toplumunda son siyasi cinayet yaklaşık 30 yıl önce işlenmişti. 1965 yılında solcu Derviş Ali Kavazoğlu öldürülmüştü. Türk bayrağı adada dalgalandığı gün eylemlerine son vereceğini ve kendini feshedeceğini manifestosuna koyan TMT, 1974 sonrasında siyasi cinayete bulaşmamıştı ama Kuzey Kıbrıs’ta zaman zaman bombaların patladığı, muhaliflerin arabalarının yakıldığı, parti binalarına kurşun sıkıldığı bir vakıa idi. Bu eylemlerin faillerinin hiç biri açığa çıkarılmadı. Yine de hiç kimse siyasi cinayet işleneceğine ihtimal vermiyordu.

Kutlu Adalı’nın öldürülmesi toplumda öfke kadar korku da yaratmıştı. Bu cinayet yeni bir şiddet döneminin başlangıcı mıydı? Öyleyse, sırada kimler vardı? Adalı, 1974 sonrasında Kıbrıs’ta barış şiarına yürekten bağlanan, iki toplumun bir arada yaşamasını savunan, militarizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkan cesur bir gazeteci ve angaje bir entelektüeldi. Kendisini şahsen yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Öğrencilik yıllarımda yurtdışından Kıbrıs’a geldiğimde mutlaka Adalı’ya uğrar, uzun uzun sohbet ederdik. Bir zamanlar TMT saflarında yer alan Kutlu Adalı, başka bazı TMT üyeleri gibi, 1974 sonrasında büyük bir düş kırıklığına uğramış ve Kıbrıs’ın birliği fikrine yönelmişti. Türk milliyetçiliğinin söylemleri karşısında “Kıbrıslı” kimliğini ön plana çıkaran Adalı, gazetelerde muhalif yazılar yazıyor, barış ve kardeşliği savunuyordu. Köşe yazılarının yanı sıra, beğenerek okuduğum bir çalışması da “Dağarcık” başlığı altında yayınladığı etnografik kitabıydı. Adalı bu eserinde özellikle kırsal alanda süregiden yaşamı ayrıntılarına varıncaya kadar betimlemişti. Erkeklerin hayvanlarla “cinsel maceralarından” göç olgusuna, pek çok toplumsal olguyu büyük bir iç görü ile gözler önüne sermişti.

Kutlu Adalı’nın öldürülmesi karşısında sessiz kalamazdım. Korkmama rağmen mutlaka bir şeyler yapmak istiyordum. Sonunda, İstanbul’da çıkan “Söz” adlı dergiye bir yazı yazmaya karar verdim. Kendi adımla yazmaktan çekindiğim için Mustafa Yasemin imzasıyla 13 Temmuz 1996 tarihinde yayınladığım “Kıbrıs’ta Taksim ve Terör” başlıklı yazıda şöyle diyordum: “6 Temmuz gecesi Kutlu Adalı evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Kıbrıs’ta 31 yıl aradan sonra işlenen bu siyasi cinayetle Kutlu Adalı aramızdan ayrıldı. Bundan önce işlenen siyasi cinayetlere kurban giden Kıbrıslı Türklerle Kutlu Adalı arasında o kadar çok benzerlikler vardır ki, rahatlıkla bir siyasi cinayet geleneğinden söz edilebilir. Seçilen kurbanların hepsi de Kıbrıs’ta resmi politikaya ve milliyetçi projelere karşı çıkan kimselerdi. Bugüne kadar öldürülen Kıbrıslı Türklerin tümü de Kıbrıs’ı etnik Türk milliyetçiliğinin “Yavru Vatan” söyleminden kurtarıp yurt yapmaya özen göstermişlerdir. Kıbrıs Türk toplumunu “Türklük Dünyasının” ayrılmaz parçası sayan ve onu salt “Dış Türkler” kavramı içinde ele alan Türk milliyetçileri, etnik kökene göre değil, siyasi seçenek ve iradeye göre politika üreten Kıbrıslı Türk demokratlarına karşı acımasızca saldırmışlardır. Kutlu Adalı’ya kimin kurşun sıktığı önemli değil. Demokrasi terbiyesinden yoksun bağnaz Türk milliyetçileri bu cinayetin suç ortağıdırlar. Kutlu Adalı’nın cenaze töreninde atılan ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ı yurt yapma mücadelesini ifade eden sloganlar, Pan-Türkçülere bir yanıttır: ‘Yaseminlerimizi Koparamazsınız!’, ‘Bu Memleket Bizim!’ Yasemin Kıbrıs’ı simgeliyor. ‘Bu Memleket Bizim’ sloganı da Pan-Türkçülere yol veriyor. Evet, Kıbrıs Kutlu Adalı’nın yurduydu. O kendisini bir “Dış Türk” olarak görmüyordu. Bunun bedelini hayatıyla ödedi ama Kıbrıs Kıbrıslılara biraz daha çok yurt oldu. Kutlu Adalı’nın öldürülmesi, alttan alta devam eden büyük kavgayı su yüzüne çıkardı: Bilinçlerini Orta Asya’daki “köklerinden” besleyenlerle Kıbrıs’ın yaseminlerinden besleyenler arasında bir kavgadır bu. Bu, Kıbrıs’ı yurt yapmak isteyenlerle yavru vatan yapmak isteyenler arasında bir kavgadır. Kutlu Adalı öldürüldü, Kıbrıs adası daha çok yurt oldu.”

Yazıda, Kıbrıslı Türklerin artık Taksim tezinden uzaklaştığını da ileri sürerek şöyle diyordum: “Kovulan Rumların mülküne konan ganimetçi önde-gelenler, yeni-türedi tüccarlar Kıbrıs’ın kuzeyinde taksimin tadına varırken, geniş kalabalıklar giderek daha mutsuz olmaya başladı. Muhalefetin önemli bir kesimi sisteme entegre edilmiş olmasına karşın, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu taksim politikalarının gazabına uğradı. Kimi göç yolunu tuttu, kimi de KKTC ile özdeşleşmekten vaz geçti. Taksimi kutsayan milliyetçi tarih tezi inandırıcılığını bütünüyle yitirdi. Kıbrıslı Türkler yüzlerini ‘Kurtarıcı Türklükten’ federal Kıbrıs devleti ile Avrupa Birliğine çevirdi. (…) Tarih sahnesine çıktığı günden beri Kıbrıslı Türkler üzerinde baskı oluşturan, korku salan Taksim her şeye karşın tarihten vize alamadı. Kırk yıllık serüveni boyunca iyiden, güzelden, özgürlükten yana hiç bir şey yapmamış olan Taksim Projesi, özellikle son yıllarda ‘meşruiyetini’ iyice kaybetti ve Kıbrıslı Türklerin kurtulmak istediği bir ‘bela’ olup çıktı. Kutlu Adalı, toplumun Taksim belasından kurtulma tutkusuna öncülük etmiş, ısrarla barış ve demokrasiyi savunmuş biridir. Taksim Kıbrıslı Türklerin vicdanında meşruiyetini yitirirken Kutlu Adalı çoğaldıkça çoğaldı, binlerce Kıbrıslı Türkün özlemiyle bütünleşti. Tarih önünde yenik düşünler Kutlu Adalı’ya saldırdı. Fakat Kutlu Adalı Kıbrıslı Türklerin geleceği oldu, Taksim toprağa verildi.”

Gerçekten de Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden sadece bir iki yıl sonra Kıbrıslı Türkler kitleler halinde sokağa dökülecek, barış, demokrasi ve AB üyeliği için haykıracaklardı. Kıbrıs Türk toplumunu “soydaş” sayan ve “Türklük Dünyasının” iradesiz bir uzantısına indirgemek isteyen siyasi yapı büyük bir başkaldırıyla sarsılacak, “yaseminler” çiçek açacaktı…