Kültür mirası ve tarih bilinci *

Tamer Öncül

Cumhuriyet gazetesinin 1 Ekim Pazar sayısında Leyla Tavşanoğlu’nun Prof.Dr. Sencer Şener’le yaptığı söyleşiyi okumayanlara, bu söyleşiyi okumalarını öneririm…

Akdeniz Üniversitesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri bölümü başkanı olan Prof.Dr. Şener, Kültürel-tarihsel mirasa sahip çıkmala tarih bilincinin nasıl yaratılabileceğini ve çarpık kültür politikalarının açmazını çarpıcı cümlelerle ortaya koyuyor bu söyleşide…

Sular altında kalacağı için gündem olan Zeguma’nın 30 yıldır bilindiğini; ama ciddi anlamda hiçbirşeyin yapılamdığını; buradaki tarihi zenginliğin yağmalanmasına göz yumulduğunu söyleyerek; şöyle sürdürüyor konuşmasını…

“ Toplum olarak şuurlu bir tarih bilincimiz yok. Bunun nedeni de kültürel kaynaklarımızı yeterince değerlendirmeyişimizdir. Arkeologlar buldukları eserlerle ilgili yayın yapacaklar ki(bu yayınların bilinen araştırma tembelliği yüzünden yapılmadığını söylüyor Şener) eski çağ tarihçileri, filologlar bunları değerlendirecek. Ondan sonra bunlar alınıp üniversite kademelerinde öğrencilere ders olarak anlatılacak. İlkokul, ortaokul ve lise tarih kitaplarına geçecek ve öğrenci o kültürle feyizle yetişecek.
(…) anayasada ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel mirası Hitit’ten Roma’ya, Roma’dan  Selçuklu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar bir bütündür’ ibaresi yer alsa o zaman hiçbir politik erk, ‘Biz Müslümanız. Bizim tarihimiz Anadolu’da 1071’den başlar. Biz Hazreti Muhammet’le birlikte varız’ diye tutturamaz.

Prof.Dr. Şener, “Arkeolojicilik oynuyoruz, ama iş bilimsel araştırma yapıp yazı yazmaya gelince, hemen kabuğumuza çekiliyoruz. İşin sadece gösteri, imaj tarafındayız. Kafamızı çalıştırıp Bizans tarihine bile sahip çıkmıyoruz, üniversitelerimizde Bizantoloji kürsüleri kurmaya yanaşmıyoruz. Fener Rum Patrikhanesi’ne ‘fesat yuvası’ gözüyle bakıp Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmaya da yanaşmıyoruz. Bu kafalarla mı Avrupa’nın bir parçası olmaya öykünüyoruz?” diye soran Tavşanoğlu’nun “Yani somut olarak ne yapılması gerekir?” sorusunu da şöyle yanıtlıyor:

“Patrikhane’ye bağlı Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, en azından İstanbul’daki üniversitelerimizde Bizantoloji bölümlerinin kurulması lazım. Bu bölümlerin kurulması sadece Bizans tarihinin araştırılmasına yaramayacak, aynı zamanda Osmanlı devleti tarihinin de araştırılmasına zemin hazırlayacaktır.

Bugün arşivlerimizde pek çok belge hala saklı tutulmakta ve hiç kimseye gösterilmemektedir. Böyle bir akademik yapılanmaya gidilirse bu belgelerin araştırılması gündeme gelecektir. Böylece de Bizans tarihi ve kültürüne sahip çıktığımızı gösteren somut belgeler ortaya konacaktır.(…)

(…) Avrupalı da enayi değil, bunları görüyor. Biz şu anda bunların farkında değiliz, ama Avrupa farkında.”
“Bizim tarihimiz Kıbrıs’ta 1571’de başlar. Biz Osmanlı’yla birlikte bu topraklarda varız…” zihniyetinde olan egemen anlayışla bizim geldiğimiz nokta Türkiye’dekinden farklı mı? Değil… Hatta daha da vahim… “Onlar bizim değil!” anlayışıyla yağmalanmasına göz yumduğumuz paha biçilmez ikonlar bir yana “bizim olan”ı korumak için de kılımızı kıpırdatmadık… Bütün turistik turların zorunlu durağı olan Barbarlık Müzesi restore edilirken Mevlevi Tekkesi’nin yüzüne bakan yok…

Çevremize bir bakalım; Rum’dan kalanlar dışında kaç müze kurduk; kurulu olanlara ne kattık? Yapılan Arkeolojik kazılar sonucu kaç kitap yayınladık?.. Hamasi nutuk bozuntusu “Milli Kıbrıs TürkTarihi” kitapları dışında öğrencilerimize Kıbrıs tarihiyle ilgili ne okuttuk; barbarlık müzesi dışında hangi müzeyi gezdirdik?..
Tarihi-kültürel mirasına sahip çıkmayan toplumlar çağdaş anlamda bir tarih bilinci de oluşturamazlar… İnsanlık tarihinde yer almak; çağdaşlığı, evrenselliği yakalamak bu bilincin oluşturulmasıyla gerçekleşebilir yalnızca…

Yalıtlanmışlığımızın, inandırıcı olamamamızın nedenlerini araştırırken, olayın bu yanına bakmak gerek, herşeyden önce… Yoksa daha çok “bizi anlamıyorlar, bizi yalıtlıyorlar” diye serzenişte bulunacağız tüm dünyaya karşı…    

5-10-2000

• SESLİ DÜŞÜNCELER kitabımdan. Sayfa 81,82.
(25-29 Nisan tarihlerinde Yurt dışında olacağım için eski bir yazımı kullandığım için okuyucularımdan özür dilerim… Hoş bu gün yazacak olsam yine aynı şeyleri yazacaktım… Peki, 13 Yılda değişen hiçbir şeyin olmamasının özrünü kim dileyecek?)