Külliye sadece bir "bina" değildir!

Aslı Murat

Demokrasiden uzaklaşmış, hak ve özgülükleri yok eden zorba yönetimlerde simgeler önemlidir. Onlar hem iktidarın nişanıdır, korunup kollanırlar hem de bir güç nesnesi olarak kurgulanırlar. Mesela İran İslam Cumhuriyeti için zorunlu kıyafet yasaları öyledir.

13 Eylül’de Masha Amini’nin, başörtüsünü İslami kurallara uygun bağlamadığı gerekçesi ile tutuklanması ve polis nezaretindeyken ölmesinden itibaren başlayan toplumsal hareketler her geçen gün etkisini arttırıyor. Hemen hemen herkes, rejimin temeline yönelen bir isyandan bahsediyor. Hatta Masih Alinejat isimli sürgünde yaşayan İranlı bir gazeteci, “zorunlu örtünme kuralının” ortadan kalkmasının, Berlin Duvarı’nın yıkılması gibi bir etki doğurabileceğini söylüyor. Kısacası sistemi ayakta tutan kirişlerden en önemlisi.

2005 yılında Ahmeti Necat’ın cumhurbaşkanlığı döneminde, “irşat devriyesi” diye bilinen ahlak polisi faaliyete geçti. Güvenlik güçlerine yardımcı olmak üzere, halkın yoğun olduğu park, alışveriş merkezi ve meydanlarda daha fazla boy gösteriyorlar. Ne mi yapıyorlar? Kılık kıyafet denetiminden, hal – tavır gözlemine, insanların ne yiyip ne içtiklerine kadar bir izleme kapasiteleri var. Eğer kendilerine göre şüpheli bir durum tespit edilirse, şahsı öncelikle ikaz ediyorlar, eğer sorun çıkarırsa tutuklayıp karakola götürüyorlar ve ona baskıcı dini vaazlar veriyorlar. Karakol yanında ıslah evine gönderilen kadınlar da var. Alıkoyulan kadınlar, ailelerinden bir erkek tarafından karakoldan teslim alınabiliyorlar. Yalnız ayrılmasına izin verilmiyor.

Kurallar böyleyken, her zaman bizim bilgimize gelmese bile, İran’da gerek sosyo-ekonomik protestoların bir parçası olarak gerekse kadınlar tarafından, tüm bu uygulamalara yönelik mümkün olduğu ölçüde karşı çıkılıyor. O koşullarda ülkeden sürülmeyi – öldürülmeyi göze alan İranlılar, mücadele etmeyi asla bırakmıyor.

Tam da bu sebeple Molla Rejiminde ciddi bir kırılma yaşanıyor. Olaylar sadece Tahran, Şiraz, İsfahan gibi büyük şehirlerde değil, aşırı muhafazakâr iktidarın güçlü olduğu Meşet ve Kum gibi şehirlere de yayılmış durumda. En az 83 şehirde etkili olduğu söyleniyor.

İlerleyen günlerde ya iktidar eylemleri durdurmak için kendi halkına karşı uyguladığı şiddetin dozunu arttıracak ve çok sayıda insan hayatını kaybedecek ya da yobazlığın dozunu azaltmak zorunda kalacak. Uzmanların dile getirdiği üzere, iktidarın bir dönüşüm sağlamaması halinde, uzun süre ayakta kalabilmesi mümkün değil. Ama bugün hala geri adım atılmış değil, çünkü zorunlu örtünme kuralı ciddi bir siyasi simge.

***

İran’dan Kıbrıs’ın kuzeyine gelecek olursak. Buralarda da durumlar pek parlak değil. UBP – YDP- DP hükümetinin en önemli icraatı, hukuksuzluğu kural haline getirmek. Sivil toplum örgütleri, Cumhuriyetçi Türk Partisi ve sendikalar hükümetin attığın adımları Mahkemeye taşımaktan bir hâl oldu. Ne ekonomik haklar, ne çevre tahribatı ne de sosyal özgürlükler umurlarında. Varsa yoksa toplumsal refahı yok edip kendi çıkarlarını doyurabilmek.

Bunun için her türlü rezilliği sergilemeye hazırlar. Teslimiyet bayrağı çekilmiş, irade altın tepsiyle sunulmuş adeta. İşte Külliye inşaatı da bunların arasında dikkate alınacak en önemli simgelerden biri. Sadece bir bina değil, efendiye biat etmenin en somut göstergesi. Bugünden geriye doğru hafızamızı yoklarsak, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.

Maksat Kıbrıslı Türklerin varlığı güçlendirmek değil. Esas hedef, sömürgeci zihniyeti Kıbrıs’ın kuzeyine iyice yerleştirip yaşam alanlarımızı daraltmak ve buraların efendisi benim demek.

Atanmış cumhurbaşkanı ve atanmış hükümet, köle performansını hataya yer vermeden uyguluyor. Hem de gözümüzün içine baka baka. Kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyorlar toplumla. % 6’lık artış verilmesi, verilmemesi, yeniden verilecek olması mevzusu tam da buna örnek.

Sahnenin ışıkları altında kurgulanıp oynanan senaryo bu, peki biz ne yapıyoruz? Külliye sadece Külliye değil dostlar, bunu bilelim. Ona göre gardımızı alıp sokağa çıkalım. Hava alıp eve dönmek yetmez. Değişimi sağlayana kadar devam etmek zorundayız.