Köylüleri neden sevmeli?

Neşe Yaşın

Kıbrıs’ın güneyine ilk yerleştiğimde çevrem barışsever, benim gibi düşünen insanlarla doluydu. Görüş ayrılıkları taşıdığım bazı insanları ise içerden konuşan biri olarak kolaylıkla ikna etme yeteneğine sahiptim. Bazen canımın sıkıldığı da oluyordu. Bunların ne tip insanlar olduğunu tahmin edebilirsiniz. Milliyetçilerden çok gizli milliyetçiler. Merkez sağ özellikle, liberal görünüp derinde bir kibir taşıyanlar, tuzu kuru denen insanlar, kimi zaman da merkez soldan kişiler. Beni en çok mutlu eden köylülerle geçirdiğim zamanlardı. Başka bir bilgelik vardı onlarda. Şükrü Erbaş Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz şiirinin sonunda köylülüğe dair bütün olumsuzlukları saydıktan sonra şöyle der:

“Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
                NASIL KURTARALIM? “

Yalnızca son bölümünü alıntıladığım bu uzunca şiirin bütününe katılmamak imkânsız. Köylülüğün problemlerini görebiliyorum ben de. Beni cezbeden köylülerdeki politik yaklaşımı kuşatan çocuksu akıl yürütmeydi belki de. Milliyetçilik rasyonel bir düşünme tarzı değildir. Daha çok duygular ve mitlere dayanır. Köylüler akla yakın olmayanı bir bilgelikle kavrarlar oysa. Politik pozisyonlardan çok gündelik ihtiyaçlar düzeyinde yaklaşırlar meselelere.

İki yıl önce kaybettiğimiz dayım Mustafa Gençsoy’un anlattığı bir hikâye vardı gençlik yıllarının Peristerona’sına dair. Çocukluğumun ilk yıllarının geçtiği Peristerona köyü Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar’ın beraber yaşadığı bir köydü. Yan köydeki Rumlar ile su konusunda bir ihtilaf yaşanmış. Peristerona pek çok Kıbrıslı Türk köyünden farklı olarak biraz dindar bir köydü. Ünlü çifte şerefeli camisi kilisenin yanında gururla dururdu. Buna rağmen hoca ve papazın dostluğundan, barışçıl bir varoluştan söz edilirdi. 1963 başında çekilen bir belgeselde örnek köy olarak gösterilmişti. Yan köydeki Rumlar her sabah suyun yönünü kendi taraflarına çeviriyorlarmış. Sorun bu konuda çıkmış. Bir de mezarlık varmış tam o noktada. Bu durumda ne beklenir? İki taraf arasında bir kavga olması. Köyün dini kanaat önderi Efendi Dayı’nın aklına bir fikir gelmiş. Kıbrıslı Türk gençleri toplamış. Sonradan gerçekleştirilip işe yarayan plan ise şöyleymiş: Gençler beyaz çarşaflar giyip mezarlığa gidecek ve hayalet uğultuları ile suyun önünü kesmeye çalışan komşu Rum köylülerini korkutacak. Ve bu işe yaramış. Her dinlediğimde çok gülerdim.

Geçenlerde en az kanonik şairler kadar prestijli bazı Kıbrıslı Rum Halk Şairleri’nin şiirlerini çevirirken köylülük hakkında düşündüm. Bunlar arasında Vassilis Michaelides 1849-1917 yılları arasında yaşamış. Onun Kıbrıslı Türkçesine çevirdiğim bir şiirini paylaşarak bitireyim yazımı.

PERİ GIZI

Doğduğum memlekette

büyüyüp serpildiğim

ayaklanmaya başladığımda

gorkmazdım yer cücelerinden

saklanmadım bir yerciğe

devam ederdim gezmeye

Bir gün geçerkan bir dereceği

-lanet ederim o güne-

fıstık gibin bir gıza dakıldı gözüm

Düştüm tuzağa yıkıldım ben fukara

Çayıra gurulu bir tuzağa

yakalanan guzu gibi

Parıldadı görünca beni

ve zihnim gamaştı

O gülünca bana

öylesine şavkardı dünya

Yeni gurulduydu sankim cennet

ve galdım oraşta gıbırdamadan

Aha işte oracıkta şaşkın galdım

Unuttum nereşte olduğumu

ve dondum galdım sessizlikte

“Gel arkamdan” dedi

deli gönlüm acıdı

takip ettim onu

Vadileri, ovaları, dağları geçtik beraber

çiçekler ve dikenlerle dolu

Yol bitmek bilmedi

ama yorulmadık hiç

pürneşe idik

Titredi olmaya ki gaybeder diye beni

ben da titredim olmaya ki gaybederim onu

Olmaya ki gonuştum da o gonuştu bağa

susadım ona ve yandım

Ama gorktum dokunayım

olmaya ki şimşek olup çakardık

Sonra vardık bir dağa

cennet gibi göklere uzanan

Yüksekliklerinde ağladık

ve güldük beraber

keskin misk kokusunda

“Eğer varsa cesaretin” dedi

“ve sevdiysan bu hayatı

buraşta gal benimle baş başa”

ve bir kahkaha patlattı

birden hissettim

gırılmakta olduğunu galbimin

Gonuştu ve sırra gadem bastı

yok oldu gözümün önünden

geçip giden yel gibi

Sonra yarıldı galbim

ve kafam durdu

Bir daşa döndüm o zamandan sonra

Beni kemiren bu eziyet

hala gizlidir oraşta

bülbüllerden bile

Aha o zamandan beridir

Ne zaman görsem bir peri gızı

Değiştiririm yolumu

görmesin deyin beni.

MICHAELIDES VASSILIS

( Kıbrıs Halk Şairi)

Çeviri: Neşe Yaşın