Korona günlerinde hayat

Derya Beyatlı

Henüz okumadığım tüm kitapları düşündüğüm zaman, mutluluğumun süreceğine emin oluyorum.
Jules Renard

 

Güzel bir roman, cama vuran yağmurun sesi, kucağında mır mır mırıldayan bir kedi, elinde sıcak bir kahve. Sade, şekersiz.

Delice bir koşuşturmadan es almak, ne kadar sürer bilmeden, sürdüğü sürece keyfine vararak. Aşk gibi…

Felsefenin dibine vurmayı sevsen de, bu kez hiç felsefesini filan yapmadan kabullenmek geleni. Direnmeyi bırakmak, açmak kapıyı yeniye, bilinmeyene…

İzlemek duygularını, sadece izlemek. ‘Yapmak değil olmak’, ‘hareket yerine, durağanlık’, ‘nefes al’ diyen doğu felsefesine sarmak bir kez daha. Bu defa başarmak, ilk kez. Gururlanmak kendinle.

Nedenini niçinini sorgulamadan duramazsın onu biliyorsun da, sonucu kontrol etmeye çalışmadan yaşamak tecrübeyi. Tüm korkularını kilitleyip kaldırmak bir sandığa. Öğrenmenin, büyümenin devam etmesini kutlamak, her yaşta.

Zordur tecrübe diyen bir kitap tercümesine devam etmek ara ara. Keyif aldığın işler yaptığın için ne kadar şanslı olduğunu düşünmek.

‘Şans mı seçim mi?’, ‘Seçimlerimiz ne kadar belirliyor şansımızı, şansımız mı belirliyor seçimlerimizi yoksa?’, ‘Şans diye bir şey var mı, her şey yürekten inanmak, inanarak çalışmak mı?’ ‘Peki ya tesadüfler?’ hesaplaşmasına girmemek bir kez olsun. Gülümseyebilmek sonuca.

Anlamak, bilmek, çözümlemek ihtiyacını bir eski polisin ayak izlerini takip ederek kâh Guillaume Musso’nun, kâh John Verdon’un satırlarında tatmin etmeye razı olmak, başka başka dillerde.

Kapılmak edebiyatın büyüsüne bir kez daha, şimdi tam zamanıdır diyerek Márquez’e çevirmek bu kez rotayı.   

Okumak, yazmak, düşünmek, tüm gün sürecek kitap keyfi. Ertesi gün yine yeniden dönmek sayfaların arasına, yeni bir heyecan ile, büyük bir mutluluk ile.   

Kısmak haberlerin sesini bir süreliğine. Seçime, vaka sayısına, Kıbrıs sorununa, kapanan kapılara, gidene gelene, üstüne üstüne gelen şiddete, haklıya haksıza ara vermek. Kimin ne açıklama yaptığı ile ilgilenmemek artık.

Bir mola almak hayattan, dünyanın sensiz dönemeyeceği küstahlığından sıyrılmanın bu kez ne kadar süreceğine meraklanarak.

Isaac Newton’un en verimli dönemini 17. Yüzyıldaki veba salgını sırasında Woolsthorpe Manor’da çekildiği inzivada yaşadığını öğrenmek. Örneklerim belki diye sevinmek.

Hep yazmaya başladığın, hiç ilerleyemediğin romana yeniden başlamak yeni bir hevesle.

Korona günlerinde inzivaya çekilmenin keyifli yanları sizin için ne?

Bir de bu tarafından bakabiliyor musunuz bu deliliğe?

Sosyal temaslarımızı sınırlandırıp, işi ciddiye alalım, uyarılara uyalım. Ellerimizi sıkça yıkayıp, kişisel hijyenimize dikkat edelim, kendimizi, risk grubundaki kişileri korumaya özellikle özen gösterelim de, dünyanın sonu gelmiş gibi davranmaktan da vazgeçelim. Apocalypse değil bu yaşadığımız.  

Sakinleyip bir nefes alalım, olumlu tarafından da bakmaya çalışalım olana bitene. Bilime, birbirimizi hırpalamadan, yurtdışından gelen insanlara suçlu muamelesi yapmadan, ırkçılığa, milliyetçiliğe hiç sarmadan, bencilce tüm maskeleri, tüm dezenfektanları, tüm magarına bullileri toplamaya çalışmadan kulak verelim, ne olur.

Yoksa bizi esas bu panik halimiz öldürecek, bencilliğimizde boğulacağız.