Kimine mucize, kimine ölüm

Cenk Mutluyakalı

Bir yanda hekimlerimizin yeteneklerini, başarılarını, operasyon kabiliyetlerini, insan hayatına yeniden anlam kazandıran ustalıklarını görüyor, gururlanıyoruz.

Öte yanda acile başvuran, tanı konulamayan, ihmal ya da sistemsizlik yüzünden canını yitiren çocuklarımıza, gençlerimize kahroluyoruz.

Üstelik başarı hikâyeleri uzun uzun anlatılırken ve kahramanı çok olurken; kaybettiğimiz insanların ardından bir sessizlik kaplıyor her yanı…

Kimse bedel ödemiyor, hiçbir kapsamlı açıklama yapılmıyor, süreçler anlatılmıyor.

***
Öğle saatlerinde sevgili Ahmet Akarsu’nun cenazesindeydim; o dünya iyisi, özel yetenek, o güzel insan…

“Hepimiz buradayız ama sen yoksun Ahmet,” dedim içimden.

O mahcup sesi yankılandı kulaklarımda; çaldığı her enstrüman, her melodiyle birlikte.

Evinde ölü bulundu” demişlerdi…

Cenazede öğrendim; öğretmen dostlarıyla o akşam saat 11’e kadar harika zaman geçirmiş. Gece 02.00 gibi göğsünde ağrı, yanma hissetmiş. Çok da bilinçliydi; ambulans çağırmışlar.

Hastaneye gitmiş, tetkikler yapılmış, sonra eve gönderilmiş.
Ölmüş!

Nasıl olur, inanamıyorum…

En azından sabahı bekleseler, hekimlerin tamamı mesaiye gelse, yeniden kontrol edilse, değerlendirilse…

Belki hâlâ aramızda olurdu.

Cenazede “rastgele yaşıyoruz” sözleri yankılanıyordu, herkesin ağlamaklı yüzünde.

***
O öğlenki cenazenin ardından bir belgesele gittim bu kez…

Bir evladın annesine yaşam umudu olmasına tanıklık ettik.
Ne kadar özel, ne kadar kutsal bir hikâye…

Bir annenin evladı için, bir evladın annesi için hem cesaret hem de sevgi dolu bir “böbrek nakli” yolculuğu…

Belgeselin ismi “66”.
Çünkü ülkemizdeki 66’ncı böbrek nakli operasyonunu anlatıyor.
Şimdilerde sayı 77’ye ulaşmış.

Gazeteci dostumuz Damla Çerkezler, annesine böbreğini verdi.

BRT’deki arkadaşları da tüm süreci —ameliyathane dâhil— belgelemiş.

Tam bir mucizeyi gerçekleştiriyor hekimlerimiz, hemşirelerimiz, sağlık emekçilerimiz…

Organ bağışı hayat kurtarır” sözü, bu kez bir afiş değil, bir hakikat olarak çarpıyor yüreklerimize...

***
Bir yanda mucizeler yaşanırken, öte yanda derin bir hüzün… Önce 9 yaşındaki Chinyere Olivia Ojoagu, ardından 47 yaşındaki Ahmet Akarsu… Öncesinde Mihriban bebek…

Sağlık sisteminin sessiz kurbanları.
Ne bir istifa var, ne ciddi bir soruşturma, ne de şeffaflık…

***
En temel iki soruna yürekli, kararlı, radikal çözümler üretmedikçe bu düzen değişmeyecek.

Birincisi nüfus politikası yoksunluğu.

Böylesi bir kalabalık için ne yeterli altyapımız var ne de organizasyon yeteneğimiz.

Yurttaşlık da durmalı artık.
İkamet de…
Yeni nüfus istemeyelim; zorla mı?

İkincisi, sağlıkta çoklu mesai kaosu.

Kamu hastaneleri hekimlerin “uğrak yeri”ne dönüşmüş durumda.

Sabah hastaneye git, öğlen kliniğe, akşam özel merkeze, gece nöbete gel, sabahla, yeni günde aynı telaşla yeniden başla…
Bu ritim insanüstü.

Ne konsantrasyon kalır böyle bir düzende, ne aidiyet, ne de etik denge.

Hiçbir siyasi irade bu çarpıklığa “dur” diyemiyor.

Her gün, toplumsal kaynaklarla finanse edilen kamusal sağlık mesaisinden saatler kayboluyor.

Bu, kamu hastanelerindeki 450 hekim üzerinden hesaplandığında, her gün yüzlerce saat yurttaştan çalınan sağlık hizmeti hakkıdır; bir yılda bir aylık kayıptır neredeyse…

Ama bu meseleleri konuşmak tabudur ülkemde…

***
Bir yanda yeteneğin, özverinin, bilimin ışığıyla iyilik yeşeriyor. Öte yanda siyasetsizliğin, denetimsizliğin, hırsın ve telaşın karanlığında yitiriyoruz insanlarımızı.

En acısı da unutuyoruz zamanla.
Kimse de ödemiyor ihmalin bedelini.

Tam bu "rastgele" yaşamak...
Kimine mucize denk geliyor, kimine ölüm...