Kim kimin dostu ve kime güvenelim?

Serhat İncirli

Uluslararası ilişkilerde en önde olan şey “çıkar”dır!
Bazen karşılıklı çıkar, bazen karşılıksız!

-*-*-

Mesela Azerbaycan’ı çok eleştiriyorum…
Neden?
İsrail’in en büyük lojistik destekçilerinden biri olduğu için!

-*-*-

Türkiye’yi de eleştiriyorum!
Sadece ben değil, on binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da “devlet yöneticilerinin İsrail ile ilgili söylediklerinin” ve “aynı devletin İsrail ile ticarette ya da en basitiyle Azeri petrolünün taşınmasında sağladığı çıkar ve kolaylığın” çelişmesini eleştirmektedir!

-*-*-

Sadece bunlar mı?
Değil!

-*-*-

Mesela, “mutlaka içinde olmalıyız” dediğim Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’yı tehdit, İsrail’i dost görmesini çıkarlar açısından haklı bulabilirim!
Bulabilirsiniz!

-*-*-

Ama, doğru veya yanlış, Rusya’yı, Ukrayna’ya saldırdığı veya işgal ettiği gerekçesiyle düşman ilan ederken; 70 yıldır Filistinlileri etnik temizliğe tabi tutan, topraklarını işgal eden, masum çocuklara, kadınlara, sivillere, hastanelere, göçmen kamplarına bomba yağdıran İsrail’e değil destek vermek; tek laf etmeyen AB’ye olan güvenim son derece sarsılmış durumdadır!

-*-*-

Kaja Kallas kimdir?
AB’nin dış işleri bakanı diyebiliriz…
Komisyon’un dış ilişkiler komiseri…

-*-*-

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, İsrailli liderlerin tutuklanmasını talep etti…
Kaja Kallas İsrail’i ziyaret etti ve Netanyahu için “biz çok iyi dost ve ortağız” dedi!

-*-*-

AB, İsrail’in ya da Netanyahu’nun nerede ve nasıl ortağıdır?
Savaş suçu işlemesinde mi?
Soykırım, etnik temizlikte mi?

-*-*-

Ve çok ilginçtir, AB’nin en büyük ağabeyi Almanya!!!! şu anda, İsrail’in en büyük iki silah sağlayıcısından biridir…
Amerika birinci tabii ki…

-*-*-

Düşündürücü!
Nedir düşündürücü olan?
Bir; AB vatandaşı olarak hiçbir şey yapamıyor olmak!
İki; yazarak da olsa Filistinli çocuklardan, Gazzeli annelerden, bebeklerden, yaşlılardan “sadece” özür dilemek dışında elden bir şey gelmemek! 

-*-*-

Ve son olarak belirtmek isterim ki; İsrail’le ilişkiler konusunda Azerbaycan ve Türkiye gibi devletlerin yöneticilerine hiç güvenmiyorum ama AB’ye olan güvenimi de yüzde yüz bitirmek – yitirmek üzereyim!


Hepimizin hayatı roman…

Zaman su gibi akıp gidiyor…
60’a merdiveni çoktaaan dayadık…

-*-*-

Eminim herkesin hayatı enfes bir roman olur…
Belki de bazılarımızınki roman dizisidir, ciltlere sığmaz…

-*-*-

Bu sabah televizyon programım sonrası, uzun bir zamandan beri rahatsız olan eski bir köylümü hastanede ziyarete gittim…
Yeğenlerinden, küçük kardeşinden zaman zaman bilgi alıyordum…

-*-*-

Ahmet Farisoğlu…
Gaziverenliler Koçero der…
Biraz rahatsız…
Umarım en kısa zamanda iyileşir, köyüne, evine döner…

-*-*-

Benden biraz büyük…
Doğduğumda, şimdi hayatta olmayan ablaları Dilber ve Ruhsan ilk bakıcılarımdı… 
Kucaklarına doğdum… 

-*-*-

Koçero’yu iki şekilde çok iyi hatırlarım…
Birincisi 1974 savaşında…
Yine Gaziveren’deydik…

-*-*-

20 Temmuz akşam üzeri köy saldırıya uğramıştı…
Ve 21 Temmuz sabahının ilk ışıklarında da teslim olmuştuk…
Etimiz, budumuz belliydi…

-*-*-

Köye saldıran Rum askerlerin ve milislerin komutanı olan Albay öldürülmüştü… 
Sanırım Gaziveren’de çarpışmada ölen tek kişi O’dur… 
Hatta yaralanan da yoktur…

-*-*-

13 saatlik bir direniş olduğu anlatılır…
Sonra Rumlar, caminin mikrofonundan “barahodides, barahodides” diye bağırıyordu…
Teslim olunuz demekmiş!
Olduk!

-*-*-

Geçtiğimiz senenin sonlarında kaybettiğimiz babam, 34 yaşındaydı…
Köyde eli silah tutan tüm erkekleri esir aldılar…
Beş – altı kişi bahçelere kaçıp saklanmıştı…
Babam da esir alındı ve 3 ya da 3 buçuk ay sonra esir takası ile geri geldi…

-*-*-

Neyse, bizi ilkokula kapadılar…
Üç gün orada kaldık…
Tabii okula sokulmadan önce tek sıra hepimiz ana yol kenarına sıralanmıştık…
Herkes çömelmişti ve abartmasız, daha önce de yazdım, herkes çömeldiği yerde üzerine işemekteydi…
O iğrenç sidik kokusu hala burnumdadır…

-*-*-

Bir ara Türk uçakları geldi…
Rum askerlere ateş açtılar…
Galiba bir otobüse bomba attılar ve yine “galiba” dört ya da beş Rum asker öldü…
O esnada havadaki kan ve toprak kokusu da hep hafızamdadır hatta hala burnumadır sanki!

-*-*-

Bu esnada, herkes okula koştu, saklanmaya çalıştı derken, bir Rum okulun karşısındaki kamyonet üzerindeki ağır makinelinin başına geçti ve ne varsa okula yağdırdı!

-*-*-

Ahmet Koçero ve yine benden biraz büyük Süleyman Kemal ya da Süleyman Sekmen ki O’nu da geçen hafta Yeşilırmak’ta görmüştüm; ikisinin ağır yaralar aldığını çok iyi hatırlarım… 

-*-*-

Ahmet Koçero karnından yaralanmıştı ve neredeyse iç organları görünüyordu… 
Ve o manzara çocuk halimle hep aklımda kaldı…

-*-*-

Hep barış istedim bu nedenle!
Çünkü savaş çirkindi!

-*-*-

Ya da şöyle söyleyeyim, savaşıyorsan, sana silah çekene sen de çek, anlarım da çoluğa çocuğa, kadına yaşlıya masuma niye sıkıyorsun pis katil?
Şu anda Gazze’de yaşananlar falan…

-*-*-

Koçero da Süleyman da iyileşti…
İkisi de genç yaşta İngiltere’ye göç etti…
Orada da yollarımız kesişti…

-*-*-

Süleyman’ın Londra’da restoranı vardı, arada bir giderdim…
Koçero Birmingham’daydı…

-*-*-

İngiltere’de, örneğin Galatyalılar, Yeşilırmaklılar, Luricinalılar çok kalabalıktır…
Elyeliler de kalabalıktır…
Ama Gaziverenliler değil…
Çok acı bir cenazede de karşılaşmıştık Süleyman ve Koçero ile…
Sevgili Tema’nın cenazesiydi…
Çok genç yaşta yaşamını yitirmişti Gaziveren’in eski futbolcusu Tema… 

-*-*-

Savaşın acılarına bazılarına göre siyasi nedenler, bazılarına göre ekonomik nedenler ve bazılarına göre her iki nedenle zoraki göç eklenmişti…

-*-*-

O göç hala devam ediyor…
Bir de bu geldi aklıma dün Koçero’yu hastane yatağında gördüğümde…

-*-*-

Kıbrıslı Türkler gerçekten çok acılar çekti…
O’nun kabahatiydi, bunun kabahatiydi meselesini geçmek lazım…

-*-*-

Sevgi her şeyin ilacıdır…
Geçmişi affedeceksiniz ve seveceksiniz… 
Biz geçmişimizi unutmadık, unutmayız da; ama çocuklarımız için, geleceğimiz için, tükenmemek için affetmek, barış içinde, herkesi severek yaşamak hedeflenmelidir…

-*-*-

Koçero hastanede yatıyor…
Eminim doktorlarımız, hemşirelerimiz ellerinden geleni de yapıyordur…
Ama hastanelerimiz, Türkiye’den gelen siyasetçilerle yapılan toplantılarda verilen yalan vaatlerle bir yere varamıyor!
Sağlık sistemimiz çökük!

-*-*-

Mevcut nüfusa yetmiyor!
Devletin salık sistemi yürümüyor!

-*-*-

Lefkoşa’ya 20 yıldır 500 yataklı hastane sözü veriliyor…
Dün yine Cevdet Yılmaz bey geldi; Başbakanımız konuştu; Lefkoşa’daki hastanenin iyileştirileceğinden, Girne’de bitmek bilmez ve 65 milyon TL’ye bitecekken 765 milyon TL’yi aşan masrafla hala tamamlanamayan hastanenin bittiğini söyledi!
Sordum, bilen biri, “daha var, hem de çok var” dedi!

-*-*-

Neyse…
Koçero ile çok kısa sohbet ettik; hayret edercesine “1974’ü hatırlan be!” dedi, o kurşun ve şarapnel yaralarının a kalıntılarının tahribatından da söz etti… 

-*-*-

Sevgili Koçero, geçmiş olsun… 
Bir an önce iyileşmeni dilerim… 


Kıbrıs’ın en eski siyasi partisi olan AKEL’in 24’üncü Kongresi bugün başladı… Sadece Avrupa’da değil, Dünya’da da ilerici – emekçi partilerin en eski ve nüfusa göre en büyük komünist partilerinden biri olan AKEL’in kongresini saygı ve dayanışma ruhuyla selamlarım…