Kıbrıs’ta yeni dönem: Fırsatlar ve zorluklar

Yücel Vural

Bu köşede iki hafta önce yayınlanan ‘KıbrıslıTürklerin Seçimi’ başlıklı yazıda kuzeyde yapılan seçimlerde elde edilen sonucun, ‘Kıbrıs sorunundaki olumsuz tabloyu değiştirebilme potansiyeli’ bulunduğunu vurgulamıştım. Ama ayni yazıda bu ‘yeni dönemde çözüm sürecinde etkili olması muhtemel olan bazı koşulların’ ‘çözüm sürecine olumlu yönde ivme kazadırmaya uygun’ olduğunu başka bazı koşulların ise ‘bunun tersi  bir işlev görebileceğini’ belirtmiştim. Yani seçim sonucunda ortaya çıkan bazı fırsatlar ve tarafların gelenekselleşmiş tutumundan kaynaklanan bazı zorluklar vardır. Bunları görmeden yeni dönemi tam olarak anlayamayız.

Yeni dönemde fırsatlar

  • KıbrıslıTürk tarafının, Türkiye’nin desteğiyle sürdürdüğü ‘sadece iki devletli çözüm amacıyla müzakere yapılabileceği’ yaklaşımı, Erhürman’ın soldan-sağa uzanan geniş bir ittifakın desteğiyle seçimi kazanmasıyla yıkılmıştır. Yani müzakerelerin BM parametreleri zemininde yeniden başlamasından başka bir olasılık  gündeme gelemez. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin ‘İki devletli çözüm’ yaklaşımını tekrar diriltmek için bazı hamleler yapması mümkün olsa bile, gerek KıbrıslıTürk toplumunun siyasal dinamikleri, gerekse uluslararası toplumun hassasiyeti müzakerelerin doğru zeminde başlatılması yönünde etki üretmektedir.    
  • Müzakere sürecinin 2017 yılından beri tıkalı olması ve devam eden çözümsüzlük, tarafların herhangi birinin açıkça tercih edebileceği bir avantaj üretmedi. KıbrıslıRum tarafı bu tıkanmanın körüklediği daha fazla güvenlik sorununu dikkate almak zorunda kaldı. Her ne kadar da Batılı bazı güçlerin, özellikle ABD ve İsrail’in bölge dinamiklerine ilişkin yeniden şekillenen tutumu KıbrıslıRum liderliğini memnun etse de, Kıbrıs ekonomisi istikrarlı bir güvenliğe ihtiyaç duymaktadır. KıbrıslıTürk tarafı ise müzakerelerden çekilerek dayattığı iki devletli çözüm talebine herhangi olumlu bir yanıt alamadı. TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya kişisel düzeyde müdahale etmesi de bu durumu değiştirmemiştir. Yani statükonun arkasına saklanmanın fayda üretmeyeceği yolunda bir inanışın her iki tarafta da benimsenmesi, çözüm sürecinin canlandırılması için ciddi bir fırsat yaratıyor.
  • BM öteden beri taraflar arasında ortak bir zeminin yaratılmasına çaba göstermekteydi. Kuzeydeki liderlik değişimi ve KıbrıslıRum tarafının mevcut BM parametreleri zemininde müzakere yapmaya hazır olduğunu defalarca ilan etmesi, BM’nin işini kolaylaştırmıştır. Yani BM müzakerelerin başlatılması için uygun bir ortam elde etmiştir.
  • Ortadoğu’da devam eden istikrarsızlık Kıbrıs’ı da bünyesinde barındıran AB’yi bazı adımlar atmaya yöneltmektedir. Bu adımların başında Kıbrıs sorunundan kurtulma ve topluluk olarak Türkiye ile istikrarlı bir ilişki kurma çabası gelmektedir. Bu nedenle AB geçmişte olduğu gibi, müzakerelerin başlatılması ve çözüme ulaşılması yönünde bir tutumda ısrar edecektir.
  • Türkiye’nin ekonomik ve siyasi geleceğinde AB’nin ciddi bir rol oynadığı, Türk siyasi eliti tarafından yeniden keşfedilmiştir. Bu nedenle, Batı ile yeni Ortadoğu’nun şekillenmesinde adım adım işbirliğine giren Türkiye’nin, Kıbrıs sorununun çözümünü bu çabanın dışında tutması mümkün görünmüyor. Dahası Kıbrıs sorununun devam etmesi, İsrail ve ardındaki ABD’nin sonu pek de tahmin edilemeyen yeni manevralarla Türkiye için bazı güvenlik riskleri yaratması tehlikesine yol açmış bulunmaktadır. Türkiye bu durumu ortadan kaldırmak için, hızla yeni bir tutum belirlemek durumunda kalmış ve kuzeyde yapılan seçimler sırasında ve sonrasında bu tehdidi doğru algıladığını göstermiştir. Sonuçta Türkiye müzakerelerin başlamasına destek verecektir.

Daha ziyade müzakerelerin yeniden başlaması yönünde etki yapan bu fırsatların, Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir bir çözüme ulaşılmasına ne ölçüde etki yapacağı ise şimdilik kesin değildir. Bunun nedeni ise önümüzdeki dönemde etkisini sürdürmesi muhtemel olan bazı zorlukların varlığıdır. Aşağıdakiler sadece bunların en önemli olanlarıdır.

Yeni dönemde zorluklar

  • Yeni dönemde başlayacak olan müzakerelerin başarıya ulaşmasını engelleyebilecek en önemli zorluk müzakere metodolojisinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi taraflar simdiye kadar kendilerini ‘herşey üzerinde uzlaşmadan, hiçbir şey üzerinde uzlaşmış olmayacakları’ prensibine hapsetmişlerdir. Yani müzakere süreçlerinde hep havanda su dövülmüş, taraflar uzlaşmalarını uygulamaya sokacak bir modeli konuşmaktan ısrarla kaçınmışlardır. Bu nedenle, statükoyu sarsarak, tarafları çözüm yönünde motive edecek herhangi ciddi bir adım atılamamıştır. Statükoyu sarsacak adımlar atmak yerine, KıbrıslıRum tarafı iki-toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin mirasına tek başına sahip olmaya devam etmeyi, KıbrıslıTürk tarafı ise ayrı devlet talep ve iddiasını doğrudan veya dolaylı olarak sürdürmeyi tercih etmiştir. İki tarafın bu tercihlerinin değiştiğine dair ortada ciddi bir emare bulunmamaktadır. Hala daha taraflar için çözüm tek bir hamleyde ulaşılacak bir hedef olarak tanımlanmaktadır.
  • İkinci önemli zorluk KıbrıslıTürk tarafının statüsünden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılı sonundan beri KıbrıslıRumların yönetimindeki bir devlet olarak uluslararası toplum üyeliğini devam ettirmiştir.  KıbrıslıTürk tarafı ise 1975 yılından başlamak üzere Anayasal sisteme geri dönme seçeneğini kullanmaktan vazgeçmiş ve kendini önce federe devlet, 1983 yılından itibaren ise ‘ayrı cumhuriyet’ olarak tanımlamıştır. Bu adımlar BM tarafından kınanmış ve Kıbrısta ikinci bir devletin tanınmayacağına dair kararlar Güvenlik Konseyi tarafından defalarca ilan edilmiştir. Bu süreç içinde  KıbrıslıTürk toplumu uluslararası toplum tarafından kabul edilebilir anayasal bir statüden mahrum olmuş, kuzeyde oluşturulan yönetim, uluslararası mahkemeler de dahil olmak üzere, tüm uluslararası toplum tarafından TC’nin bir ‘alt yönetim birimi’ olarak muamele görmüştür. KıbrıslıTürk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eş kurucusu statüsünde anayasal sisteme dahil olması sağlanarak, iki taraf için öncelik taşıyan sorunlarda adım atılmadıkça, müzakereler hep diken üstünde kalmaya ve tökezlemeye mahkum olacaktır. Hatta üzerinde uzlaşmaya varılsa bile, ciddi etkiye yol açabilecek Güven Yaratıcı Önlemlerin (GYÖ) kabul edilip uygulanması bile bu nedenle mümkün olmamaktadır.
  • Taraflar arasında yapıcı bir diyaloğun başlatılıp, müzakerelerin olumlu bir havada sürdürülmesi için uygun ve destekleyici bir zemine ihtiyaç vardır. Bu da ancak GYÖ’lerle mümkündür. Bu gerçeklik BM tarafından da sürekli olarak vurgulanmasına rağmen, taraflar, şimdiye kadar, bazı istisnalar hariç, güven inşaa etmek yerine anlamsız bir rekabete girmeyi tercih etmişlerdir.  Siyasi liderlikler, iki toplum arasında teşvik ettikleri bir siyasal rekabeti kendi meşruiyetlerinin kaynağı olarak görmektedirler. Bu rekabetçi anlayış, uzlaşmaya değil ‘karşı tarafın kaybetmesi üzerine’ hesap yapılmasına yol açmaktadır. İki toplumun siyasi elitlerinin bu anlayışı değiştirmesi gerekiyor. Bu değişimin sağlanması için sivil toplumun sürece daha aktif katılarak bu rekabetçi anlayışın yarattığı kutuplaşmayı ortadan kaldırması anlamlı bir hedef olarak ortada durmaktadır.
  • KıbrıslıRum tarafının Yunanistan’ı veya İsrail’i, KıbrıslıTürk tarafının ise Türkiye’yi bir hami olarak kabul edip masaya oturma riski ciddi bir zorluk yaratmaktadır. Yani hamiler arasındaki sorunların müzakere masasını yönetmesi gibi bir risk vardır.  Hami’ye duyulan bu ihtiyacın yerini, AB içinde dayanışma anlayışı almadıkça müzakerelerde samimi bir havanın yaratılması ve çözüm iradesinin oluşması mümkün görünmemektedir.

Kıbrıslıların beklentisi olan çözümün elde edilmesinde yeni dönem toptan bir fırsata dönüştürülebilir. Bunun için tarafların, hızla hareket ederek, ayrı ayrı veya birlikte atacakları cesaretli adımlarla yukarıda bahsedilen zorlukları ortadan kaldırmaya hazır olması gerekmektedir.