Kıbrıs’ta kadınlar ve çocuklara karşı işlenmiş savaş suçları ve katliamlar… (1)

Sevgül Uludağ

Kıbrıs’ta her iki toplumdan bir takım insanlar, kadınlar ve çocuklara karşı her zaman savaş suçu işlediler ve fırsat buldukları anda katliamlara giriştiler…

Yakın tarihimizde kadınlar ve çocuklara yönelik bu katliamlardan bir tanesi 1963 yılında Aralık ayının son günlerinde Livera köyünde (Sadrazamköy) gerçekleştirilmişti ve Rahmi ailesini hedef almaktaydı…

Rahmi ailesi Vasilyalı bir aileydi (Karşıyaka) ve Liveralı bir Kıbrıslırum’un mandrasında çalışmaya gitmişlerdi. Livera’daki mandrada kalmaktaydılar ve yanlarında çalıştıkları Kıbrıslırum’un keçilerine bakmaktaydılar…

“Rahmi ailesi” darken kastettiğim Rahmi ve eşi ile iki yaş ile 14-15 yaşlarına kadar yaşları değişen beş çocuklarıdır. 1963 yılının o soğuk Aralık günlerinde mandrada kalıyorlar ve keçilerin doğum yapmasına yardımcı oluyorlardı. Anlaşmalarına göre, bunu yapacaklar ve yeni doğmuş hayvanların yarısını ödeme olarak alacaklardı.

Ancak bunu hiç yapamadılar.

 

ÖLDÜRÜLÜP KUYUYA ATILDILAR…

Eski fenerin orada öldürülerek bir kuyuya atıldılar… Yedisi birden… Bazı Kıbrıslırum arkadaşlarım bana en büyük çocuğun 14-15 yaşlarında olduğunu ve ne yapmaya çalıştıklarını anlayınca denize doğru koşup kaçmaya yeltendiğini ancak onu da yakalayıp öldürdüklerini anlatmıştı…

Rahmi Hasan 1915 doğumluydu, eşi Ayşe 1931 doğumluydu… Oğlucukları Mustafa iki yaşındaydı, kızları Şerife beş yaşlarındaydı, en büyük kızları Zahide henüz 12 yaşındaydı, bir diğer oğlucukları Ahmet yedi yaşındaydı ve en büyük oğlan Hasan Rahmi 14-15 yaşlarındaydı… Hepsi de öldürülmüş ve aynı kuyuya birbirinin üstüne atılarak gömülmüşlerdi.

 

KIBRISLIRUM OKURLARIM GÖSTERMİŞTİ…

Bu çalışan çoban ailesi uzun yıllar boyunca bu kuyuda kalacaktı… Bazı Kıbrılsırum okurlarımın yardımlarıyla, bölgeye gidip buradaki kuyuları inceleyecektim… Bir Kıbrıslırum okurum beni bölgeye götürerek buradaki kuyuları gösterecek, sonra da Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerini bu bölgeye götürerek onlara bu kuyuları gösterecektim… Yıllar önceydi bu… Bu bölgeyi birkaç kez Kayıplar Komitesi yetkililerine gösterecektim…

Aradan yıllar geçecekti ve en nihayet Kayıplar Komitesi burada kazı yaptığında, Rahmi ailesinden geride kalanları, anneyi, babayı ve beş çocuğu kuyuda bulup bu kalıntıları çıkararak kimliklendirmeye girişecektiler…Rahmi ailesinin cenaze töreni, sessiz sedasız yapılacaktı yıllar sonra…

AYVASIL KATLİAMI…

Ayvasıl köyünde de benzer olaylar yaşanmıştı – Ayşecik ve ninesi ve köyde kısılan başka masum Kıbrıslıtürkler de Koççinodrimitya’dan faşist bir Kıbrıslırum timi tarafından öldürülmüşlerdi… Aralık 1963’ün son günlerinde gerçekleştirilen bu katliamda öldürülen küçük Ayşe’nin diş hekimi Dt. Hüsrev Dağseven, Şubat 1964’te Ayvasıl’daki toplu mezarları kazarken onu tanımıştı çünkü henüz bir ay önce Ayşeciğin dişlerini tedavi etmişti…Ayvasıl toplu mezarlarında yalnızca köyde kısılanlar değil, Lefkoşa’nın çeşitli yerlerinde Aralık 1963’te öldürülüp buraya taşınmış başka “kayıp” Kıbrıslıtürkler de bulunmuş ve bunlar Tekke Bahçesi’ne götürülerek defnedilmişlerdi…  Yıllar sonra Tekke Bahçesi kazılarında kalıntıları bulunan Ayşecik, kimliklendirilince, onun da cenaze törenine gitmiştik… Tekke Bahçesi kazılarını yürüten Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı, Ayşeciğin mezarına bir lollipop koymuştu… “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diye…

 

DİLLİRGA’NIN BOMBALANMASI…KOLONİ’DE ATEŞ AÇILMASI… HEPSİ “GEREKÇE”…

1964 yılının Ağustos ayında Dillirga bölgesinin Türk savaş uçakları tarafından bombalanmasını “gerekçe” yapan bazı Kıbrıslırumlar da  Evretu’dan Aliye Hüdaverdi adlı bir Kıbrıslıtürk kadını ve Suphi adlı 14-15 yaşlarındaki oğlunu 21 Ağustos 1964 günü öldürecekler ve buna tanık olup da bir tanıdığına bu durumu dehşet içinde aktaran Kiriakos Savvas Cirga adlı bir Kıbrıslırum şahidi de daha sonra öldüreceklerdi… Polem köyünden aynı tim, hem bir Kıbrıslıtürk kadın ile üvey oğlunu, hem de bu cinayetin görgü tanığı olan Kıbrıslırum’u öldüreceklerdi…Aynı tim bundan önce de Arodezli Ramadan Ahmet’in “kayıp” edilmesinden sorumlu idi… Yine bir Temmuz ayında ama 1964’te değil bu kez 1967’de hastanede doğum yapmaya giden Celoceralı bir Kıbrıslırum kadın, karnındaki bebekle ve yanındaki 21 yaşındaki oğlu ve onları hastaneye götüren taksici ile birlikte, Susuz’dan bazı Kıbrıslıtürkler tarafından yol kesilerek katledilecekti… Kadın, bu katillere yalvarmıştı: “Evde altı çocuğum vardır, ne olur beni öldürmeyin” diye… Ama bunlar, Steni köyünden bir Kıbrıslırum’un birkaç gün önce Koloni köyünde bir düğüne ateş açarak bir Kıbrıslıtürk kadını yaralaması ve 21 yaşındaki bir Kıbrıslıtürk gencin öldürülmesini “gerekçe” yaparak, bu konuyla hiçbir alakası olmayan dokuz aylık hamile, doğum yapmaya giden bir kadın, kadının karnında henüz dünyaya gelmemiş bebeği, kadının oğlu ve taksici İrakleus’tan “intikam” alarak onları katledeceklerdi… Susuzlu bazı Kıbrıslıtürk mücahitlerin Baf hastanesinde doğum yapmaya giden kadını ve yanındakilerle karnındaki bebeği öldürülmelerinin sonucunda, Baflı Kıbrıslıtürkler ertesi günü bu durumu ağır bir şekilde ödeyecekti. 26 Temmuz 2007 tarihinde bu sayfalarda yayımlanan Baflı değerli araştırmacı-yazar Ulus Irkad’ın yazısında, bu duruma dikkat çekilecekti. Ulus Irkad, sözkonusu yazısında şöyle demişti:

“***  Temmuz 1967’de 13 kişinin ölümü veya “kayıp” olması sözkonusudur. 8 tane Baflı Kıbrıslıtürk öldürüldü, bunlardan dün fotoğraflarını yayımladığınız 5 tanesi ise “kayıp” edildi. Ayyanili Gazi Değirmenci ile Osman Değirmenci, Aydoğanlı Kemal Mustafa Mehmet, Ayyorgili Durmuş Mithat, Baflı İlker Bekir, Kuklalı Coşkun Hasan, Yalyalı İzzet Remzi ve Poli Hirsofulu Vasfi Kamil öldürüldü. Mehmet Ziba, Fuat Mulla Salih, Ali Hüseyin, Şefik Şükrü ve Şükrü Redif ise “kayıp” edildi. Ali Hüseyin ve Mehmet Ziba, Yeroşibu’dan alındı.

***  Stenili A…’nın Koloni köyündeki Kıbrıslıtürkler’e ateş açarak bir genci öldürmesi ve bazı Kıbrıslıtürkler’i yaralaması ardından, bizimkiler “intikam” için Susuz yolunu kestiler. Bir taksiciyi durdurdular. Bu taksici Baflı idi ve Kıbrıslıtürkler’e yakın bir komünist idi. Yolcusu ise Celocera köyünden hamile bir kadın ve 21 yaşındaki oğlu idi. Bu Kıbrıslırum kadın, Baf hastanesine, doğum yapmaya gitmekteydi.

***  Bu Rum kadın, taksiyi durduranlara yalvarmış, “Karnımdaki çocuğa acımıyorsanız, geride bıraktığım altı çocuğum daha var” demiş. Ama onları o gece öldürdüler. Ertesi günü ise Kasaba’da Rumlar bulabildikleri Kıbrıslıtürkler’i tutukladılar, çarşının içinde onları tartakladılar. Sonuçta Baf bölgesinden adını saydığım 8 Baflı Kıbrıslıtürk öldürüldü, 5 Kıbrıslıtürk ise “kayıp” oldu.

***  Çarşıda kahvecilik yapan bir Kıbrıslırum kadın, Kıbrıslıtürk istihbaratını uyarmış ve ‘Türkleri çarşıya bırakmayın çünkü onları alacaklar’ demiş ancak bu kadının verdiği bilgiyi bizimkiler ciddiye almamışlar ve insanların çarşıya gitmesini önlemek için herhangi bir önlem almamışlar.

***  O günlerin Baf’ında Kıbrıslıtürk yöneticilerin, hamile bir Rum kadının öldürülmesiyle birlikte Rumlar’ın hemen tepki göstereceğini bilmemeleri imkansızdır. Etraf Rum köyü kaynıyordu, yani bu işin arkası gelecekti. Bir de ilginç olan, Baf’taki çatışmalarda gerek 63-64 olaylarında, gerekse 67’deki bu olayda, bizzat Yorgacis’in Baf’ta olması ve harekatı idare etmesiydi.”

 

HER KATLİAMI KALEME ALMAK, BAŞKA BİR TRAVMAYDI…

Sonraları 1974’te kadınlar ve çocuklara yönelik daha da korkunç cinayetler ve savaş suçları işlenecekti ve tüm bunları öğrenip kaleme aldığımda, bu beni gerçekten hasta edecek, tam bir travma ve şok yaşayacaktım… Her bir katliamı kaleme aldıktan sonra, kendime gelmem birkaç gün alacaktı… Ve bu kadınlar ve çocuklar, hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırum kadınlar ve çocuklar, benim yakınlarım dahi değillerdi – onları tanımıyordum, onlarla hiç tanışmamıştım, onlarla herhangi bir şey paylaşmamıştım ancak bu topraklardan insanlardı onlar, masum insanlardı ve herhangi bir çatışma ya da kavgayla alakalı da değillerdi. Hiçbir suçları yoktu…

PALEKİTRE KATLİAMI…

Kadınlar ve çocuklara yönelik en korkunç katliamlardan birisi Palektire köyünde işlenmişti (Balıkesir) – kazı yapılırken buradaki toplu mezarı ziyaret ettiğim zaman, hayatımın şokunu yaşayacaktım… Çok değerli arkadaşlarımızdan birisi bu toplu mezarın bulunmasını sağlamıştı ve işte oradaydı, açık bir toplu mezar, insanlar içerisinde onlarca yıl boyunca donup kalmış vaziyette, nasıl fırlatılıp atılmışlarsa ölü bedenleri, öylece kalakalmışlardı… Kadınlar ve çocuklar… Bir çocuk potini şurada, bir kadının ayağındaki dolu topuk terlik şurada, yaşamış oldukları gelişigüzel şiddetin görüntüsüydü bu…

Hiç kimse onların çığlıklarını duymamıştı…

HIRSIZLIK VE TECAVÜZLER GİZLENDİ…

Bunlar Liasi ve Suppuris ailelerinin fertleriydi, iki ailenin bireyleri Suppuris’lerin evinde toplanmışlardı, ağırlıkla kadınlar ve çocuklar… Tümü de öldürülecekti – ancak dört kişi sağ kurtulacaktı bu katliamdan. Evde 21 kadın ve çocuk ve birkaç erkek toplanmıştı, 17’si öldürülecekti acımasızca… Onları öldürenler, Kıbrıslıtürk çıkarcı faşistlerdi – önce küçük Petros Suppuris’in dedesinden para istemişler, adam üstündeki parayı vermişti… Ertesi günü aynı Kıbrıslıtürkler, Suppuris çiftliğindeki hayvanları çalmaya gitmişlerdi… İnek sağma makinesidir, hayvanlardır, hepsini götürmüşlerdi… Sonrasında da evde bulunan kadınlara ve genç kızlara göz koymuşlar ve bu kez de aynı insanlar tecavüz etmeye gitmişlerdi… Sonrasında da hepsini kurşuna dizmişlerdi… Bu katliamı, hırsızlık ve tecavüzleri örtmek için gerçekleştirmişler, sonrasında da kahvehanelerde yaptıklarıyla övünüp durmuşlardı… Üç-dört Kıbrıslıtürk’tü bu katliamı gerçekleştiren – sanırım üç Kıbrıslıtürk Abohor’dan, bir Kıbrılsıtürk de Mora’dandı…

 

ÜÇ ÇOCUK VE BİR KADIN SAĞ KURTULDU…

Bu katliamdan üç çocuk ve bir kadın sağ kurtulmuştu… Liasi ailesinden küçük Yorgo Liasi – 12-13 yaşlarındaydı – ile ablası Yanulla, yaralı ama sağ olarak kurtulmuşlardı – onlar da vurulmuşlardı ve katliamı yapan Kıbrıslıtürkler, onları öldü diye öylece bırakıp kaçmışlardı… Yanulla, çok uzun yıllar tedavi görecekti bacaklarından, tekrar yürüyebilmek için – birbuçuk-iki yaşlarındaki bebeği Lukas’ı da acımasızca öldürmüştü katiller. George Liasi de başından ve vücudunun çeşitli yerlerinden vurulmuş ama hayatta kalabilmişti. Aynı şekilde küçük Petros Suppuris de vurulmuş, öldü diye bırakılmış ama ölmemiş, hayatta kalmıştı. Onun kardeşçiği Kostas Suppuris ise bir su evleğine saklanıp hayatını kurtarmıştı…

Sonuç korkunç bir hırsızlık, tecavüz ve katliam olmuştu… Mesarya’nın bu güzel köyü kana bulanmıştı…

 

(Devam edecek)