Kıbrıs’ta Kabare’ye Gitmek!

Mehmet Ekin Vaiz

Geçen Cuma gecesiydi. Saat tam 19.55’te ordaydım. Önce erotik kırmızı ışıklar yandı  ardından neon ışıklı tabelalar... Daha sonra striptizci kızlar çıktı ve bunların hepsi Girne Kapısı’nın önünde oluverdi. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sanatın memlekette olan bitene seyirci kalmayacağını haykırdı yüzümüze. 2050 yılında, 2013'te ülkede yaşanan haysiyet krizini ve diz boyu rezilliği yazacak olan tarihçiler, “Kabare Kıbrıs” oyununa emek koyan herkesin, belki aylarca maaşsız kaldığını ama gerçekleri söylemenin verdiği rahat bir vicdanla  hayatına devam ettiğini de anlatacak.



MEV - TIYATRO = ?



İnsan hayatının bir çok unsuru vardır. Düşünceler, davranışlar, alışkanlıklar ve karakter. Bir çok faktör insanın kişiliğinde etkileyici rol oynar ama bu etkenlerin hangisi olmazsa olmazdır? Her birey bunu kendine göre cevaplamalı. En sevdiğim meyve yeşil eriktir. Yeşil erik olmadan ben yine ben olur muydum? Olurdum herhalde. Hiç İngilizce bilmeseydim? Koyu bir Fenerbahçeli olmasaydım? Hayatımda mangal yakmasaydım? Hiçbiri olmadan da durumu idare ederdim bir şekilde. Ancak hiç tereddütsüz; eğer ilkokulda tiyatro ile tanışmasam, “Ben” olamayacağım kesindi. Göçmenköy’den çıkıp da anasınıfta gittiğim İstanbul’da drama dersi almasam belki bugün avukat, televizyoncu, reklamcı değil de muhasebeci olurdum, kim bilir. İlkokul üçüncü sınıfta, İstanbul’dan Kıbrıs’a döndüğümde Lefkoşa Belediyesi’nin Gençlik Tiyatrosu’na gitmesem, belki de “Hellimli Demokrasi” diye bir hicvi hiç duymazdı Kuzey Kıbrıs. Lise ve Üniversite yıllarımda da bana eşlik eden Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun hayatımdaki yerini ifade edebilecek en iyi kelime “ev” olabilir herhalde. Bu yüzden geçen gece “Kabare Kıbrıs”ı izlemeye gittiğimde sanki evde toplu bir aile yemeğine katılmış gibiydim. İnsanın kendi evinde yapılan yemeği beğenmemesi de mümkün değil zaten.



YER YOK! ACABA NEDEN?!



“Kabare Kıbrıs”a ilişkin söyleyeceklerimi oyunun sürprizlerini bozmamak adına cımbızla seçeceğim. Gerçi şimdi oyunu izlemek isteseniz bile izleyemeyeceksiniz çünkü Mart başına kadar tüm biletler satılmış durumda. Malum orası küçük bir salon. Hani otuz yıldır gündemimizde olup da bitiremediğimiz "Başkent Tiyatro Projesi" hala hayata geçmediği için maalesef eldeki salon bu. Ama bu ayıbımız bile aslında oyunun bir parçası çünkü zaten oyun bir tür “KKTC ayıplar bütünü”. Oyunu izlediğiniz zaman, artık Kıbrıs’ta camilerden çevreciler aleyhine anonslar yapılmasına şaşırmayacaksınız. Kıbrıs’ta din istismarının hangi boyutlara geldiği çarpıcı şekilde işleniyor. Tam da burada oyunun en vurucu şekilde verdiği mesaj; bir tarafta camiler, imam hatipler, külliyeler açılırken, diğer tarafta gazinolar, genel evler ve bet ofislerin olması ve bunların aynı anda ve eşgüdümlü olarak ülkeyi teslim alması. Yani aslında ne tam Şeriatçı, ne tam Kerhaneci... İkisi ortası, çürümüş bir düzeni yüzümüze vuruyor “Kabare Kıbrıs”. Oyun, “Ne olacak bu memleketin hali” sorusunu çaresizliğin, nemelazımcılığın, anti-özneliğin bir dışavurumu olarak öyle bir ele alıyor ki “Kabare Kıbrıs”ı izleyip de hala daha “Ne olacak bu memleketin hali” diyebilen birisini bulmak biraz zor olacak artık.



İSTANBUL VE KIBRIS



Birlikte çalıştığımız süre içinde her biriyle farklı farklı anılarım olan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu oyuncularına ve çalışanlarına “Kabare Kıbrıs” oyunu vesilesiyle ayrıca tek tek teşekkür etmek isterdim ancak bu iş için köşe yazısı değil, kitap yazmak gerekecekti. Nitekim sevgili Yaşar Ersoy yeni çıkardığı kitabı “Sevdasıyla ve Kavgasıyla Bir Ülkenin Yaşamında Rol Almak”  ile bu görevi de yerine getirmiş durumda.



“Truva Savaşı Olmayacak” oyununda Truvalı Hector’un uşağı rolündeydim. Küçük bir roldü ama oyuncularla birlikte o  sahnenin tozunu yutmak bile önemliydi. 2006 yılında oyunun İstanbul Turnesi, İstanbul Boğazı’nda Galata Köprüsü üzerinde yapıldı. Bir anda oyunun arka dekoru tüm İstanbul olmuştu, gerçekten inanılmazdı. Yaşar Ersoy oyun öncesi Galata Köprüsü üzerinde saatlerce sessizce oturup İstanbul’u izledi... Her tarafına vinçler ve gökdelenler üşüşen İstanbul’a şöyle bir baktı ve dedi ki: “Şehir direniyor... Tüm bu betonlaşmaya, yozlaşmaya, çürümeye rağmen... İstanbul, tarihi ile kültürü ile bu olan bitene karşı direnmeye çalışıyor...” Yaşar Abi'nin bu sözü hiç aklımdan çıkmadı. Bugün “Kabare Kıbrıs”a baktığımızda biz de  “Kıbrıs direniyor!” diyoruz. Kıbrıs direniyor çünkü tiyatro direniyor... Kıbrıs direniyor çünkü hala birileri olan biteni umursuyor... Ve belki de en önemlisi “Yenilebiliriz ama pes etmeyiz!”, çünkü biz Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda böyle öğrendik...