“Kıbrıs’ta işlenmiş olan suçlarla ilgili ‘evet, ama’ denilemez…”

Sevgül Uludağ

Mihalis Mihail

(Kıbrıslırum araştırmacı yazar Mihalis Mihail, Kıbrıs’ta yakın tarihimizde işlenmiş olan suçlarla ilgili ‘evet, ama’ denilemeyeceğini, böyle birşeyin olamayacağını yazdı… Mihalis Mihail’in kendi sosyal medya sayfasında paylaşmış olduğu yazıyı okurlarımız için özetle derleyip paylaşıyoruz. S.U.)

Suç, suçtur. Nokta, hepsi bu…

Bu metni Türk işgali döneminde işlenmiş olan suçları, suçu işleyenlerin kimliğine dayandırarak ayırmaya çalışan bir arkadaşın yazmış olduğu bir yorum nedeniyle kaleme aldım. Böylesi yaklaşımların, bir suçun ağırlığını ister istemez hafife aldığını ve toplumlarımızın bölünmüşlüğünü sürdürmeye yaradığını düşünüyorum.

Geçmişe gerçekten dürüstlük içerisinde yaklaşmak istiyorsak, anlatılara hizmet edecek biçimde onu çarpıtmaktan vazgeçmeliyiz. Ne Kıbrıslıtürkler, ne de Kıbrıslırumlar mahkum edilmiş suçlular değillerdir. Suçlular insanların arasındadır ve suçlu bir halk diye birşey yoktur…

Bazı temel öngörüler:

***  Suçun etnisitesi yoktur. Bir ideolojisi bile yoktur. Öldüren, işkence uygulayan veya tecavüz eden bir şahıs suçludur, nokta.

***  “Evet, ama…” bir argüman değildir. Suçu örtme girişimidir.

***  EOKA-B’nin işlemiş olduğu suçlar aynı ağırlıktadır. Türk işgal ordusunun suçları, Türkiye’yi bağladığı gibi…

***  Her iki örgüt de dıştan desteğe ve rehberliğe sahip olsa da, TMT’nin sorumluluklarını Türkiye’ye aktaramayız, aynı şekilde EOKA-B’nin sorumluluklarını Yunanistan’a aktaramayacağımız gibi…

***  Suçların kökünde milliyetçilik şovenizm ve bağnazlık yatmaktadır. İnsan hayatı “vatan” tartısına vurulduğunda, her zaman masum insanlar ölecektir…

***  Balektitire’de ve Muratağa-Atlılar-Sandallar köylerinde işlenmiş olan suçlar, “dış güçler” tarafından değil, her iki tarafın örgütlenmiş fanatikleri tarafından işlenmiştir.

***  Eğer suç işlemiş olan Kıbrıslıtürkler’in, Türkler’in emriyle bu suçları işlediklerini kabul edecek olursak, o zaman EOKA-B’nin de Yunanlılar’ın emriyle bunu yaptıklarını kabul etmeliyiz. Aksi takdirde, taraflardan herhangi biri için kollektif bir devlet sorumluluğu sözkonusu olmaz…

***  Savaş esirleriyle ilgili uluslararası kuralların çiğnenmesi konusu – ki ağırlıkla Türkiye’yi bağlar bu – farklı bir konudur, tıpkı Yunanistan’ın darbesi ve subaylarının suç eylemlerinde olduğu gibi…

***  Türk subaylarının suçları önlemek için müdahale ettiğine dair tanıklıklar var. Suçları emreden veya suçlara katkıda bulunan başka tanıklıklar da vardır. Bunları görmezden gelmemeliyiz - çünkü gerçeğin bütünlüğü sağlanmalıdır.

***  Her iki tarafta da herhangi bir duruşma yapılmamış olması, bu suçların bağlayıcılığını yok etmez. Tam tersine buna açık olmalarını devam ettirir…

***  “Evet, biz de çok şey yaptık”… Bunu söylemeliyiz. Kendi kendimizi tuzağa düşürmek için değil, bunları tekrarlamamak için…

***  İşlenmiş olan suçlar tanımlamaz toplumları. Tıpkı TMT’nin ya da ordunun işlemiş olduğu suçlar, tüm Kıbrıslıtürkleri karakterize etmiyorsa, aynı şekilde EOKA-B’nin ve darbeyi planlayanların işlediği suçlar, tüm Kıbrıslırumları karakterize etmemektedir.

***  Sorumluluk, suçları işlemiş olanlara aittir. Bundan haberiz olan, suça katılmayan ya da bu suçlara karşı çıkanların sorumluluğu yoktur bunda.

***  İster sessiz kalmak, isterse yarı-gerçeklere göz yummak gibi şeyler suçları meşrulaştırır ve bunları örter. Eğer birlikte, gerçek ve onurla yaşamak istiyorsak, o zaman buna tolere edemeyiz.

Ressam Mihalis Kirlitças'ın Kıbrıs'ta savaşa dair bir resmi...


***  BASINDAN GÜNCEL…

Gazze: “Çocuklarım açlık yüzünden ağlayarak uykuya dalıyor…”

(AGOS):- Son aylarda İsrail'in şiddetli ablukası nedeniyle açlıktan çocuk ve yetişkin ölümlerinin yaşandığı Gazze için İsrail yeniden yerinden etme planları yapmaya başladı. Açlık ve ölümle her an karşı karşıya olan Gazzeliler, hayatta kalmaya çalışırken, artık göç edecek güçlerinin de kalmadığını söylüyor.

“Çocuklarınızın aç olması size kötü bir anneymişsiniz gibi hissettiriyor”, “Kendimi, oğlumun sırtında yük gibi hissediyorum”, “Bombaların ortasında bebeğimi nasıl bir hayatın beklediğini düşündükçe paniğe kapılıyorum”... Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü Gazze'deki Filistinliler, yaşadıklarını böyle anlatıyor. Uluslararası Af Örgütü, İsrail tam kapsamlı kara işgalini başlatırsa, vahşetin çok daha derinleşeceğini belirterek, devletleri, İsrail’e silah transferlerini acilen durdurmaya ve Filistinlilere yönelik soykırımda rol oynayan İsrailli oluşumlarla her türlü teması kesmeye çağırıyor.

Uluslararası Af Örgütü’nün son birkaç haftada, yerinden edilen kişilerin sığındığı üç geçici kampta kalan Filistinlilerle yaptığı görüşmeler, İsrail’in soykırımının özellikle gebe ve hamile kadınlar başta olmak üzere nasıl bir yıkıma neden olduğunu ortaya koyuyor. Gebe ve emziren kadınlar, hayatta kalmak için gerekli temel malzemelerin kıt olduğunu, her gün yiyecek, bebek maması ve temiz su bulmak için çaresizce mücadele ettiklerini anlatıyor. Çocuklarına bakamamanın suçluluk duygusunu, kendileri öldürülürse onlara ne olacağına ilişkin korkularını ve yetersiz beslenmenin onların büyümesi ve sağlığı üzerindeki etkileriyle ilgili kaygılarını ifade ediyor.

İsrail kabinesinin, Gazze’nin işgalini kalıcı hale getirme planını onaylamasıyla ilgili ise Cebaliye mülteci kampında kalan bir Filistinli şunları anlatıyor: “Ben bu savaş sırasında zaten 14 kez yerimden edildim. Daha fazla kaçacak gücüm yok, iki engelli çocuğumu başka bir yere götürecek param yok. Kaslarım ağrıyor; çocuklarımı taşımak bir yana, yürümek için bile çok yorgunum. Kente saldıracaklarsa burada oturur, ölümü bekleriz.”

7 Ekim'den beri İsrail ablukasında bulunan, özellikte son iki aydır yiyecek ve içeceğe erişimleri de engellenen Gazzeliler, Uluslararası Af Örgütü’ne tanıklarını anlattı:

“Yedi aylık kızım dört aylık bebek ağırlığında”

Cebaliye’de yerinden edildikten sonra El Takva kampına gelen hemşire S. (talebi üzerine ismi gizlenmiştir), her gün iki yaşındaki oğluyla yedi aylık kızına bakabilmek için büyük mücadele veriyor. Çocuklarına az da olsa yiyecek sağlamaya çalıştığını, kendisinin ise aç kaldığını söylüyor: “Bebeğimi saatlerce emzirmeye çalışıyorum ama bir türlü sütüm gelmiyor, bu nedenle acı çekiyorum. Günlük öğünümüz, -o da bulabilirsek-, bir tabak mercimek veya patlıcan ile su. Önceliği bebeğime veriyorum. Çocuklarım katıksız açlık yüzünden ağlayarak uykuya dalıyor. Çok az bulunan bebek mamasının üç günlük bir kutusu 79 dolar! Yedi aylık kızım, dört aylık bir bebek ağırlığında. Kampta tek gıda kaynağımız olan aşevi, üç gün yemek dağıtımını durdurunca çocuklarıma yalnızca su verebildim. Eşim, Zikim sınır kapısı yakınında yardıma ulaşmaya çalışırken yaralandı; ona bir daha gitmemesi için yalvarıyorum. Çadırda fareler, sinekler ve hamamböcekleri var. Bebeğimin vücudunda bir deri enfeksiyonu başladı ancak antibiyotik ve merhem bulunamadığı için iyileştiremiyoruz. Annelik görevimi yapamadığımı hissediyorum. Çocuklarınızın aç olması size kötü bir anneymişsiniz gibi hissettiriyor.”

"Doğacak bebeğimi düşündükçe paniğe kapılıyorum"

Dört aylık gebe, iki çocuk annesi, 28 yaşındaki Hadil ise bebeğin karnındaki hareketlerini ve kalp atışını neredeyse hissetmediğini, çok endişelendiğini söylüyor. Beslenemeyeceğini bildiği halde gebe kaldığı için suçluluk duyduğunu şöyle anlatıyor: “Düşük yapmaktan korkuyorum. Açlığımın onun sağlığı, kilosu üzerindeki olası etkilerini, [doğum kusurları] olup olmayacağını; yerinden edilmenin, bombaların, çadırların ortasında onu nasıl bir hayatın beklediğini düşündükçe paniğe kapılıyorum.”

Tüm güne bir kase mercimek çorbası

Cebaliye mülteci kampında yerinden edilen 62 yaşındaki Ebu Alaa, aşevinden bütün gün için tek öğün olarak mercimek çorbası alıyor. Alaa, ekmeğin yalnızca haftada bir gün dağıtıldığını, bu nedenle ailenin idareli kullanmak zorunda olduğunu ve aylardır tatlı hiçbir şey, meyve dahi yemediğini söylüyor. “Ben açlığa dayanabilirim ama çocuklar dayanamaz” diyor ve ekliyor: “Geçmişte birbirimize, özellikle de ihtiyaç sahiplerine destek olurduk. Bu savaşın başında bile [böyleydi] ama şimdi insanlar sadece bireysel hayatta kalma güdüsüyle hareket ediyor.”

“Yiyecek kavgaları insanlığımızı alıyor"

66 yaşındaki Nahid, yardım güzergâhlarının yakınındaki yiyecek kavgasının insanların “insanlığını elinden aldığını” anlatıyor: “Oraya gitmek zorundayım çünkü benimle ilgilenecek kimsem yok. İnsanların, az önce vurulan kişilerin kanının bulaştığı un çuvallarını taşıdığını gözlerimle gördüm. Tanıdığım insanlar bile neredeyse tanınmaz haldeydi. Açlık ve savaş deneyimi Gazze’yi tamamen değiştirdi, değerlerimizi değiştirdi.”

“Kendimi yük gibi hissediyorum”

75 yaşındaki Azize, ölmek istediğini söylüyor: “Yerinden edildiğimizde beni tekerlekli sandalyemle itmek zorunda kaldılar. Kamptaki uzun tuvalet kuyrukları yüzünden yetişkin bezine ihtiyacım var ama çok pahalı. Diyabet, yüksek tansiyon ve kalp hastalığı ilaçları almalıyım ve tarihi geçmiş ilaçlar kullanmak zorunda kalıyorum. Hep ‘Yaşamayı küçük çocuklar, torunlarım hak ediyor’ diye düşünüyorum. Kendimi; onların, oğlumun sırtında yük gibi hissediyorum.”

Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Gazze’de tam kapsamlı kara işgalini başlatma planını uygulamasının, soykırım bağlamında açlık çeken Filistinlilerin olağanüstü boyutlarda acı çekmesine neden olacağını vurgulayarak, devletleri silah transferlerini acilen durdurmaya, hedef odaklı yaptırımlar uygulamaya ve soykırımda rol oynayan İsrailli oluşumlarla her türlü teması kesmeye çağırıyor.

(AGOS – 21.8.2025)