“Kıbrıslırum siyasi liderliği Kıbrıslıtürkler’e artık 1960 Anayasası’nda öngörülen siyasi eşitliğe sahip bir toplum olarak davranmaya başlamalıdır...”

Sevgül Uludağ

Barış aktivisti Andromahi Sofoklis, KATHİMERİNİ gazetesi için yazdı...

Barış aktivisti Andromahi Sofoklis, KATHİMERİNİ gazetesi için kaleme aldığı makalede, Neşe Yaşı’nın bir dizesine dikkati çekerek, “Güneşimizi kesmeseydiler, çiçeklerimiz açacaktı” dedi. Andromahi Sofoklis yazısında, “Kıbrıslırum siyasi liderliği Kıbrıslıtürkler’e artık 1960 Anayasası’nda öngörülen siyasi eşitliğe sahip bir toplum olarak davranmaya başlamalıdır” dedi. Andromahi Sofoklis’in yazısını özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Andromahi Sofoklis, özetle şöyle yazıyor:

***  Bir keresinde Neşe Yaşın, “Güneşimizi kesmeseydiler, çiçeklerimiz açacaktı” diye yazmıştı, bu da 24 Nisan Cumartesi günü yapılan federasyon için paralel yürüyüşlerde Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın elinde bir solgana dönüştü... Bu alanda ne tür engeller olduğuna ilişkin çok şey söylenip analizler yapılabilir ancak açık olan tek şey, bunun önündeki engelleri aşmakta ortak bir bilincin yaratılmasıdır ki bu da “biz ve onlar” diye bölünmüşlüğü yıkacaktır ve bu bilinci ortak eylemler güçlendirmelidir.

***  Bunun da ötesinde, yürüyüş adamızın her iki toplumundan pek çok insanın Kıbrıs sorununun çözümünün ötesine geçen ortak bir zemin ve ortak bir vizyona sahip olduklarının göstergesiydi... Bu vizyon çevrenin sürdürülebilirliği, insan hakları, bir Avrupa yolu, laiklik, yozlaşmaya karşı mücadele ve şeffaflıktan yana olmak gibi konulara da dokunmaktaydı.

***  Bu insanlar için Kıbrıs sorununun çözümü için mücadele, bu adadaki siyasi ve sosyal yaşamın her düzeyinde daha iyi bir geleceği talep etme ve onun için çalışmakla içiçedir.

***  Adanın insanlarının ortak talepleri, nefrete ve ikili gündemlere karşı direnişi de içeriyor... Bu akım, daha geçen sene yapılan çeşitli gösterilerde de kendini ortaya koymaya başlamıştı, pandeminin yönetiminde tek taraflı kararlar, barikatların kapatılması ve bugün dahi Kıbrıs halkı arasında mesafeyi artırıp bunu güçlendiren kararlara karşı gösterilerdi bunlar.

***  Ancak bu seyir aynı zamanda sokaktaki insanların ortak çizgisi ile “bizler ve onlar”ı kullanan iki toplumun siyasi liderliklerinin seçimleri arasındaki farka da işaret etmekteydi...

***  Sokaklardaki gösterilere katılanlar, anlamlı bir çözüme giden yolda adanın barışa ulaşmasını bir ihtiyaç olarak görüyorlar. Bu insanlar bize yolu gösteriyor, biz de bunu izlemeliyiz, bu yol geleceği öngörüyor, geçmiş değil... Ne de olmasa bir bütün olarak siyasi sistemin kaçınmaya çalıştığı Kıbrıslıtürkler’in ilhak edilmesi, iyi dileklerle değil, eylemlerle önlenebilir.

***  1977’den beridir ana hedefimiz olan federasyon çözümü çok zor gibi görünüyor ve bir kez daha çözüme ulaşmanın başarısız olduğu gerçekliğiyle yüzleşmeliyiz.  Kıbrıs sorununun çözümünün yokluğunda hayatta kalabilmek amacıyla tümüyle Türkiye’ye bağımlı olan Kıbrıslıtürkler’i Türkiye’nin elinden nasıl kurtaracağını düşünmeye başlamalıdır Kıbrıs Cumhuriyeti. Kıbrıslırum siyasi liderliği artık Kıbrıslıtürkler’e 1960 Anayasası’nda öngörülen siyasi eşitliğe sahip bir toplum olarak davranmaya başlamalıdır. Bunu yapmanın yolları vardır, özellikle Avrupa Birliği aracılığıyla – Kıbrıslıtürkler de Avrupa vatandaşıdırlar...”

(KATHIMERINI – Andromahi Sofoklis - 4.5.2021)


Rahmetlik mimar Abdullah Onar’ın sevgili kızı Anber Onar, babasıyla hatıralarını kaleme almaya devam ediyor...

Ciklos’tan ve Girne Limanı’ndan hatıralar...

Rahmetlik mimar Abdullah Onar’ın sevgili kızı Anber Onar, babasıyla hatıralarını kaleme almaya devam ediyor... Anber Onar, bu kez de Ciklos ve Girne Limanı’ndan babasıyla ilgili hatıraları kaleme aldı... Anber Onar, şöyle yazıyor:

“Hikâye 29

Islık seslerinde Ciklos

Daha minik çocuklarken evde, babam bize takla kıldırır, amuda kaldırır, köprü yapmamız için yardım eder ve kendi başımıza daha birçok sporu yapmamız için bizi motive ederdi babam. Yazları çok sevdiği denize gidip deli gibi yüzüp, dalmayı bize o sevdirmişti hep. Sonraları her spor faaliyetine katıldığımızda da çok mutlu olurdu. Nasıl olmasa kendinin de çok sevdiği spor, resim ve müziği hep hayatında tutarken bizim de öyle yetişmemiz için elinden geleni yapardı.

Keman, santur, mandolin, flüt veya herhangi bir çalmalı alet ile hemen bir ritim tutturabildiği gibi, ıslık çalmayı da çok severdi, hele hele keyifli olduğu zamanlarda veya kafasında birşeyler kurduğu anlarda onun böyle bir ihtiyaç duymasından biz de çok keyif alırdık. 

Onun bizi, hele de çocukken, gezdirdiği zamanlarda arabada hep müzik olurdu, radyonun frekansı iyi almadığı zamanlarda da babam ıslıkla bir melodi üretirdi… Bunu çok küçüklüğümden bir film gibi hatırlıyorum: Bu dönemde, haftasonları St. Hilarion yol kavşağına kadar gelir ve gelirken de yanımızda Ortaköy Fırını’ndan aldığımız nefis çörek ve fıstıkları yer, dağ yamaçlarında koşar oynar, lale zamanları lale toplar, temiz nefes alıp, boğazın çay bahçelerinde bişeyler içip eve dönerdik. Çünkü tam da deniz manzarasına ulaşılan bu noktaya (Ciklos) varmazdan önce barikatlar olduğundan burası yıllarca çıkmaz yol niteliğindeydi Kıbrıslı Türkler için.

1969 sonrasında buralardan geçip o çok hasretini çektiğimiz Girne’ye gidebildiğimiz zamanlarda tek şerit yollardan kıvrılarak geçer, dağ zaviyesinden deniz görüntüsüne ulaşan dramatik ve büyüleyici anı hep yaşardık Ciklos’ta. Burada görüntü beyinlere kazınmış bir tablo, müzik ise onun uzantısı olurdu.

Yıllar sonra babamla sohbet ederken, onun çok iyi santur ve mandolin de çaldığını hatırladığımı söylemiş ve hatta zaman zaman bize bunun ne kadar kolay olduğunu ıspatlarcasına, bizden ona bir parça söylememizi istediğini, o anda belki de ilk kez duyduğu o parçayı bize santur ile nasıl çaldığını hatırlatıyordum.

Onun için bu aletleri çalmak hayatın o kadar içindendi ki nerdeyse sabah kahvesi içmek, veya hala hemen her gün yaptığı gibi kuşlara ıslık çalarak onlarla arkadaşlık etmek kadar kolaydı o zamanlarda… Tam da ona artık bu aletleri niye çalmadığının şikâyetini yapacakken annem: ‘’Abdullah’cığım sen bana hâlâ kavalını çalarsın sabahları keyifli kalktığında değil mi iki gözüm?’’ demez mi!

İşte o anda, o şans eseri unuttuğumuz veya kullanılmadığını sandığımız ama bir zamanlar çok âşina olduğumuz, neredeyse bizim karakterimizin benliğimizin oluşmasında roller oynamış birçok şeye ne kadar yabancılaşmış ama özümüzde bir o kadar da kazınmış hissettim. Çünkü her şey aslında eskiden olduğu gibi durmasa da hâlâ asinkronize olmuş bir zaman ve mekan içerisinde biryerlerde varlığını sürdürüyor.

Bu sohbeti yaptığımız mekân, Ciklos’tan çok az bir mesafe uzaklıkta, Abdullah Onar’ın kendi tasarladığı Girne evinde. Burada evin penceresinin çerçevelediği manzara ise, olabilecek en geniş açıyla, Akdeniz’in kara ile gökyüzü arasında kalan mavisi… bir zamanlar hasretinde olduğumuz Ciklos’tan öte bir manzara.

 

Hikaye 31

Liman

 

Sonsuz bir deniz sevdası, Kıbrıs’ın güneydoğu sahilinde, binlerce yıllık kültürlere ait kalıntıların arasından, balıklarla, deniz canlılarıyla başlayan macera, tarihi Girne Limanı’nda, kara ile denizin birbirine kucak açmış en hassas yerinde demleniyordu babamın yüreğinde.

Hele 80’li yıllar ve sonrasında en keyif aldığı, zaman geçirdiği bir yerdi Liman. Özellikle de Liman’da kendine ait olan Cafe Chimera’da... Buralar birçok Kıbrıslı’nın uğrak yeri olması yanında Ada’ya gelen hemen hemen her turistin de uğrak yeriydi. 2004’te güney sınırları açıldıktan sonra da birçok Kıbrıslı Rum buna dahil oldu.

Babam emekli olduktan sonra Liman’a gitmediği günler çok enderdi. Burada vakit geçirirken gelen geçen birçok insanla tanışır onlarla sohbet eder, birçok defasında ısrarla onlara birşeyler ısmarlar ve öyle mutlu olurdu. En çok sohbet ettiği garson ise Bayram’dı. Onun anlatımıyla, hele de Rumca konuşan birileri oradan geçerse babam onlarla mutlaka tanışır, saatlerce konuşurdu.

Liman’ın özellikli mimari dokusu, işlevselliği, doğal olarak katmanlaşmış yapısal güzelliğini nasıl resimlemek istediğini 10’larca yıl önce bana çok kez söylemişti.

Aslında Liman’ın tümünü içine alan bir perspektif hazırladım be babacığım ama bir türlü tam olarak oturup bitiremedim. Bir gün bunu yapacağım. Bakıp bulayım o eskizlerimi.

Ama ben, senin Liman resimlerinde bir iki tane gördüm sanırım. Hatta kara kalemdi bir tanesi.

Evet evet, ama ben bütününü çalıştım. Onu bulursam çok güzel olacak. Yazıhaneyi taşırken naptık onu bilmem.

Baştan yap bulamazsan.

E olur tabii ama var bir yerde onu bulalım.

Ok.

Halbuki babam en çok zamanı olduğu son yıllarında resim yapmaktan ziyade orada oturup sohbetler yapmayı tercih etmişti.  Ben ise, onun bahsettiği perspektif çizimlerini, daha bir iki yıl önce, arşiv çalışmalarını yaparken tesadüfen bulacaktım.”

https://www.facebook.com/ArchitectOnar/posts/1411009539265184