Kıbrıslı ve dünyalı olabilmek…

Tayfun Çağra


Önceki gün 10. Yıl Marşı’nı her yerde dinlemek mümkündü. Bazı televizyon kanalları, Türkiye’de iktidarda ve sarayda oturanlara demokratik haklarını kullanarak bir şey söylemeye bile cesaret edemeyince 29 Ekim gibi günlerde, marşlarla, bayraklarla bir ‘karşı duruş’ sergiler pozisyona giriyorlar. Kimi kanallar da “bakın biz de Atatürkçüyüz’ demek için!..

Ülkemizde nüfus yapımızdaki değişim nedeniyle de bu dururumun yansımalarını yoğunlukla yaşıyoruz. TV’lerden yansıyan cumhuriyete bağlılık anlamında milliyetçilik naraları, marş sesleri cihazların sesleri oldukça açılarak mahallenin dinlemesi de sağlanır.

Son yıllarda özellikle kendilerine ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ diyen, Cumhuriyetçi, Atatürkçü olduklarını iddia edenlerin bayrağa sarılmalarının aşırıya kaçtığını da izlemekteyiz çoğu zaman… “Ülkemiz elden gidiyor” algısının çoğaldığı zamanlarda artan bu gibi hareketler zaten ‘Türkiye’nin 82. vilayeti’ olarak görülen burada da abartılı bir şekilde yaşanıyor.

Hak vermiyor da değilim, son yıllarda hemen kuzeyimizdeki gelişmeler ve buraya da yansımaları insanı korkutuyor, rahatsız ediyor, bir şeyler yapılmasını zorluyor ama bu ‘cumhuriyete sahip çıkmak’ eylemlerinde veya etrafımızdaki evlere, arabalara asılan, çizilen TC bayrağının yanında Osmanlı tuğralarının varlığı, mehter marşları pek uyumlu durmuyor açıkçası… Kafaların karmaşıklığı içinde karşı durulmaya çalışılan mentaliteden bu duruşun da bir farkı olmadığı çıplak gözle görülebiliyor.

***

Gelelim bizim veya benim kıskançlığımıza… Yukarıdaki olayda kafaların karmaşıklığı da olsa savunulan bir olgu, yaşatılmaya çalışılan bir kimlik var. Biz de burada en azından benim yaşım gereği doğduğumdan beri bir mücadele var. Ama neye karşı!

Kimilerinin verdikleri mücadele öğretilen gereği ortada; Türk’ün Rum’a karşı veya Rum’un Türk’e karşı düşmanlığı… Kolay aslında… 50’li yıllardan beri kuklaların iplerini tutanların hakimiyetiyle şimdiye kadar taşınan “düşman belli” anlayışı…

Oysa düşmanı aramak yerine düşmanlığı bitirmenin arayışı içine girseydik bu kadar uzun zamandır bu küçücük ülkede yaşanan gerilimin ve bölünmenin önüne geçilebilirdi. Kıskançlığıma gelince; Ben de bir bayrak istiyorum Kıbrıs’ın ortak kullanacağı… Renkleri ortak, duyguları ortak… Bir de ortak marş istiyorum ortak söyleneceği… Düşmanlık değil, üstünlük değil, ‘ezerim, keserim’ demeyen, ‘severim, paylaşırım, özgürüm’ diyen…

Ben de ortak bir toprağın bir ferdiyim diyebilmek isterim. Yarım bırakılmış, o tarafın, bu tarafın olmayan, tam bir ülkenin vatandaşı olabilmek, bununla övünmek ama dünyayı da reddetmeden, Kıbrıslı kimliğinde dünyalı da olabilmek isterim… 

Ülkemde artık benim bayrağımı, benim şarkımı, benim kültürümü yoğunlukla yaşamak isterim. Bütün kültürlere açık, bütün yaşamlara, bütün kimliklere, bütün seçimlere açık ama Kıbrıs’ı yaşamak isterim.
Çok şey mi isterim?
Yok, aslında normal olanı isterim.
Hade bakalım, son bir omuz daha…
Akıncı ve Anastasiadis’e… Müzakere ekibine…
Geleceğe…

-------------------------------------------

Aynı ama farklı saatler

Bugün aynı yerde farklı iki saatteyiz… Lefkoşa’nın Lokmacı kapısının kuzeyi ile Karpaz’ın burnunda saatler aynı ama Lefkoşa’nın Lokmacı’sında güneye doğru iki adım atınca saatler bir saat geri. Randevuları çok dikkatli vermek gerek artık… Sanki de müzakerelerin artık sonu denen bu günlerde bu ‘son’u anlamsız kılmak için yapılan bir uygulama gibi… Bir taraftan hak verilebilir, her şey Türkiye ile paralel giderken belki oraya ters gitmek de sorun olabilirdi ama sorun orada zaten… Türkiye’nin dünyayla uyumlu gidecek politikaları yerine ters gidecek politikalar uygulaması… “Ben tekim, benim atalarım var, ben Osmanlı’dan gelirim, ben istediğimi yaparım” politikaları sonunda bizim de o politikalara mecbur kalma zavallılığımız… Bakın ara bölgeden dışarıya taşacak ‘Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali’ için Dayanışma Evi iki farklı afiş hazırlamak zorunda kaldı. Biri güney için, biri kuzey için… Yenidüzen’in de iletişim sponsoru olduğu Festival’de bu yıl Kıbrıs’ın iki tarafında (farklı saatlerde ama aynı saatlerde) iki taraftan ve uluslararası sanatçılar çeşitli gösteriler sunacaklar. Aynı ama farklı saatlerde sanatla buluşmaya var mısınız?
-----------------------------------------------

GÖRÜŞ

Cehalet

Büyük Av dün başladı. 13 gün sürecek bu av… Yani on binlerce avcı 13 gün tavşan, keklik, turaç ve daha başka av hayvanı avlayacak. Bir katliam süreci daha başladı. Hükümet kaymakamlıkları Cumartesi de açtı. Daha fazla ruhsat çıkarmak, daha fazla para kazanmak için… Her şey paraya endekslendi, av malzemesi satılacak, hükümet para kazanacak ama doğaya ve geleceğe ne olacak! Betonlaşmada olduğu gibi… Av da aynı. Maksat para gelsin. Giden gitsin… Cehalet.
----------------------------------------------

İZLENİM

Lokmacı polisleri hâlâ yemekte!

Dün Yenidüzen’in manşetinde vardı. Geçtiğimiz hafta ben de yaşamıştım. Lokmacı’da güneyden kuzeye, kuzeyden güneye geçmek için yoğunlukla turistler uzun kuyruklarda bekliyor. Görevli polise sormuştum; “Neden sadece iki polis var?” diye… “Diğerleri yemeğe gittiler” demişti. Aradan bir hafta geçti, demek ki yemekteki polisler daha dönmemişler!

---------------------------------------------------

“Bir insanın ülkesini sevmesi takdir edilecek bir şey. Ama sevgi neden sınırda bitmek zorunda?”

Pablo Casals