Kıbrıslı Türklerin Kaygan Kimliği ve Eşitlik Talepleri

Niyazi Kızılyürek

Kıbrıs Türk toplumunda belirleyici olan iç dinamiklerden kaynaklanan özerk gelişmeler değildir. Hiç olmamıştır...

Siyasal süreçlere yön veren daha çok tepkisel duruşlardır.

Tarihsel açıdan Kıbrıslı Rumların eğilimlerine karşı gösterilen tepkiler toplumu şekillendirmiştir.

Yakın geçmişte ve günümüzde ise Türkiye’nin tavırlarına karşı tutum alışlar topluma yön veriyor. 

Kıbrıslı Türklerin yakın geçmişte yaşadığı en büyük dönüşüm, Türkiye’nin açık müdahaleleriyle Kıbrıs Türk toplumunu bütünüyle denetim altına almaya yönelmesidir.

Ersin Tatar’ın liderlik koltuğuna oturtulduktan sonra daha da hızlanan bu süreç içinde AKP hükümeti hayatın bütün alanlarına el atıyor.

UBP üstünde kurulan baskılarla parti başkanları ve başbakanlar değiştiriliyor ve siyasal yaşam bütünüyle dizayn edilmek isteniyor.

AKP Türkiye’sinin adanın kuzeyinde izlediği siyaset, Kıbrıs’ın bölünmesinin kalıcılaştırılmasını aşarak entegrasyonu hedef almışa benziyor. Gündelik uygulamalar entegrasyonun esas hedef olduğunu gösteriyor.

Ekonomi, siyaset ve demografi alanlarında sürdürülen entegrasyon politikası Kıbrıslı Türklerin geniş kesimlerinin tepkisine yol açıyor.

Ve Kıbrıslı Türkler tepkilerini ellerinde olan en önemli sermaye olan kültürel sermaye üstünden ortaya koyuyorlar. Bu da ister istemez kimliksel duyarlılığın güçlenmesine yol açıyor.

Kıbrıs Türk kimliğini korumak, toplumun büyük bir çoğunluğunun ortaklaştığı bir duyarlılıktır.

Kanımca, muhalefetin yerel seçimlerde mütevazi bir başarı göstermesini de burada aramak gerekiyor.

Yerel seçimlerin sonucunu belirleyen “Federalizm-İki Devletlilik” karşıtlığından çok, AKP Türkiye’sine bakışı ile Kıbrıslı Türklerin karşı-bakışı olmuştur.

AKP hükümeti, ataerkil yapısı ve dinsel milliyetçiliğiyle Kıbrıslı Türklere en iyi ihtimalle “küçük kardeş” muamelesi yapıyor ve toplumu vesayet altına almaya çalışıyor. Oysa siyasi ataerkilliğe karşı ilk eleştiriye yazan John Locke, daha 1681 gibi çok erken bir zamanda “neden bir insan büyük kardeşinin yönetimine tabi olsun ki,” diye soruyordu ve “nasıl bir yönetim istediklerine insanlar kendileri karar vermelidir” diyordu.

John Locke siyasi ataerkil yapının yerine insanların özgür iradeleriyle oluşturacakları bir yönetim biçimini gündeme getirerek, “Toplumsal Sözleşme” tezini öneriyordu.

John Locke’tan sonra İmmanuel Kant, “tebaasını iradesiz çocuklar gibi pasif davranmaya zorlayan baba-hükümetin düşünülebilecek en büyük despotizm” olduğunu ileri sürecekti.

John Lock’un yazdıklarından bir asır sonra Fransız İhtilali siyasi ataerkil yapıyı yıkarak onun yerine “kardeşliğe” dayalı cumhuriyet düzenini kurdu. Fakat Türkiye’de ataerkil düzen günümüze kadar yıkılmadı.

AKP Türkiye’si, Kıbrıslı Türkleri “iradesiz çocuklar” olarak görüyor ve “büyük kardeşe tabi olmalarını” talep ediyor.

Kıbrıslı Türkler ise bu tutuma “Eşit Kardeş” olma isteğiyle karşı çıkıyorlar.

Bu aslında Türkiye karşıtı bir tutum değildir. Fakat ataerkil sistemin başındaki “baba” figürü bunu böyle anlıyor. “Yavrusun Sen Yavru Kal” söylemi artık geçersiz denildiğinde Türkiye karşıtlığı yapılmıyor ama pederşahi düzenin babası, “küçük kardeşin” eşitlik talebini babanın otoritesine karşı gelme olarak görüyor.

“Eşit Kardeş” muamelesi görme talebi sadece solcu muhalefetin talebi değildir. AKP’nin Kıbrıs şubesine dönüşen UBP dışındaki sağ kesimlerde de milliyetçiliğe varan güçlü bir Kıbrıslı Türklük duyarlılığı gelişmiştir.

Kıbrıslı Rumlar Karşısında Eşit Toplum Olma Talebi

Kıbrıslı Türkler sadece Türkiye karşısında “Eşit Kardeş” olmak istemiyorlar. Kıbrıs Rum toplumu karşısında da “Eşit Toplum” olma mücadelesi veriyorlar.

Gelgelelim, Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıslı Türklerin eşitlik talebini her zaman reddede gelmiştir. Zürih-Londra anlaşmalarına esas itibarıyla bu yüzden itiraz edilmişti.

O dönemde bir ayağıyla enosise basan, diğer ayağıyla da Kıbrıslı Rumların yöneteceği bir Kıbrıs devleti üstünde yürümeyi tahayyül eden Kıbrıs Rum elitleri, 1974 sonrasında enosisi terk ederek bütünüyle devlet-merkezli Kıbrıs Rum milliyetçiliğine yöneldiler.

Bundan böyle, Kıbrıs Cumhuriyeti devletini bir kalkan gibi elde tutarak kendini korumak, Kıbrıs Rum toplumunda başat eğilimi olacaktı...   

Son yıllarda ise Kıbrıs devletini elde tutmayı, adanın federal zeminde birleşmesinin de üstüne koymuşlardır.

Kıbrıslı Rumların bu eğilimi Kıbrıslı Türklerin kimlik bileşimindeki “Türklük” vurgusunu güçlendirmeye yol açarken, Türkiye’nin pederşahi tutumu ve üstten bakışı “Kıbrıslılık” vurgusunun güçlenmesine neden oluyor.

Bu gelişmelerin ışığında Kıbrıs Türk Solunda Kıbrıs-Merkeziyetçi söylemler zayıflayarak “Kıbrıslı Türklük” duyarlılığı güçlenirken, Kıbrıs Tük Sağı da (UBP’nin yönetici kadroları hariç) “Türklük” vurgusunu “Kıbrıslı Türklük” vurgusuna kaydırıyor.

Bu kaygan ve bileşenlerinde sürekli olarak değişiklik gördüğümüz kimliğin arkasında Kıbrıslı Türklerin Türkiye karşısında “Eşit Kardeş”, Kıbrıslı Rumlar karşısında ise “Eşit Toplum” olma talebi yatmaktadır.

Bu taleplerin hangisinin gerçekleştirilmeye yakın olduğunu okuyucuların yargısına bırakalım...