Kıbrıslı Türklerin hamisi çok

Ferdi Sabit Soyer

ABD Başkan Yardımcısı Sayın Biden’in Türkiye ziyaretinde ifade edilen pek çok söz üzerinde enine boyuna düşünmemiz gerekir.

Ancak Sayın Biden’in ziyaretinin bizim açımızdan önemi var. Çünkü Kıbrıs sorunu da görüşmelerin odağında bulundu.  Doğu Akdeniz’de yeni olarak gün ışığına çıkan Hidrokarbon yatakları,  Kıbrıs sorunundaki tarihi yana eklenen yeni sıkıntı oldu.

Buda yalnız bunların kullanımından oluşan gelir kavgası ile sınırlı değildir. Ama bu sorun, ayni zamanda,  günümüzde dünyanın enerji kaynakları ve yolları üzerinde oluşan yeni çelişki ve çatışma ile bunların dünyadaki büyük güç odaklarınca yeniden düzenlenmesi arayışının da içine girdi.

Şimdi, yeni çelişki ve arayışlar içinde bu tarihi sorun, bölgenin ve dünyanın bu karmaşası içinde, adım atmak isteyenlerin sıkıntısı olmaya başladı. Çünkü Kıbrıs sorunu yalnızca iki toplumun arasındaki sorunla anılmıyor.
Üç Garantör, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ayni zamanda NATO üyesi. Bu üç ülke, Kıbrıs sorunu nedeni ile eski çelişkilerin yol açtığı karşılıklı bir çatışma ve güvensizlik içindedir.

Bu tarihi güvensizliğe, şimdi bu karmaşık dünya ortamında, yeni ve farklı çelişkiler eklendi. Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yatakları nedeni ile güncel Orta Doğu siyasetinde oluşan yeni çelişkiler, bu eski sıkıntıya ilave oldu. Türkiye, Mısır, İsrail arasındaki çelişikler, Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı ile oluşan tarihi çelişkiye eklemlendi.

Dolayısı ile ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı enerji konusunda oluşturmaya çalıştığı yeni arayışlarda, bu eski Kıbrıs sorunu sıkıntı yaratmaya başladı. Çünkü Türkiye ile Mısır ve İsrail arasında oluşan çelişki, bu eski sorunla da bütünleşti. Bu yüzden Kıbrıs sorununda bir çözüm, yalnız iki toplumu ve üç Garantör ülkeyi ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının yalnız pazara sürülmesini değil, ama dünyayı yeni yapılanma içinde, askeri, siyasi ve ekonomik olarak düzenlemek arayışında olan “Batıya” da daha uygun imkanlar sunacaktır.

Sayın Biden’in, Türkiye ziyaretinde ifade ettiği pek çok söz, bunu açıkça göstermektedir. Bu nedenle tam bu konjüktürde Kıbrıs sorununa dönük çözüm müzakerelerinin durması olumlu değildir. Bunu başlatmak ve bir sonuca ulaştırmak öncelikli görev oldu.

KIBRISLI TÜRKLER ODAKTA

Türkiye Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun Sayın Bidenle yaptığı görüşmeden sonra söylediği sözler de dikkatle izlenmeli. Bu dönemde Güney’den yapılan  açıklamalarda dikkatle değerlendirilmelidir.
Çünkü açıkça bakın, yapılan açıklamaların odağında Kıbrıslı Türkler var.

Sayın Davutoğlu, eğer Kıbrıslı Türkleri ekarte edecek gelişmeler yaşanırsa, Türkiye olarak onlar adına gerekirse gazı da çıkartacak girişimler yapacaklarını söyledi. Güneyin Dışişleri Bakanı Sayın Kasulidis de geri kalmadı. O da çıkacak gazın gelirinden, Kıbrıslı Türklerin haklarına düşecek olanın, bir fonda tutulacağını söyledi. Hayda, bu demeç Güneyde, EDEK DİKO gibi partilerinde tepkisini çekti. Bunun üzerine Kasulidis hemen demecini esnetmeye çalıştı. Ama DİSİ Başkanı Neofidis’in 2011 de ayni demeci verdiğini de unutmadım.

Kısacası gerek Türkiye’nin gerekse Güneyin siyasi liderlerinin yaptığı açıklamalarda, hep bizim adımız geçiyor. Yani, bizim hamimiz olmak, bu bölgedeki siyasi niyetlerini ilerletmek için gerekli bir argüman.
Çünkü kim ne isterse söylesin, Kıbrıs Türksüz bu sorun çözülemez. Ama, bu gerçeği göremeyen, değerlendirmeyen tek güç ise, maalesef Kıbrıslı Türkler.

ABD, Türkiye, Yunanistan, İngiltere, İsrail, Güney Kıbrıs ve diğerleri bu konuda, yani Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon krizinin aşılması için,  Kıbrıs sorunu nedeni ile çıkmazı aşmak maksatlı hep Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını konuşmaktadırlar. Bizim adımıza söz söylemektedirler.

Güney bu konuya, “benim egemenlik hakkım” diye yaklaşmaktadır. Ama her aşamada da Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını da korumayı amaçladığını da ifade etmektedir. E, o zaman gazı çıkartmak için egemenlik hakkı tartışmasızsa, dönüp da niye herkese; “size ne, benim egemenlik hakkım olan gazın gelirini de  ben bu hakkım doğrultusunda istediğim gibi değerlendiririm” diyemiyor.

Niye Türkiye, Kıbrıslı Türklerin hakları için adım attığını söylüyor ve bunu uluslararası antlaşmalara dayandırıyor? Yani bu KKTC’nin  demiyor.

Çünkü, 1960 KC antlaşması açıktır ve bu Cumhuriyetin iki kurucu toplumundan biride Kıbrıslı Türklerdir. İşte bu yüzden herkes bizim adımıza adım atmaya çalışıyor.

İşte bu yüzden artık esas unsur, yani Kıbrıslı Türkler özen olmayı becermelidir. Biz kafamızı kuma soktuk. Kendi kısır siyasi görüşlerimizle, kendi kendimizle didişip durmaktayız. Kendimize güvenimiz yoktur. Bunun oluşmaması içinde her şey yapılmaktadır.

Kıbrıslı Rumlar da şunu asala unutmamalıdır. Eğer Kıbrıslı Türklerle adayı Federal ilkelerde ortaklaşa yönetmeyi içlerine sindiremezlerse, onlarda adanın esas sahibi olamayacaklardır. Kıbrıslı Türklerde bu adanın esas unsuru olduklarını ve bunu Kıbrıslı Rumlarla birlikte ortaklaşa değerlendirebileceklerinin bilincine ulaşmazlarsa, onlarda bu adanın öznesi olamayacaklarını bilmelidirler.

Yani adanın esas sahipleri olan Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler ortaklaşa olarak Federal çözüm dinamiği üretmedikleri için kendi elleri ile adanın misafiri, ya da  “yemoşası” olmaya koşturmaktadırlar...