KIBRISLI KİTAPLAR

Eralp Adanır

Geçmiş ada; şehir ve köy yaşamlarımızın anılarından oluşan kitap yayınları, toplumsal bellek adına büyük önem taşımaktadır. Hele ki böylesi anılar bir anı-roman tadında sunuluyorsa okur için, okunması ve içselleştirilmesi bir o kadar daha kolay olmaktadır. Uzak geçmişimizden bahsetmiyorum. Bizler maalesef “yakın geçmişimiz” için bile çok da anı-araştırma-bilgi-belge biriktirdiğimizi söyleyememekle birlikte, şunu da teslim etmek gerekir: evet anıların salt “anı” ya da farklı edebiyat formatlarında okurla buluşturulmasındaki üretim yüzümüzü güldürür niteliktedir. Nitekim sevgili Şöhret Başaran Howells’ın bu ilk an-romanı da; geçmiş şehir, sokak ve insan suretlerinin anılarıyla yoğrulup vücut bulduğu bir kitap.

 

Şöhret Başaran Howells

“GINDIRIK”

Ağustos 2022, syf:475, Işık Kitabevi yayınları

“Saniye’nin Küçük Kaymaklı’da başlayan yaşamı, büyülü serüvenlerle bir kilise odasında devam ediyor. Çağlayan hisar altından Yeni Şehir Bölgesi’ne uzanan çocukluk ve gençlik yıllarındaki maceralar sihirli bir rüya gibi gözlerimizin önüne seriliyor.

İngiltere’de devam eden yaşamından bir saatin sarkacı gibi maziye uzanarak Kıbrıs kültürünün bir parçası olan açık hava sinemalarında, tiyatrolarda ve babasının köyü olan Tremeşe’de (Erdemli) fesleğen kokulu, tavukların özgürce dolandığı bahçelerde geziniyor. Zümrüdüanka kuşundan, ruhlara, koruyucu büyüler yapan okumuş ninelere, Mevlâna’dan sevginin anlamına kadar uzanan birçok konuyu bir hikâye anlatıcısı edasıyla satırlara döküyor.

Başından sonuna kadar sosyal içerikli birçok konuyu, abartmadan, bir çocuğun, daha sonraları bir yetişkinin gözünden yalın bir dille irdeliyor. Yaşamını çok etkileyen sınıf ayrımına derinlemesine dalıyor. Irkları, renkleri, engelli olmaları veya cinsel tercihlerinden dolayı toplumdan dışlanmış, eşitsizliğe uğramış insanların karşılaştıkları zorlukları ve deneyimlerini onların gözünden dile getirmeye çalışıyor.

Yazarın ilk romanı Gındırık’ın birçok yeni romana kapıyı araladığını şimdiden belli!”

(arka kapak yazısı)

Az önce belirtiğim gibi bu alanda çok değerli araştırmacı-yazarlarımızın üretimlerini sürdürmeleri yüzümüzü güldüren en önemli faktörlerden biri. Sevgili Hüseyin Kaba de, bir “seri” niteliğinde merkezine oturttuğu Lefkoşa kentimizin mekânsal, insani ve yaşamsal anılarını bizlerle paylaşmaya devam ediyor.

 

Hüseyin Kaba

“Çığlık Çığlığa Lefkoşa 6, Afrika Yaıları-3”

KA yayınları, 2022, syf:173

“... Asıl yazılması gerekenler insanımızın geçmişi ile ilgili toplumsal incinmeler, kökleri ne yediği ne içtiği ne giyinip kuşandığı ne konuştuğu, nasıl oturup kalktığı, türküsü, sazı ve sözünün, hikâyelerinin, gelenek ve göreneklerinin neler olduğunun gelecek nesillere aktarılması asıl amaçlarımız olmalıdır. Aile sohbetlerinde anlatılan söylenceler dahi toplumun geleceğine ışık tutacağı; aile bireylerinin kendi kökleriyle ilgili hikâyelerini zaman geçirmeden birilerine anlatmak, kaydetmek, doğru belgelemek, bunların yeni nesillere aktarmanın tek yolu olmalıdır. İşte bu düşünce ve endişeler bildiğimiz, duyduğıumuz, yaşadığımız, gördüğümüz ve hatırladığımız her olayı; anlatmak ve yazmak gailesine, toplumla paylaşma zorunluluğuna bizi de itmiştir.

Tarihi geçmişinde saklı derin bir kültür mirasına sahip bu güzelim yurdun merkezi Lefkoşa’nın daracık sokaklarından kimler geldi, kimler geçi? Güzelim şehir benim için her zaman bir karasevda, “malihulya” olmuştur! İskender Pala’dan mülhem O’ zamanla: şirazesi sökülmüş, şemse kabartması, mihrabîye nakışları bozulmuş, yazıları okunmaz, fersude bir el yazması kitaba dönüşmüştür! Biz fazla örselenmiş bu cilde; okunabilmesi için sayfa alt ve kenar boşuklarına “derkenar”, yani “çıkma”, “post scriptum” veya “Nota Bene”, ya da “haşiye” olarak Çığlık Çığlığa Lefkoşa kitaplarımızla okunur hale getirmeye çalıştık.

Bir zamanlar dar ve kaldırımsız sokaklarında at arabalarının dolaştığını, Deve kervanlarının yük taşıdığını, düşmemek ve ayakta kalabilmek için sıkı sıkıya birbirine yaslanmış, sarılmış, renkli insanların olduğunu görmekteyiz Çığlık Çığlığa Lefkoşa 6/Afrika yazıları-3 Sarayönü ve Çevresi kitabımızda da...

Ve çocukluğumuzdan itibaren işittiklerimize, gördüğümüz ve yaşadıklarımıza önemli tarihi bilgileri de ekleyerek aktarmaya devam ettik bu kitabımızda da. Ve bir sokakta anlattıklarımızla ilgili bağlantılar bizi başka sokaklara ve kişilere götürdü çokça sayfalarda, bu da kitabımıza bir doğallık katmış oldu...”

(önsöz’den alıntı)

 

Hiç bir zaman eskimeyecek ya da “bu kadar” diyemeceğimiz bir konudur TMT-VOLKAN anıları. Üzerine çok şey söylendi söylenmeye devam ediyor. Sırasında yüceltilmiş sırasında kimilerince bu “gücü” kullanarak kişisel çıkarlar elde edildiği de belirtilmiştir. Anıların dışında elbette bu konu araştırma olarak veya akademik bir dille okura sunulan kitaplar, yazıdizileri, makaleler olmuştur. İşte Hasan Özkanlı’nın anıları da söz konusu döneme ışık tutan yeni yayımlardan biri. Can Sinan Karlıova tarafından derlenen bilgilerin, bir kitap olarak yaşam bulduğu yine “dikkat çekici” bir çalışma.  

 

Hasan Özkanlı (derleyen: Can Sinan Karlıova)

“Volkan ve TMT’nin Lârnaka Teşkilatı”

Galeri Kültür yayınları, Mayıs 2022, syf:79

“Lokmacıdaki Olay

 1957 yılı sonları olabilir, bizi Lefkoşa’ya çağırdılar. Orda bir iş vardı. Gene aynı arkadaşlar gittik yaptık. Oradaki işimiz neydi? Lokmacı barikatına giderken bir kahveci vardı, ihtar olduydu kendisine Rum malı satmasın diye. Türk’ten Türk’e Kampanyası uygulamadaydı. Fakat o, kimseyi dinlemezdi. Mehmet Ali bize, ‘Gideceksiniz, kırıp dökeceksiniz kendini. Şimdi biz gidersek tanır bizi’ dedi. Öldürme durumu olsaydı bize hiç ihtiyaçları yoktu; Mehmet Ali yapardı zaten. İkaza aldırmadığı için gittik gırdık döktük. Kendine ne buzluk bıraktık ne birşey. Gerçi ben girmedim içeri, arkadaşlar girdi. Her tarafı gırdılar döktüler. Adamı dövdüler mi yoksa yalnız hasar mı yaptılar, tam olarak hatırlamam. Bu arada ben, Cemaat Meclisi’ne doğru bir tur atayım, etrafı bir kolaçan edeyim diye yürüyordum. Karşıma İbo çıktı. Ben onu tanırım ama o beni tanımaz. Oksidari’ydi poliste. O da vurucu kuvvettendi, Mehmet Ali’nin arkadaşlarından. O zamanlar İbo derlerdi kendine, diğer ismini bilmezdim. Sonradan adının İbrahim Günel olduğunu öğrendim. Arkadaş da bölgede Rumları gözler, biri çıkarsa da yanlışlıkla bu tarafa gelir gereğini yapsın diye. Anlaşılan beni izlermiş, ansızın karşıma çıktı; içimden, hah dedim, şimdi bu beni Rum zanneder. Temizleyecek beni. Hamlesini yapmak için hareketlenince, hemen eline saldım; açtım göğsümü böyle ay yıldız vardı göğsümde zincir üstünde. Bir baktı, başını döndürdü, ‘Hazırdı gidesin’ dedi bana.”

(kitaptan alıntı, syf:47/48)

 

Yakın geçmişimizle ilgili araştırma, anı ve öykülerin ne kadar önemli olduğunu belirtmekle birlikte, daha da geçmişimizle ilgili bilgilere, yayınlara ulaşmak elbette çöldeki bir vaha gibidir bizler için. Hüseyin Ezilmez, işte bu “vaha”lardan biriyle buluşturuyor okuru.

 

Hüseyin Ezilmez

“K.T. Edebiyatının İlk Tiyatro Eser-FELÂKET (1875) ve Namık Kemal’in Öğrencisi Kıbrıslı Hasan Nef’i”

KIBATEK ve KITED yayınları, 2022, syf:...

“1854 yılında Kıbrıs’ta doğan ve tam adı Lala Mustafaoğlu Hasan Nef’i olan yazar, Mağusa’daki sürgün günlerinde Namık Kemal’in öğrencisi ve hususi katibi olmuş; Mağusa’da mal müdürlüğü yapmış; Namık Kemal’in adadan ayrılışıyla beraber, o da İstanbul’a yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Hasan Nef’inin İstanbul’a yerleştikten sonra devlet memuriyetine intisap ettiği, Şûra-yı Devlet dördüncü sınıf mülâzimliğinin ardından bâlâ rütmesine yükseltildiği bilinmektedir. Nef’i ve Namık Kemal’in dostluğu, Kemal’in Midilli’ye mutasarrıf olarak sürülmesinden sonra da devam etmiştir, iki yazarın mektuplaşması Namık Kemal’in ölümüne dek sürmüştür (Kutay, 2010:192-193)

İlk dönem Kıbrıs Türk oyun yazarları arasında sayılan Hasan Nef’i, Namık Kemal’in yetiştirdiği bir isim olarak Felâket (1875) adlı bir dram kaleme alır. Felâket’in dışında Hasan Nef’i’nin başka bir eserine rastlanmamıştır.”

(arka kapak yazısı)