KIBRIS TÜRK SAĞININ DARBEYLE DANSI

Sami Özuslu

 

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı her şey normal seyrinde devam ediyordu. Birkaç düğün gezdikten sonra eve dönüyordu ki, telefonu çaldı.
- Türkiye’de bir şeyler oluyor sanırım.
- Ne gibi bir şey?
- Darbe diyorlar. Asker yönetime el koyuyormuş.
- Ciddi misin?
- Durum ciddi gibi görünüyor. Erdoğan ve hükümet henüz ortada yok. Durum kritik.
- Anladım. Eve gidip bakayım. Teşekkür ederim.
- Hade bay.

*  *  *

“Eyvah” çekti içinden, “Şimdi ne yapacağız?”
Kafasında bin bir tilki dolaşmaya başladı.
Ne olursa ne olurdu?
Durumu tahlil etmeye çalışıyordu.
Türkiye’de bir darbe olur da ordu işbaşına gelirse, şimdiki vaziyetini gözden geçirmesi gerekecekti.
Askerin patron olduğu dönemlere alışıktı. Uzun yıllar apoletli askerlerle çok yakın çalışmıştı. Daha doğrusu askeri makamlara yakın durmuştu. Güç onlardaydı çünkü…
Sonra işler değişince biraz afallasa da, yeni duruma uydurmuştu kendisini… Türkiye’de ve dolayısıyla Kıbrıs’ın kuzeyinde AKP, yani dindar siyasetçilerin borusu ötüyordu ve artık apoletlilerin sözü geçmiyordu.
Bu yüzden Silahlı Kuvvetler’e tapınmayı bırakmış, camilerde ve dini törenlerde boy göstermeye başlamıştı.
Şimdi ise durum kritikti.

*  *  *

Orhan Pamuk’un kitabını okumamıştı ama ‘Kafasında Bir Tuhaflık’ vardı. Eve vardı, televizyon kanallarını karıştırmaya başladı.
Her yerde darbe haberleri, inanılmaz çatışma görüntüleri vardı. Meclis bile bombalanıyordu.
“Yarın sabah Ankara’nın patronu kim olacak acaba?” sorusuna yanıt bulmak istiyordu. Ona göre tavır takınacaktı.
Erdoğan ve AKP mi?
Yoksa Cuntacılar mı?
Eğer ilk seçenekse, yeni bir ‘araziye uyum’ çalışmasına lüzum kalmayacaktı.
Ama ya darbeciler başarılı olurlarsa?

*  *  *

Onları tam olarak bilmiyordu. “Asker ama eskiden olduğu gibi Atatürkçü, milliyetçi, bayrakçı değil galiba bunlar” diye düşündü.
‘Fetullahçılar’ deniliyordu onlara… Peki ama bu ekibin terminolojisi neydi acaba?
“Atam” diye başlayan cümleler mi makuldü acaba, eski askerlerde olduğu gibi?
Yoksa “Hoca Efendi Hazretleri” mi demeliydi?
Zor durumdaydı.
Kuzey’deki ‘güç dengesi’ni iyi okuyamazsa başına kötü şeyler geleceğini düşünüyordu.
Ona öyle öğretilmişti.
Siyaseti ‘Ankara’ya tapınma’ olarak bellemiş, orada kim güçlüyse ona yaranmayı, asla ters düşmemeyi, uygun jargonla konuşmayı stratejik bir harekat planı olarak ezberlemişti.
Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde ‘sağcı’ olmak böyle bir şeydi.
Ve o gece soğuk soğuk terledi.

Not: Bir haftalık mola veriyorum. Darbesiz, şeriatsız günlerde ve yazılarda buluşmak dileğiyle…