Dionissis DİONİSSİU/POLİTİS
(POLİTİS gazetesi Direktörü Dionissis Dionissiu, ‘Kıbrıs sorununun çözümü için umut var mı? Yalnızca ‘alışılmışın dışında’ fikirlerle’ diye yazıyor. PENNA tarafından çevrilen makalesini teşekkürlerimizle iktibas ediyoruz. S.U.)
Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Crans-Montana’da kaldığımız yerden devam etmemiz gerektiğini defalarca dile getirmiştir. Ancak bu pozisyonun tam olarak ne anlama geldiğini açıklamaya hiç niyetli görünmemektedir.
Cumhurbaşkanı Hristodulidis Kıbrıs sorununun çözümü için ne kadar hazır? Gerçek şu ki, bitmek bilmeyen kamuoyu açıklamaları, görüşmelere katılmaya istekli olduğunu gösteriyor. Ancak gerçek bir çözüm için, yani oturup son ayrıntıları tartışmak için hazır olmadığı açık. Henüz değil. Aynı durum, Ankara’yı ziyaret eden ve oradan en azından Erdoğan ile mutlak bir sözlü uzlaşı sağlamadan ayrılmayı başaran Tufan Erhürman için de geçerli. Yeni Kıbrıslı Türk lider, seçim öncesinde müzakerelerin derhal yeniden başlatılmasına ilişkin verdiği sözü tutmayı başardı; bunu tabii ki federal bir çözüm için yaptı—bunu açıkça söylemese de—ancak o da şunu çok iyi biliyor: Hiçbir Kıbrıslı Türk lider, Türkiye’nin siyasi desteği olmadan ciddi bir müzakere yapamaz. Ve bu, Kıbrıs sorununun çözümündeki en büyük engeldir. Herkes, Türkiye’nin hem Kıbrıs hem de daha geniş anlamda Doğu Akdeniz’de kendi çıkarlarını gözetmek ve savunmak istediği konusunda hemfikir. Öte yandan, hiç kimse—Kıbrıslı Türkler dahi—bu çıkarların, bir çözümün ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Ankara’nın bir alt devletine dönüştürmesini istemiyor gibi görünüyor. Şu anda amaç, Kıbrıs’ın (K/R-K/T) AB ile bağlarını derinleştirmesi, üçüncü dünya olarak sınıflandırılmaktan çok da uzak olmayan devasa bir ülkenin kontrolü altına girmemesi.
YAPILACAKLAR LİSTESİNİN EN ÜST SIRALARINDA KIBRIS’A YER YOK…
Türkiye, şu anda bunu anlamış görünmüyor. Dahası, mevcut siyasi iklim, yapılacaklar listesinin en üst sıralarında Kıbrıs meselesine yer açamıyor. Adil olmak gerekirse, Kıbrıs şu anda—2015-17 yıllarından farklı olarak—daha büyük bir yapbozun parçası, bölgede oynanan büyük jeopolitik poker oyununun bir kartı olarak görülüyor. Bugün Türkiye için en büyük öncelikler şunlardır: Gazze, Suriye sorunu, Ukrayna, AB ile kurmak istediği siyasi ve ekonomik ilişkiler, İran’da bundan sonra olacaklar, Kürtleri yönetmek, yeni Avrupa savunma doktrini SAFE’e katılmak ve tabii ki Donald Trump’ın yeni ve son derece müdahaleci dış politikasını idare etmek. Türkiye, Ukrayna ve Filistin’de garantör güç olmak istiyor, Suriye ve kuzey Irak’ta istikrarın temeli olarak kendini gösteriyor, Katar aracılığıyla Birleşik Arap Emirlikleri’ne etkisini genişletmeye çalışıyor, ve Afrika’da kıskanılacak bir nüfuz elde etti.
ENFLASYON ÇOK YÜKSEK SEVİYELERDE SEYREDİYOR…
Ancak, bölgesel politikasında ciddi zayıflıklar var—özellikle Batı’ya karşı tutumunun ne kadar öngörülebilir olduğu konusunda. Bu tutum, Türkiye’nin Avrupa’nın siyasi ve ekonomik kurumlarına daha fazla entegre olmasını zorlaştırıyor. Yurt içinde demokrasi yetersiz. Erdoğan’ın siyasi muhaliflerinin neredeyse tamamı hapiste ve muhalif medya da baskı altında. Ekonomi makul bir hızda büyüyor (3,5%), ancak enflasyon çok yüksek seviyelerde seyrediyor (2025 için tahmin %34,9 civarında) ve önemli makroekonomik dengesizlikler mevcut: Türk lirası büyük ölçüde değer kaybetti, faiz oranları yüksek ve cari açık (ithalat ve ihracat arasındaki fark) genişliyor.
CİDDİ ZAYIFLIKLARI VAR…
Kısacası, Türkiye nispeten bölgede bir güç merkezi, ancak hedeflerinin kapsamını gerçekçi anlamda sınırlayan ciddi zayıflıkları var. Orta Doğu’da karşı karşıya olduğu ülkeler: İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri. Batıda: Kıbrıs, Yunanistan-Türkiye ilişkileri, Rusya’ya verdiği destek nedeniyle birçok Avrupa ülkesinin düşmanlığı ve ambargoyu ihlal ederek boru hatları aracılığıyla Batı’ya Rus gazı satması nedeniyle Washington’un öfkesi.
HRİSTODULİDİS’İN YAPTIKLARI YETERLİ DEĞİL…
Nikos Hristodulidis uluslararası ortamı oldukça iyi okuduğundan, ve Kıbrıs’ın yaklaşan AB başkanlığının öncülüğünde, Kıbrıs lehine bazı dengeleri değiştirebileceğine inandığı gerçekleri sahada yaratmaya çalışıyor.
Onun gözetiminde, Rusya uluslararası alanda dışlanmışken, Kıbrıs Glafkos Kliridis’in “biz Batı’ya aitiz” pozisyonunu tamamen benimsemiştir. Kıbrıs artık güvenilir bir AB ortağı ve öngörülebilir bir ABD müttefikidir. Hristodulidis bir adım daha ileri giderek Kıbrıs’ın NATO’ya katılmasını savunmaktadır. NATO üyeliği, Türk garantilerini masadan kaldırdığı için Kıbrıs sorununu da ilgilendiren bir hamledir.
Almanya Başbakanı Merz ile yaptığı görüşmede Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye yönelik bazı halkla ilişkiler dostu açıklamalarda bulunarak, Tayyip Erdoğan’ı Kıbrıs’ta yapılacak Avrupa Konseyi toplantısına davet edeceğini belirtirken, Türkiye ile AB arasında daha fazla işbirliği için bazı koşullar da koydu.
Ancak Nikos Hristodulidis’in yaptığı her şey yeterli değil. Kıbrıs, daha büyük oyuncuların katılımı olmadan jeopolitik gelişmeleri tetikleyecek bir ağırlık veya siyasi etkiye sahip değil.
İKNA EDİCİ OLMASI İÇİN YAPILMASI GEREKENLER…
Aynı zamanda, Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Kıbrıs müzakerelerinin son aşamasına girmeye hazır olduğuna kimseyi ikna edemiyor, çünkü Crans-Montana’da kaldığımız yerden başlamamız gerektiği şeklindeki açıklamasının tam olarak ne anlama geldiğini açıklamaya hiç istekli olmadığını gösterdi. İkna edici olmak için iki şey yapması gerekiyor:
İlk olarak, tam olarak nerede kaldığımızı açıklaması gerekiyor. Guterres çerçevesini ve bununla ilgili tartışmaları kabul ederse, bunun spesifik anlamları var. Bu, dönüşümlü başkanlık, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği ve yönetişime etkin katılımı anlamına gelir. Yani, en azından Kıbrıslı Türk toplumunun temel çıkarlarının söz konusu olduğu konularda, bir Kıbrıslı Türk bakanın oyu anlamına gelir. Crans-Montana’da bu etkili oylamanın hangi konularda geçerli olacağına dair bir karar alınamamıştı. Müzakereciler Mavroyiannis ve Nami tarafından hazırlanan ve 2019’da Berlin’de Anastasiades-Akıncı toplantısında António Guterres’in huzurunda sözlü olarak onaylanan bir listeden bahsediyoruz. Ayrıca, anlaşmazlık durumunda Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı arasında ortak karar alma mekanizması da beklemede kalan konular arasındaydı ve çabalar bir uyuşmazlık çözme mekanizması bulmaya odaklanmıştı. Kıbrıs’taki garantilerin sona ermesi için bir takvim belirlenmesi konusu da henüz karara bağlanmamıştı; bunun geçici bir madde mi olacağı yoksa bir gözden geçirme hükmü mü içereceği belirsizdi. Kıbrıs Rum lideri tüm bunlara hazır mı, yoksa kaldığımız yerden başlamak istediğini söylediğinde sadece süreci mi kastediyor?
TÜRKİYE’Yİ İZOLASYON ALTINA ALMAYI SONA ERDİRMESİ GEREKİYOR…
İkincisi, gaz boru hatları, elektrik kabloları, üçlü görüşmeler ve 3+1 toplantılar yoluyla Türkiye’yi neredeyse komik denebilecek bir siyasi kuşatma, daha doğrusu izolasyon altına almayı sona erdirmesi gerekiyor. Bunun yerine, Kıbrıs’ın tüm münhasır ekonomik bölgesini (kuzey ve güney) tartışmak üzere Kıbrıslı Türklerin de katılımıyla enerji konularında bir teknik komite kurarak ülkemize daha fazla güvenilirlik kazandırması çok daha ikna edici olurdu. Bu komite aracılığıyla, Türk şirketlerini Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesinde sondaj yapmaya davet bile edebiliriz. Aynı zamanda, Kıbrıslı Türkler elektrik tüketicileri olarak denkleme dahil edilirse, kablonun (GSI) uygulanabilirliği hakkındaki tartışmalar çok daha gerçekçi olur. Su sorunu her iki taraf için de çok büyük bir problem olduğundan, su konusunda da bir teknik komite kurulabilir.
ERHÜRMAN…
Türkiye’nin de onaylaması halinde, Kıbrıslı Türkler de benzer adımlar atabilir. Bir Türk şirketinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinde sondaj yaparken, aynı zamanda Maraş’ı BM idaresi altında olsa dahi Kıbrıslı Rumlara açtığını hayal edin. Ercan Havalimanı’nın uluslararası tanınırlık kazanırken, Cenevre’de sunulan haritaya göre eski Lefkoşa-Mağusa yolu altındaki toprakların Kıbrıslı Rum göçmenlere iade edilmeye başladığını hayal edin.
Kıbrıs sorununun nihai çözümüne dair neredeyse eksiksiz bir tablo çizilebilir. Eksik olan, olayların gidişatını değiştirebilecek adımlar için fikirler. Herkesin EVET oyu vereceği bir referanduma güvenli bir şekilde yönelmek için kademeli olarak (örneğin üç yıl içinde) uygulanabilecek fikirler.
Kıbrıs müzakerelerinin başlamasına yönelik bir umut yoksa—ki görünüşe göre yok—Erhürman, çoğunlukla geçiş kapılarının açılmasını içeren bazı güven artırıcı önlemlerle tatmin olurmuş gibi görünüyor. Mevcut koşullar altında, bu muhtemelen şimdilik tek seçenek.
GÜVEN YARATICI ÖNLEMLER, OLAYLARIN GİDİŞATINI DEĞİŞTİREMEZ…
Güven artırıcı önlemler yararlı olabilir, ancak ne yazık ki olayların gidişatını değiştiremezler. Kabul edilemez olan statükoyu değiştiremezler, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine yol açamazlar. Dünyayı değiştirmek ciddi bir çalışma gerektirir, oyunun kurallarını değiştirecek fikirleri üretecek siyasi iradeye sahip liderler gerektirir. Bölgeyi saran iki savaşın yarattığı kriz ve belirsizlik, hepimiz için büyük tehlikeler arzediyor. Kısacası, küçük resimde kaybolmayı bırakacak liderlere ihtiyacımız var. Ancak şu ana kadar böyle liderlere sahip değiliz. Öyle ki, Politis web sitesi üzerinden sorduğumuz bir sorunun cevaplarına göre, pek çok kişi artık sadece Trump’ın çözüm bulabileceğine inanıyor.
(POLİTİS’te 16.11.2025’te yayımlanan Dionissis Dionissiu’nun yazısı PENNA tarafından Türkçeleştirildi…)
İki lider ilk kez geçtiğimiz Perşembe günü buluştu...
Erhürman ve Hristodulidis'in ilk buluşmasından...
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Şili’nin değişen kaderi: Nasıl yapmamalı?”
Kavel ALPASLAN/BİANET
Pazar günü Latin Amerika ülkesi Şili, yeni devlet başkanı seçmek üzere sandık başındaydı. İlk sırada gelen isim %26,8 oyla Şili Komünist Partisi’nden (PCCh) Jeannette Jara oldu. Fakat seçimlerde aşırı-sağcı adayların yükselişi ön plana çıktı. Sağın farklı tonlarını temsil eden adayların toplam aldığı oy oranı yaklaşık %70 olunca komünist partili bir adayın tarihsel başarısı gölgede kaldı.
Jara’nın ikinci turdaki rakibi Cumhuriyetçi Parti’den aşırı-sağcı José Antonio Kast ilk turda %23,9 gibi yüksek bir oy aldı. Sürpriz isim %19,7’lik oy oranıyla sağcı-popülist Franco Parisi oldu. Dördüncü sırada yer alan aşırı-sağcı Johannes Kaiser %13,9 oy alırken merkez-sağcı Evelyn Matthei %12,4 o aldı. Kaiser ve Matthei şimdiden 14 Aralık’ta yapılacak seçimlerde Kast’ı destekleyeceklerini açıkladılar. Parisi ise adaylar arasında bir tercih yapmayacağını dile getirdi. Hal böyle olunca Jara’nın fazla seçeneği yok gibi görünüyor.
Şili’deki seçimler üzerine yazılanlar ‘sağın nasıl siyasi gündemi belirlediği’ sorusu üzerine yoğunlaştı. Göçmen karşıtı söylem ve artan suç oranları gibi konular seçim sürecinin belirleyici başlıklarıydı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Latin Amerika’daki şubeleri olarak değerlendirilebilecek Kast ve Kaiser başta olmak üzere sağcı adaylar ‘Bolivya sınırına duvar örmek’, ‘yüksek güvenlikli cezaevleri kurmak’ ya da ‘uyuşturucu tacirlerini öldürmek’ gibi vaatlerle siyasetin dilini belirlemekte başarılı oldu.
Tüm bunlardan yola çıkara 1973 yılında ABD destekli bir askeri darbeyle Şili’de iktidarı sosyalist Salvador Allende’nin elinden alan General Augusto Pinochet’in mirasının bir kez daha hortladığı söylenebilir. Kaiser büyük bir kıvançla, Kast ise yarım ağızla Pinochet’i bir referans noktası olarak benimsiyor.
Peki bugün Şili’de iktidar koltuğunu elinde bulunduran sol açısından nasıl bir hesap ortaya çıkıyor? İbrenin kayda değer bir şekilde sağa kayması ne anlam ifade ediyor? Büyük beklentilerle devlet başkanı seçilen Gabriel Boric’in yarattığı hayal kırıklığı seçmenlerin yönünü değiştirmesini mi sağladı?
İlk bakışta göze çarpan en büyük değişkenin seçimlere katılım oranı. 2025 genel seçimleri için ilk kez uygulanan zorunlu katılım kuralı daha çok sağın yararlandığı bir yeni oy akışına sahne oldu. Yüzde 85'e varan oran 2010’lar boyunca düşme eğilimi gösteren katılım trendinde ciddi bir sıçrama yarattığı gibi sonuçların meşruiyetini de güçlendirdi.
Fakat asıl değişimi anlamak için 2019 yılında başlayan sokak eylemlerine gitmemiz gerekiyor. Metro zamlarına karşı başlayan gösteriler kısa sürede alevlenmiş ve radikal taleplerin işitildiği bir halk isyanına evrilmişti. Dönemin sağcı Devlet Başkanı Sebastián Piñera’nın neoliberal reformlarına karşı Şili halkı Pinochet’tin hâlâ yürürlükte olan anayasasını değiştirmek başta olmak üzere çeşitli taleplerini dile getirmişti. Özelleştirmelere, emeklilik şartlarında değişikliklere, kamu sağlık sistemindeki tahribata karşı sokağa çıkan Şililerin talepleri büyük ölçüde ekonomikti.
Eylemlerin sloganlarından ‘Neoliberalizm Şili’de doğdu, Şili’de ölecek’ sokağın talebini Pinochet zamanına gönderme yaparak gayet net bir şekilde ifade ediyor. Tam da bu yüzden 2021’deki Devlet Başkanlığı Seçimlerinde gündem göç ya da güvenlik yerine ‘radikal sosyal dönüşüm’ ve ‘anayasa değişikliği’ gibi solun hakim olduğu konulardı. Protestoların güçlü rüzgarı, geniş bir sol koalisyonun adayı Gabriel Boric’in başkan seçilmesini sağladı.
Eski bir öğrenci lideri olan Boric’in etrafında oluşan koalisyon, PCCh’den merkez-sol unsurlara geniş bir siyasi yelpazeyi içerisinde barındırıyordu. Her ne kadar seçim zaferinin ardından manşetler o dönem ‘Şili’nin sosyalist başkanı’ şeklinde atılsa da Boric, bu yelpazenin solundaki unsurlardan biri değildi. Yüzlerce sayfalık programında tek kelime sosyalizm olmamasına rağmen Boric’in seçim zaferi kimileri için ‘büyük bir değişimin başlangıcı’ şeklinde yorumlandı.
Fakat çok geçmeden Boric’in sanılanın aksine pek de radikal dönüşümleri hedeflemediği, ‘solculuk’ meselesindeyse diğer kimi sol tandanslı Latin Amerikalı liderlerin çok daha gerisinde kaldığı açığa çıktı. Üstelik bunun tek sebebi Ukrayna Savaşı’nda NATO’dan yana tavır alarak kendini ‘Zelenski’nin Latin Amerika’daki dostu’ ifadeleriyle tanıtması ya da Venezuela’ya karşı ABD’nin dümen suyuyla uyumlu bir şekilde sert tavır takınması da değil. Seçim vaatlerinden anayasa değişikliği, ekonomik bağlamından kopuk bir taslakla büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Halka sunulan 2022 Anayasa Referandumunda sandıktan %61,8 ile net bir ‘hayır’ çıktı. Öte yandan Boric, başkanlık süresince sermayeyi cepheden hedef alan herhangi bir reforma girişmekten özenle kaçındı.
Şili’de yaşananlar radikal taleplerin enerjisiyle iktidara gelip, ardından herhangi bir merkez-sol düzen partisine dönüşen geniş koalisyonların ne ilk ne de son örneğiydi. Fakat bu sefer perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bu sefer sol koalisyon Şili İçin Birlik, adayını belirlerken Boric’in hareketinden gelen Gonzal Winter sadece %9 oy aldı. Merkez sol partiler, Winter yerine farklı bir adayın arkasında durmayı tercih etti, sosyaldemokrat Demokrasi İçin’den gelen Carolina Tohá’yı desteklediler. Yine de Tohá’nın aldığı %28’lik oy yeterli olmadı. Boric hükümetinin Çalışma Bakanı Jara ise %60 gibi bir oyla net bir mutabakatı ortaya koydu. Dolayısıyla Jara’nın adaylığını, Boric’in yarattığı hayal kırıklığının sol içindeki ifadesi olarak da yorumlayabiliriz.
Bugünkü seçime gelecek olursak Jara’nın önünde çok zor bir ikinci tur var. Sonuç ne olursa olsun, Boric dönemi hüsranla anılacak. Sokağın devrimci enerjisini önce absorbe edip sonra kendi yok oluşuyla birlikte tümden ortadan kaldıran bir başka ‘SYRIZA’ örneği gibi hatırlanacak. Elimizde bu gibi yeterince örnek var, yenisine ihtiyacımız yok. Bu sebeple Şili seçimlerinde aşırı-sağın yükselişini vurgularken sol için çıkarılacak dersleri ihmal etmemek gerekiyor. Yeni hezimetler yaşamamak “Nasıl yapmamalı” sorusuyla mümkün.
(BİANET.ORG – Kavel ALPASLAN – 21.11.2025)