Yuannis Tirkidis/CYPRUS MAIL
(Kıbrıs Ekonomi Toplumu Başkanı ve Kıbrıs Bankası (Bank of Cyprus) Ekonomik Araştırma Müdürü Yuannis Tirkidis, Cyprus Mail’deki yazısında Kıbrıs sorununun askerileştirilmesinin yarattığı tehlikelere işaret ediyor. Yazısını okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. S.U.)
*** Yakın tarihinin en tehlikeli anlarından birini yansıtan bir hamleyle Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail'den gelişmiş bir entegre hava savunma sistemi olan Barak MX'i satın alıyor. Bu karar, adayı savaşın eşiğine getiren 1990'ların sonlarındaki S-300 füze kriziyle hemen hemen aynı paralelliği gösteriyor fakat bu defa jeopolitik manzara çok daha karmaşıktır.
İSRAİL’İ DAHİL ETMEK, AKILLICA BİR KUMAR DEĞİL!
*** Şu anda çatışmaların tam ortasında olan İsrail’in, Kıbrıs’a stratejik bir ortak olarak dahil edilmesi, benzersiz derecede değişken bir ortam yaratmaktadır. Kıbrıs'ın caydırıcılığını güçlendirmeyi amaçlasa da, bu satın alma kararı, hiç de akıllıca bir kumar değildir. Çünkü böylesi bir karar, Türkiye ile gerginliği tırmandırma, uzun vadede güvenliği baltalama ve adayı kendi kontrolü dışında olan çatışmalara sürükleme riski taşımaktadır…
*** Böylesi bir askeri duruşun Türkiye'yi taviz vermeye zorlayacağı inancı da yanlış bir beklentidir. Aksine, Lefkoşa'nın şu anda izlediği çatışmacı dış politikanın kötü biçimde ters tepme riski bulunmaktadır. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun, güvenlik ve caydırıcılık arayışı, Kıbrıs'ı tehlikeli bir yola sürükleyebilir.
GÜVEN ARTTIRICI ÖNLEMLERDE BİLE ANLAŞAMIYORLAR…
*** Adanın yeniden birleştirilmesi için BM öncülüğünde on yıllardır süren müzakereler tam bir çıkmaza girdi. Crans Montana fiyaskosunun üzerinden sekiz yıl, Nikos Hristodolidis'in başkanlığının üzerinden ise iki buçuk yıl geçmesine rağmen, ortada kayda değer hiçbir şey yoktur. İki taraf, temel güven arttırıcı önlemler konusunda bile anlaşamıyor. Örneğin, Athienu (Kiracıköy) ve Eylence’yi birbirine bağlayacak yeni bir geçiş yolu önerisi, yolun tampon bölgeye göre güzergâhı konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle reddedildi; bu, içinden çıkılmaz siyasi iklimin çarpıcı bir örneği. Kıbrıs Rum tarafı, işgal altındaki bölgelerin tamamında uzanan bitişik bir yolu kabul etmeyi reddederken, Türk tarafı tampon bölgeden kısmi geçişe izin vermedi.
DENİZLERDE YÜKSEK GERİLİM…
*** Uzun süredir devam eden bu bölünmüşlük, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfiyle daha da derinleşti. Kıbrıs Cumhuriyeti, bu kaynakları işletmek için münhasır bir ekonomik bölge belirledi. Ancak Türkiye, bu deniz sınırlarına, “kendi kıta sahanlığını ihlal ettiğini ve Kıbrıslıtürkler’in haklarını hiçe saydığını” ileri sürerek itiraz ediyor. Bu durum, araştırma ve sondaj gemilerini donanma gemileri eşliğinde Kıbrıs'ın iddia ettiği münhasır ekonomik bölgesine göndermek de dahil olmak üzere saldırgan bir Türk dış politikasına yolaçtı ve bu da denizlerde, çok sayıda yüksek gerilimli uzlaşmazlığa yolaçtı.
BARAK MX SİSTEMİ…
*** İşte Kıbrıs, algılanan böylesi bir varoluşsal tehdit ortamında savunma kabiliyetlerini geliştirmeyi hedefliyor. İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii tarafından geliştirilen Barak MX, eski S-300'lere kıyasla askeri teknolojide önemli bir sıçramayı temsil ediyor. Barak MX sistemi, uçak, helikopter, insansız hava araçları ve seyir füzeleri de dahil olmak üzere çok çeşitli tehditleri 150 km'ye kadar menzillerde engellemek üzere tasarlanmış, son derece yetenekli ve esnek bir sistem.
*** Sistem, 470 km'ye kadar gözetleme menziline sahip gelişmiş radarlarla entegre edilmiş olmasıyla kritik bir öneme sahip. Bu, konuşlandırıldığında sisteme Türk hava sahasının derinliklerine bakma ve büyük hava ve deniz üsleri de dahil olmak üzere askeri faaliyetleri izleme yeteneği kazandırıyor. Resmi açıklamalara göre, Türkiye için bu bir savunma sistemi değil; yanıbaşındaki stratejik rakibi İsrail tarafından kullanılan istihbarat toplama ve saldırı yeteneğine sahip bir araç. Türkiye'nin tepki vermesini beklemeliyiz.
S-300’LER TAM TERSİ ETKİYE NEDEN OLDUYDU…
*** Mevcut durum, o günlerde Cumhurbaşkanı olan Glafkos Kliridis'in 1997'de Rus S-300 karadan havaya füzelerini satın alma kararıyla tetiklenen krizi hatırlatmaktadır. O zamanlar da, şimdi olduğu gibi, gerekçe “Türkiye'nin hava üstünlüğüne karşı güvenilir bir caydırıcılık oluşturmak ve Ankara'yı daha esnek bir müzakere duruşuna zorlamak”tı. Sonuç tam tersi oldu. Türkiye, konuşlandırılmaları halinde füzeleri imha etmek için önleyici bir askeri saldırı tehdidinde bulunarak, füzelerin varlığının bir casus-belli, yani savaşı meşrulaştıran bir eylem olacağını belirtti. Kriz, ABD ve İngiltere'nin Kıbrıs'a geri adım atması için baskı yapmasıyla yoğun bir uluslararası diplomasiyi tetikledi. Nihayetinde füzeler Yunanistan'ın Girit adasına yönlendirildi ve doğrudan bir askeri çatışma önlendi.
*** Aslında bu paralellik çok net olsa da, günümüzdeki farklılıklar çarpıcıdır. S-300 krizi daha çok iki taraflı bir Yunan-Türk meselesiydi. Oysa Barak MX, İsrail'i “doğrudan bir katılımcı” olarak ortaya koyuyor. Bu da, dinamikleri yerel bir anlaşmazlıktan, bölgenin en güçlü üç ordusunu içeren karmaşık bir üçlü güç mücadelesine dönüştürmektedir. Bunun da ötesinde, gelişmiş gözetleme yeteneklerine sahip Barak MX, denizlerdeki bölgeler ve enerji kaynaklarının kontrolüyle özünde bağlantılı olduğundan, riskleri de önemli ölçüde artırmaktadır.
TÜRKİYE BUNU TEHDİT OLARAK ALGILAYACAK…
*** Ankara, Barak MX sisteminin konuşlandırmasını büyük olasılıkla “doğrudan ve kabul edilemez bir tehdit” olarak algılayacaktır. Resmi açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Ankara bu hamleyi “Türkiye'yi kuşatmayı ve bölgenin enerji zenginliğinden dışlamayı amaçlayan daha geniş bir eksenin parçası” olarak görmektedir. ABD ve Birleşik Krallığın gerilimi azaltmak için aktif olarak müdahalede bulunduğu 1997'de yaşananların tam tersine, günümüzün dış güçleri, daha geniş çaplı bir savaşın eli kulağında olabileceği bir bölgede durumu yatıştırmak için neredeyse hiçbir şey yapmaksızın, öylece sessiz kalmaktadırlar.
*** İsrail'in Kıbrıs'ta bu sistemi işletmesi, muhtemelen Türk egemenliğine karşı “derin bir tehdit” olarak görülecek ve sert bir tepkiye yol açacaktır. Bu tepki, kuzeydeki işgal bölgesine Türkiye’nin kendi gelişmiş sistemlerini konuşlandırmasından, silahlı kuvvetlerini arttırmaya, deniz üsleri ve başka askeri üsler kurmaya ve Doğu Akdeniz'de, denizde ve havada daha agresif bir tavır almaya kadar uzanabilir. İsrail için bu satış, çok yönlü “stratejik bir zafer”dir. Kendi savunma sanayisini güçlendirmekte ve bölgesel bir rakibe karşı istihbarat toplama yeteneklerini geliştirmektedir.
ANKARA TUTUMUNU SERTLEŞTİRECEK…
*** Böylelikle Kıbrıs kendisini hassas bir konumda buluyor. Doğrudan bir İsrail-Türkiye veya İsrail-İran çatışması durumunda, Kıbrıs toprakları açık hedef haline gelebilir. Aynı zamanda bu hamle Türkiye'yi siyasi tavizlere zorlamayacaktır; tam tersine Ankara'nın tutumunu sertleştirecek ve yanlış hesaplama riskini de artıracaktır. Kıbrıs, diplomatik yollarla çözülmesi gereken karmaşık bir sorun olmaktan çıkıp, daha geniş bir bölgesel güç mücadelesinin askeri üssü haline gelme riskiyle karşı karşıyadır, (kendi kendini bu pozisyona sokma riskiyle karşı karşıyadır).
*** Kıbrıs iç siyasetinin aşırı parçalanmışlığı, karar alma sürecini daha da karmaşık hale getiriyor. 2013 mali krizinden bu yana zayıflayan siyasi sistem, böylesine kritik bir konuda ulusal bir mutabakat oluşturacak uyumdan yoksun durumdadır. Mevcut cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, merkezci ve merkez-sol partilerden oluşan kırılgan bir koalisyon tarafından seçilirken, kendisi de sağcı DİSİ partisinden geliyordu. Bu durum, genellikle kendi koalisyon ortaklarından çok, milliyetçi, aşırı sağcı ELAM partisiyle daha uyumlu görünen, zayıf yetkilere sahip bir hükümete yol açtı.
KIBRISLILAR’DAN AÇIK VE NET BİR YETKİ ALINMADAN YAPILIYOR…
*** En önemlisi, askerileşmeye ve İsrail ile derin bir ittifaka doğru yönelen bu derin stratejik değişim, hiçbir başkanlık seçim kampanyasının temel unsurlarından biri olmamıştır. Kıbrıslı seçmenlerden açık ve net bir yetki alınmadan yürütülen bu politika, demokratik meşruiyeti konusunda da ciddi sorular doğurmaktadır. Zayıf ve parçalanmış bir siyasi sistem, böylesine önemli bir kararın gerektirdiği titiz tartışma ve denetimi yürütme becerisine de sahip değildir.
RİSKLERİ ÇOK YÜKSEK BİR JEOPOLİTİK KUMAR BU…
*** Barak MX sisteminin satın alınması, riskleri çok yüksek bir “jeopolitik kumar”dır. Kıbrıs'ı çok daha büyük ve güçlü bir komşuyla tırmanan bir sarmalın içine hapsederken, aynı zamanda adayı daha geniş bir bölgesel rekabette potansiyel bir çatışma noktası haline getirme riskini taşımaktadır. Kısa vadeli caydırıcılıktaki potansiyel kazanımlar, uzun vadede bir vekalet savaşı alanına dönüşme risklerinin de çok gerisinde kalmaktadır.
GERİLİM AZALTILMALI, DİYALOĞA ÖNCELİK VERİLMELİ…
*** Bu çok büyük riskler dikkate alındığında, aktif tarafsızlık ve akıllıca bir diplomasi stratejisi daha ihtiyatlı bir alternatif sunmaktadır. Böylesi bir duruş, “savunmasızlık” anlamına gelmez; tam tersine, bölgesel çatışmalara yol açan askeri ittifaklara bulaşmaktan kaçınmak için stratejik bir tercih olacaktır. Kıbrıs, AB üyesi statüsünden yararlanarak, egemenliğini korumak için diplomatik ve hukuki kanallara odaklanabilir ve aynı zamanda gerilimi azaltmaya ve diyaloğa öncelik verebilir.
BU ÇATIŞMACI TAVIR, TAM TERSİ ETKİ YARATIR…
*** Yangınlarla dolu bir bölgede, Kıbrıs gibi küçük bir devlet için en akıllıca yol, kılıcını keskinleştirmek değil, tarafsızlık ve diplomasi yoluyla kalkanını güçlendirmek ve nihai hedefi olan barışçıl ve birleşik bir geleceği korumak olabilir… Bir cumhurbaşkanının temel görevi, halkın emniyetini ve güvenliğini sağlamaktır. Güvenlik adına bu çatışmacı tavır, tam tersi bir etki yaratır.
Yazının İngilizcesi için link:
https://cypruseconomicsociety.org/the-militarization-of-the-cyprus-problem/
(CYPRUS MAIL’de 29.9.2025’te yayımlanan Yuannis Tirkidis’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN. Bu yazı aynı zamanda yukarıda link’ini paylaştığımız Cyprus Economic Society (Kıbrıs Ekonomi Toplumu) bloğunda da Rumca ve İngilizce olarak yayımlanmıştır.).