Kıbrıs kimliği alamayan çocuklar

Cenk Mutluyakalı

Son dönemlerde en fazla geri dönüş aldığım yazılarımdan biri oldu, Kıbrıs’ta yaşayan, Türkiye göçmeni, üçüncü kuşak “kimlik mağduru” Kıbrıslılar.
Ve onlara “Kıbrıs Cumhuriyeti” kimlik kartı, pasaportu vermeyen aymazlık...
Bu insanların kalbine “Kıbrıs” mührünü basmak yerine, onları geriye itiyorlar.
Sonra da bağırıyorlar, “Ada’yı Türkiye’ye bağlıyorlar.”

*  *  *

“Benim çocuklarım sırf dedeleri Türkiye’den geldi diye vatandaşlık alamıyor” dedi birisi.
Yani Türkiye’den gelmiş adam.
Kıbrıs’ta evlenmiş, Kıbrıslı bir kadınla.
Sonra bir oğlan çocuk dünyaya getirmişler.
O oğlan çocuğu da büyümüş, evlenmiş...
Ve onun eşi de yine Kıbrıslı.
Kıbrıs kimliği almış, ikisi de...
Onların da çocukları olmuş.
İşte bu çocuklara, “Siz Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı olamazsınız” diyorlar.
Niye?
Dedeleri Türkiye’den gelmiş (!)
Oysa bu insanlar istiyor.
Kıbrıslı Rum makamların, bunun için sevinmesi gerekiyor.
Külahta leblebi gibi “KKTC” kimliğinin dağıtıldığı ülkede, bu insanlar, Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu derdinde.

*  *  *

Sınav yap, kültürü sor, coğrafya bilgisini test et anlarım...
“Senin babanın babası Türkiye’den geldi” denmesini anlamam işte.
Yani Ankara’da nikah yapsa, hiç Kıbrıs’ta yaşamadan kimliği alacak.
Böyle de bir çelişki!

*  *  *

“Milliyetçi işbirliği” bu…
Kuzeyden “Kıbrıs”ı silecekler illa!


Hekim dostlar, hastalara dokununuz

Hekim her daim hekimdir.
“Hasta”yken de hekimdir.
Bir doktor, bir başka doktoru muayene ederken, bir hastadan öte yine bir doktora bakar!
Çok mu karmaşık oldu.
Yani diyeceğim şu, bir “hasta”nın ruh hali başkadır!
İyi hekim de “hastalığından” değil sadece hastanın “halinden” de anlayandır.

*  *  *

Çok şanslıyım.
İçtenlikle söylüyorum.
Çünkü harika hekim dostlarım var.

*  *  *

Hastalar genelde kendi aralarında “yakındıklarını” doktorlarına söyleyemez.
Mesele “can”sa, işte o can sızının olduğu yerdedir.
Ve birey ‘can’ını emanet ettiği hekimin yüzüne pek dertlenemez!
Yüzüne güler...
Ardından söylenir...

*  *  *

Son dönemlerde pek çok “ortak” yakınma dinledim.
Ve yazmak istedim.
İki konu:

  • “Hekimler artık bize dokunmuyor. Muayene etmiyor. Doğrudan film, röntgen, tomografi, tahlil istiyor.”
  • “Bizi dinlemiyor, bizimle konuşmuyor, sohbet etmiyor.”

*  *  *

Elbette “genelleme” yapmıyorum.
Ama yoğun bir yakınma var.
Hele şu lanet Google ortaya çıktığından beri, internette gezinerek kafası karışan insanlar, daha bir istiyor ilgiyi, sevgiyi...

*  *  *

Lütfen dokununuz hastanıza!
Hani eskiden, tepeden tırnağa değişmez bir muayene vardı ya...
Bu özleniyor.
- “Şu filmi çek de gel…”
- “Şu tahlilleri yap da gel…”
- “Şu hapı al da gel” sevilmiyor.

Ve dinleyiniz hastanızı.
Neler hissettiğini, neler düşündüğünü, endişelerini...
Tahlillerden, röntgenlerden önce bir sorunuz geçmiş öyküsünü…
Evet, belki sizin yüzlerce hastanız var ve binlerce kez gördüğünüz hastalıklar...
Ama her hastanın kendi ‘can’ı var ve  kendi hastalığı, sadece !
Hatırlayınız.


Mümkünse

Kopenhag’da “Mutluluk Araştırma Enstitüsü” varmış.
Öneriyor!
“Şöyle yapınız, böyle yapmayınız!”
Hemen hepsi bildiklerimiz aslında.
Bilmek değil ki mesele.
Hayatınıza yansıtabilmek.
“An’ı yaşayınız” diyor.
 “Gamsız olunuz” diyor.
“Yaşanan an’a odaklanınız, sürekli ekranlara bakmak yerine” diyor...
Mümkün mü ekranlara bakmadan yaşayabilmek!
Hade, mümkünse, buyurunuz lütfen.


Sil gitsin !

Uzun bir “Sil Gitsin” listesi geldi...
En sevdiğim birkaçını seçtim...

  • Başkalarının sırlarını sana anlatan senin sırlarını da başkalarına anlatır. Sil gitsin!
  • Kendi fikrini dayatan insanla konuşacak bir şeyin yok. Sil gitsin!
  • Ne yaparsan yap gülmez. Bazıları mutsuzluktan beslenir. Sil gitsin!
  • Senden alır, alır, alır ama vermeye gelince ortada yoktur.
    Sil gitsin!


 


notçuklarım

  • Meğer “o  parti senin, bu parti benim” diye mekik dokuyan adaylar, yanlarında “üye”yi de taşıyormuş!
    Gezginci siyasilerin gezginci üyeleri, hukuk duvarına tosladı, bu kez!
     
  • Farklı siyasi partilerden birbirlerine başarı dileyen adaylar da görüyorum...
    Hepten de çirkef değil!
     
  • “Dövülmüşüm, sövülmüşüm, kovulmuşum ben,
    Siktir çekilmişim yani, kendi öz yurdumdan...”

    Ahmet Kaya’nın sözleridir!
    Ve bugün Türkiye’de nerdeyse herkes, bir zamanlar def ettiği bu adamı hasretle dinlemektedir!
     
  • O öykü geldi birden aklıma:
    Sular yükselince, balıklar karıncaları yer...
    Sular çekilince de karıncalar balıkları..
    Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
    Çünkü kimin kimi yiyeceğine “suyun akışı” karar verir…
     
  • GAZETEDE yayınladığımız bir etkinliği ya da açıklamayı, tam da o gün bize göndererek, “Lütfen bunu yayınlar mısınız” diyenler...
    Okumuyorsunuz, izlemiyorsunuz anladık... “Öyleymiş” gibi davranmayınız, en azından...
     
  • “Her gün gazete alıyordum da bugün uymadı” yalanı da koktu, demiş olayım!

“... celladı da biziz bu mahkemenin kurbanı da...”

Faize Özdemirciler