"kesik yeşil limonlar için düet"

Eralp Adanır

 

 

Yazın dünyamızın önemli isimlerinden biridir şair öykücü Mehmet Kansu hocamız.

"kesik yeşil limonlar için düet" ise okurla buluşturduğu yeni kitabı.

Kitabın alt başlığında ise "şiir-öykü-deneme" ibaresi yer almaktadır.

Sırası geldiğince "kitap kapakları tasarımının" ne kadar önemli olduğunu dile getiriyorum. Çünkü aslında kitabın içeriğiyle ilgili fikir verici bir özelliğe sahiptir, eğer başarılı bir kitap kapak tasarımı yapılmışsa.

Öncelikle kitabın kapağından bahsetmesini istiyorum Kansu hocamızdan.

Kapak tasarımı, Nilgün Güney arkadaşımızın bir çalışmasıdır. Kitabın içeriğine de uygun bir şekilde yapılmıştır. Kapak; Sisipoz Efsanesi'nin bir  yansımasıdır. Efsaneye göre Sisipos, bir kayayı tepenin en üst noktasına taşımakla cezalandırılıyor. Deniyor götürüyor ama tutamıyor orada, taş gerisin geri yuvarlanmaya başlıyor. Her defasında deniyor ama tepenin başında o kayayı bir türlü durduramıyor. Sonunda böyle bir kapak yapalım dedik. Yani bizim de şimdi iki toplum arasındaki sorunlar, Kıbrıs Türk toplumunun yıllardır yaşadığı bilinmezlik içindeki durumlar bütün bunlar, bir Sisipos Efsanesi gibi. Bir yere gidiyoruz geri dönüyoruz bizler de.

Liderler arasında görüşmeler, konuşmalar  yapılıyor sürekli ama bir sonuç alamıyoruz. Dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumu hak ettiği bir barışı, huzuru şu anda bulamıyor. Ama devamlı  görüşmecilerimiz var gidiyorlar geliyorlar. Tam bir Sisipos Efsanesi işte.

Nilgün Güney bildiğiniz gibi çok değerli bir ressamımız. Kitabın başında Hacı Yıldız'ın Cumhuriyet-Kitap'ta yer alan bir yazısından alıntı yaptım. Orada aynı şeyi söylüyor. O taşı yukarıya en tepeye taşıyoruz ama sonuçta onu orada tutamayacağız. Ve taş gerisin geri dönerken bizi ezip geçecek. Bu da içinde yaşadığımız hayata bir göndermedir.

Hakikaten yaşadığımız zaman çok tuhaf bir zaman, çok hızlı, herkes koşuyor ama sonuçta çoğu insanlarımız da istedikleri hayata hedefe varamıyorlar. Varmak için çalışıyorlar sadece.

Bu da hayatın devinimi sanki. Bir amaç var aslında burada. Kapağa baktığımızda bir kayayı tepenin en yüksek yerine taşımak. İnsan hayatında; herkesin bir amacı olması gibi. Ne kadar başarısızlıklarla sonuçlansa da bazı olaylar, bundan yılmamak, yeniden denemek... Taşı bir yerlere taşırken insan,  umudu da taşıyor galiba...

Burada bir de iki toplum arasındaki uyuşmazlığın bir türlü çözülememesine de gönderme vardır. İki toplum içerisinde de bazı hareketler var ileriye doğru ama hiçbir zaman da o taşı orada durduramıyoruz, geriye geliyor. Yani o taş bir problem. Bir sorun yumağı. Geri gelirken bazı değerleri de eziyor aslında taş. Bunun tabii çeşitli yansımaları var.

Yani '64 doğumlular '74 doğumlular şimdi orta yaşa gelmiş insanlardır. Dolayısıyla iki toplum arasındaki sorunları pek de bilemiyorlar hatta benim işittiğim kadarıyla çok da umurlarında değil.

Yani Güney için de söylüyorum bunu. Orda da böyle bir durum var.

Gençler o geçti bitti diyor ama problem oarda duruyor. Şimdi taşı yukarıya taşımak zorundayız.

Şiir-öykü-anlatı-deneme-çeviri-söyleşi... bunlar edebiyatın içerisindeki ayrı ayrı yollar olarak tanımlanmaktadır. Fakat Kansu hocamız tüm bu türleri kitabında bir yazı bünyesinde sergiliyor. Bu onun farklı bir deneyişi midir? diye düşünüyorum.  Aslında daha önceki kitaplarında şiir-deneme türlerinin içiçe geçtiklerini görebilmekteyiz. Burada daha farklı yolların da biraraya getirilişi var sanki.

Daha önceki son üç kitabımda da şiir-öykü-deneme-anlatı-çeviri ve söyleşiyi de katıyorum çünkü bazı söyleşiler gazete sayfalarında, dergi sayfalarında kalıyor ve onlar başlı başına bir program. Şimdi böylesi yazın türlerinin bir arada olmasını isteyişim şundan kaynaklanıyor; zamanımız, yaşadığımız çağ, hızlı bir çağ. Hem teknolojide hem insan hayatında hem bireysel hem toplumsal çok hızlı bir gidiş var. İnsanlar bu hızlı ortam içerisinde oturup konsantre olma, düşünme, kendi iç dünyasına inmeyi yapamıyorlar. Kitapın okunmasında da öyledir. Bir kitabı aldığı zaman çok uzunsa birkaç cümle okuyor bırakıyor.

Benim burada amaçladığım yazın türleri; şiir-öykü-deneme-anlatı-söyleşi'lerim, istedim ki kısa nitelikli yazılar şeklinde olsun. Okur kitabı eline aldığı zaman bir şiir okuyor tamam orada duruyor. Zaten daha fazla konsantre olması biraz zor. Ya da bir kısa öykü okuyor orada bırakıyor. Bu defa bir zaman geçtikten sonra kitabı alıp bir şiir daha okuyor. Benim istediğim de budur. Yani kitaptan kopmasın. Okumaktan kopmasın aslında.

Bir de tabii bir yazı bir şiiri bir öyküyü okuduğu zaman, okuyan insan onu biraz içselleştirmesi lâzım. Meselâ bu şiirden bana ne kaldı diye sormalı. Ya da şair bu şiiri yazarken öyle mi düşündü gibi ya da öyküde olsun, bunu sorabilmeli. Ya da söyleşide. Demek ki şairimiz ya da bu kitabın yazarı Kıbrıs'ın batısında bir yerde doğdu demeli örneğin. Oradan birşeyler öğrenir. Benim dedem de ordan gelmedir gibi bir bağlantı kurabilmeli. İstediğimiz de budur. Yani kitaptan okumadan kopmasın.

Kısa öz ama süreklilik arz etsin okuma süreci.

Burada da kanımca yazara büyük görev düşüyor, yazdıklarıyla okuru onun içerisine çekebilme. Hatıralar, olaylar,  yaşadığımız yer olabilir. Sonuçta okur kendisine bir pay çıkarabilmelidir kitaptan, sürekliliği olabilmesi için...

Mutlaka o okuduğu şiir öykü her ne ise onu kendi hayatı ile özdeşleştirmesi lâzım. Yani hayatındaki bir olayla okuduğu şey örtüşsün. Ya da okuduğu şey hayatına bir çağrı yapsın. Hayatına dönsün ve onu hatırlasın onu içselleştirsin diyelim. Böyle birşey de bekliyoruz okurdan. Bazıları der ki ben şiir yazdım ama bunun yorumunu artık okuyucu yapsın. O ne diyorsa nasıl algılamışsa öyle olsun. Bir bakıma da doğrudur. Yani bir şair diyemez bu şiir budur, okuyucu sen boşver kendi düşünceni.

Okuyucunun hayattaki deneyimleri, algıları, okuyuşları, her şey, okuduğu ile çağrışım yaparak biraraya gelmeli.

"kesik yeşil limonlar için düet" şiirinin mısralarında, "sararmadan daha kestik yeşil limonları" diye bir cümlesi geçiyor Kansu'nun. Bana hemen şunu çağrıştırdı ve kendisiyle bunu paylaştım:

Bazı düşüncelerimizi ya da bazı olayları daha tam olgunlaştıramadan onu koparmak.

Tamamlanmamış bir süreç gibi dalından kesmek...

Benim için okuyucunun yorum yapması çok hoşuma gidiyor. Ama ben de sonradan bu kitabın adıyla ilgili şöyle bir şey düşündüm, yani kesik yeşil limon hakkında. Kesik yeşil dediğimiz zaman; toplum hayatımızdaki Yeşil Hat geliyor aklıma. Ama işte o Yeşil Hat da bir yerde kesiyor birşeyleri. Güney ile Kuzey'i kesiyor meselâ. İşte onun için her iki tarafta da, her iki toplumda da bu Yeşil Hat için ağıtlar var şiirler, söyleşiler, şarklılar var. Ben de burada bir düet yapmaya çalıştım.

Yani bu kesik olayını biraz da okuyucu düşünsün istedim.

Ben sonradan fark ettim Yeşil Hat'la ilgili birşey olduğunu. Neden? çünkü toplumun ilgilendiği, toplumun içinde olduğu, yaşadığı bir sorun Yeşil Hat.