Kent disiplini…

Tamer Öncül


Geçtiğimiz haftanın son beş gününü Barselona’da geçirdik… Akdeniz’in doğu ucunda sanat ve mimarinin iç içe geçtiği yaklaşık bir buçuk milyonluk bu harika şehir; Kent Disipli’nin ne olduğunu (ders verircesine) gösterdi bize…
Bu büyüleyici, gezideki izlenimlerimi gelecek haftanın ADRES dergisinde fotoğraflarıyla ayrıntılılı aktaracağım…
Lefkoşa gibi binlerce yıllık(yaklaşık altı bin ) tarihi bir kentin içler acısı durumundan çıkıp; daha genç bir şehre (yaklaşık iki bin iki yüz yıllık) ayak bastığınızda, yürüyüp durup kıyaslama yapmaktan alamıyorsunuz kendinizi…
Ortası geniş yürüyüş yolları ve dinlenme alanlarıyla donanmış; bisiklet yolu ve kaldırımlarıyla;  ağaçlandırılmış canlı yaşam alanı olarak düzenlenmiş geniş yollar, kente geometrik bir hareketlilik kazandırmış…
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren kalabalıklara karşın her yer pırıl pırıl… Caddelerde olduğu gibi meydanlarda da dekoratif, mekanla bütünleşen çöp bidonları; oturma alanları; küçük büfeler ve yeşil alanlar, heykel ve anıtlarla kucaklaşıyor…  
Sanat ve şehirciliğin bu kadar uyumlu harmonisindeki en büyük rol hiç kuşkusuz ki, Art Nouveau akımının öncüsü olan Gaudi’nin bütün yaşamını, bu şehre adamasınındır..
İ.Ö. 230 yılında Katalan bir asilzade aile tarafından kurulan Barselona’nın, 1900'lerden kalma ızgara planlı modern bölümü; eski binaların bakımlılığı ve yeni binaların eskilerle uyumluluğu (binalardaki perdeler bile tek renk ve biçimde yapılmıştır) Kent Disipli’nin ne demek olduğunu hatırlatır size…
Kente damgasını vuran yerlerden birisi de Akdeniz'in en hareketli limanı olan Barcelona Limanıdır. Bu limana yılda 700.000'den fazla gemi uğradığı söylenir. Limana çıkan ana yollardan biri, ünlü kaşif Christopher Columbus'un heykeline gider.
Lefkoşa’nın iki gariban meydanını (ki bu meydanların bu günkü haline gelmesinde bizim katkımız yok denecek kadar azdır) düşündüğümüzde; şehircilik anlayışımızın Ortaçağ’ın bile gerisinde kaldığını anlarız, büyük bir acıyla…

 

Barselona, tarihi, kültürü, geleneği ve coğrafyasıyla gerçek bir Akdeniz şehri olmanın yanında; Geniş meydan ve yollarıyla; modern kablolu tramvay hatları, metrosu, teleferiği ve bisiklet yollarıyla modern bir Avrupa kenti kimliği de taşır…
Kent içi ulaşımda turistlerin de yararlanabileceği bisiklet ve küçük motor  (hemen hemen her sokakta bunları kiralayabileceğiniz noktalar mevcut) kullanımının yaygınlığı, varoşlarıyla birlikte dört milyonu bulan (şehir nüfusu 1.600.000) bu kentte trafik sorunu yaşanmasını engelliyor… Bunları yazarken, gündüz nüfusu en çok 100.000 olan Lefkoşa’nın yaşadığı trafik kaosuna anlam veremiyorum bir kez daha…
Kentin tüm meydanları, ama özellikle de (bizim suriçi kadar bir alana kurulmuş olan) İspanyol Meydanı, bizim “meydan” anlayışımızla dalga geçer nitelikte dizayn edilmiş adeta… Meydanın doğu ucundaki tepeye kurulmuş devasa “Sanat Müzesi”ne ulaşımı kolaylaştırmak için mermer merdivenlerin arasına saklanmış yürüyen merdivenler bunun açık göstergelerinden biri… 
Adım başı bir müzeye rastladıkça, “Müzesiz Lefkoşa’nın” acınası durumu hüzünlendiriyordu beni… Sanatsız, düzensiz, yılların kirinden pasından henüz arınamamış; yeşil fakiri; dinlence/eğlence alanlarından; işgal edilmiş kaldırımları ve kaldırıma kadar taşan çarpık yapılaşmadan ne zaman kurtulacağız diye düşünmeden edemiyordum… Belki bu bir yıllık süreçte Yeni başkan kadri beyden bu konularda adım atmasını beklemek insafsızlık olur ama; ben yine de böyle çağdaş bir başkent yaratmak için kaybedecek fazla zamanımızın kalmadığına inanıyorum…