Toplum olarak yıllardır süregelen bir alışkanlığımız var: Çuvaldızı başkalarına batırmakta ustayız ama iğnenin ucunu kendimize çevirmekte oldukça başarısızız.
Eleştiri söz konusu olduğunda hep başkalarını sorgular, kendi payımıza düşeni görmekten kaçınırız. Bu tavır, bireysel ilişkilerden toplumsal hayatın geneline kadar pek çok alanda çarpıklıklar doğuruyor.
***
Kendini sevmeyen birinin başkalarının sevgisini talep etmesi, emek harcamadan çalışanı suçlaması, güçlü iken merhameti unutanın düşerken insafsızlıktan yakınması... Bunların hepsi aslında aynı noktaya işaret ediyor:
Öz eleştiriden uzak durmak.
***
Dostlarına vakit ayırmayan, onların ilgisizliğinden şikâyet ediyor; zamanı hoyratça harcayan, zamanının azlığından yakınıyor.
***
Kendi gelişimi için çaba göstermeyen, hayattan hak ettiğini alamadığını düşünüyor.
Cesaretsizliğini gömüp, içine düştüğü durumu başkalarının sorumsuzluğuna yüklüyor.
Bu tablo, aslında bireysel sorunların ötesinde toplumsal bir çarpıklığa işaret ediyor. Çünkü herkes aynı yanlışı yaptığında, güven, merhamet, saygı ve samimiyet giderek azalıyor. Ortaya bir “Ben haklıyım” korosu çıkıyor ama ortada kimse sorumluluk üstlenmiyor.
***
Mutluluk ve huzur, şark kurnazlığıyla, kısa vadeli hesaplarla elde edilemez.
Asıl ihtiyaç duyduğumuz şey, aynayı kendimize çevirmek.
Başkasına yönelttiğimiz eleştiriyi önce kendimize uygulamadan, daha adil, daha sağlıklı ve daha mutlu bir toplum inşa edemeyiz.
***
Velhasıl, öz eleştiri olmadan da hayatı doğru göremeyiz.
Hayatı doğru göremeden de ondan keyif almak mümkün değildir.