“KAYIPLAR”I HALA BULUNAMAYANLARDAN…

Sevgül Uludağ

Tijen Gülle: “Bu belirsizliğin ortadan kalkmasını bekliyoruz…”

Babası Vasıf Hasan, 18 Aralık 1963’te “kayıp” edilen Tijen Gülle, sosyal medya paylaşımında şöyle yazdı:

“Babam Vasıf Hasan 18 Aralık 1963’te kayboldu. O dönemde Halkın Sesi gazetesi 20 Aralık 1963 tarihinde “Bir Türk Kayıpta” başlığıyla fotoğraflı bir haberde “henüz bir haber alınamadı” yazdı. O günden bugüne değişen bir şey yok. Yakınları bulunan arkadaşlarım, akrabalarım oldu bu süreçte. Onlarla hem hüznü hem de belirsizliğin ortadan kalkmış olmasının huzurunu paylaştık. Ama hala daha “kayıplar”ından bir haber bekleyen pek çok insan var. Onlar gibi biz de bu belirsizliğin ortadan kalkmasını bekliyoruz ve biran önce tüm kayıpların bulunup ailelerine teslim edilmesini istiyoruz.”


Erol Gülali: “Yattığın yeri dahi bilmiyoruz…”

2 Ocak 1964’te “kayıp” edilen Fuat Gülali’nin kardeşi Erol Gülali, sosyal medya paylaşımında şöyle dedi:

“Bugün tam 54 yıl… 2 Ocak 1964… Abim Fuat Gülali… Ben dördüncü, o ise üç numara idi. Altı kardeş idik. 23 yaşındaydı gencecik… Trikomo köyüne gitmişti. Beraberinde iki arkadaşı vardı. O günden sonra haber alamadık. Hala daha bir haber almış değiliz. Birçok yerde kazılar yapıldığı halde, hiçbir kalıntıya rastlanmadı… Seni hiç unutmadık. Hiç de unutamayız. Sen bizim canımızdın. Sen bizim herşeyimizdin. Yattığın yeri dahi bilmiyoruz. Dualarımızı okuyacak bir yerin dahi yok. Nur içinde yatasın, mekanın cennet olsun…”


Raif Toluk: “54 sene geçti, ne oldu, nerededir babam, bilinmiyor…”

22 Aralık 1963’te Lefkoşa’da CYTA’daki işinden evine dönerken “kayıp” edilen Mehmet Raif’in oğlu Raif Toluk, sosyal medya paylaşımında şöyle dedi:

“22 Aralık 1963. MEHMET RAİF CYTA’da telgraf memuru “shift” çalışılıyor, 6 tane çocuk, işe gitmesi gerek. Gece işi idi, gidiyor. O gün olaylar çıkıyor Rumlar’la Türkler arasında. Gece babamla konuşuluyor saat gece 2 ye kadar. Ondan sonra “öyle biri burada çalışmıyor” deniyor. 54 sene geçti. Ne oldu, nerededir bilinmiyor. Hala daha bu minnacık adada nerede olduğunu bilemiyoruz. Yazıklar olsun bunlara kim sebep olmuşsa.

SAVAŞSIZ SEVGİ DOLU BİR DÜNYA UMUDU İLE…”

 

 


 

BASINDAN GÜNCEL…

“Hala aynı kafada mıyız?” -1-

Ulus Irkad

Ben Kıbrıslıtürk medyasında belki de elliden fazla Dr. İhsan Ali hakkında makaleler yazdım. Onun hakkında geçmişte gazetelerde seri olarak günlerce çıkan yazılarım da oldu. Geçenlerde Dr İhsan Ali’nin Baf ve Baf’ın oluşması, yeniden yapılandırılması, şu anda Avrupa’nın sanat ve kültür başşehri olmasının aslında onun yaptığı katkılardan dolayı olduğunu, onun fotoğrafıyla Facebook sayfamdan hem de Baflıların sayfasından yayımladım. Birinci gün Baflı olduğunu sandığım genç biri onun casus ve vatan haini olduğunu öne süren bir yazısını benim sayfamdan onun fotoğrafının altında yayımladı. Ona izin vermedim ve sayfamdan da attım. Şimdi hala daha Dr. İhsan Ali’nin gerek Kıbrıs ve gerekse Baflılar için yaptıkları hakkında bunca yazıdan sonra dogmatik olarak yazı yazan adama ne demeli? Be kardeşim, 30 yıldır ben bu adam hakkında yazılar yazıyorum, sen bunlardan bir tanesini  bile okumadın mı? Kaldı ki geçenlerde bu sayfalardan, Londra’da doktor olan Dr. İlkay Çıralı’nın bir mektubunu yayımladım,  1964 yılında Baf’ta mücahitlik yaparken, o sırada Baf’ın düşmesiyle, katliam tehlikesi altında kalan Baflıları, son anda olaya, kendi vücudunu da feda ederek (Çünkü Dr İhsan Ali’den EOKA’cılar da hoşlanmıyorlardı ve onu her an öldürmek istiyorlardı ve pek tabi ki TMT de aynı eğilimdeydi), Dr İhsan Ali’nin, Baf Türk halkını katliamdan kurtardığı konusunda, bu olayı isbat eden bir mektuptu bu. Şimdi bunca yazıya rağmen bunları okumayan, bilhassa genç insanlar ortaya çıkar da “İhsan Ali casustu, vatan hainiydi” safsatalarına dayanırsa bu gibi adamlara ne denir bilemem. Müthiş bir cahillik, dogmatizm ve tek yönlülük…

Bu itibarla İsmet İnönü’nün Dr Fazıl Küçük’e 9 Mart 1964 tarihinde gönderdiği mektuba göz atmamız gerekiyor…

İsmet Paşa’nın 9 Mart 1964 tarihli Dr. Küçük’e gönderdiği mektup şöyleydi :

“1- Kıbrıslı Rumların 21 Aralık’ta başlayan tecavüzlerinin yarattığı anarşi havası içinde Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs devlet teşkilatındaki görevlerini ve bazı mıntıkalarda ev ve barklarını emniyet endişesi ile terk etmek zorunda bırakılmışlardır. Bu suretle devlet teşkilatının çeşitli kademelerinde Türklerin yokluğundan faydalanan Rumlar tek taraflı olarak, Kıbrıs’ın Sovyet Rusya ile hava anlaşması, beş bin kişilik yardımcı polis kuvveti kurulması gibi Türk menfaatlerine büyük zararlar veren kararlar almaya başlamışlardır. Bu kararların Anayasaya aykırı olduğu ve bu sebeple hiç bir hukuki kıymeti bulunmadığı tarafımızdan, dost devletlere ve milletlerarası teşekküllere tebliğ edilmektedir. Ancak, Kıbrıs Rumları da kendi yönlerinden, yabancı devletlere ve milletlerarası teşekküllere `Türkleri Devlet teşkilatındaki yerlerini almağa davet ediyoruz. Gelmiyorlar, Türklerin boykotu yüzünden devlet işlerinin durması doğru mu?’ tarzında mukabelede bulunuyorlar. Biz, bu Rum iddialarını, Adada gösterilerin hakim bulunmaları, öldürme, yaralama ve rehine alma olaylarının devam etmekte olması sebebiyle Türklerin, şahsi emniyet kaygusuyla normal işleri başına gidemedikleri şeklinde cevaplandırmaktayız. Ve bu izahatimiz, Ada’daki halihazır şartları bilen muhataplarımızca makul karşılanmaktadır.

2- Diğer taraftan, çeşitli temas ve müşahadelerimize göre, yabancı devletler ve milletlerarası teşekküller, Kıbrıs’ın, hali hazır hukuki durumunu aşağıdaki şekilde mütalaa etmektedirler:

***  Zürih ve Londra Anlaşmaları, usulüne göre değiştirilinceye kadar mer’idir.

 ***  Kıbrıs Devleti, anlaşmalar esasları dahilinde hukuken ve fiilen mevcuttur.

 ***  Kıbrıs Devleti teşkilatının, mer’i anayasa hükümlerine uygun şekilde işlemesi gerekir.

Cihan efkarının umumi kanaatı bu şekilde olunca Kıbrıs Türklerinin devlet işlerini Rumlara terketmeyip Türk hak ve menfaatlerini Kıbrıs devleti teşkilatı dahilinde de savunmalarına zaruret vardır.

3-Güvenlik Konseyi’nde alınmış olan karar gereğince yakında Kıbrıs’a milletlerarası bir barış koruyucu kuvvet gönderilecektir. Ümit ve temenni ediyoruz ki, bu suretle Ada’da emniyet tam olarak kısa zamanda sağlanabilecektir. Emniyetin bu suretle sağlanmasından sonra da Türkler Kıbrıs devlet teşkilatındaki görevlerini ve yerlerini almamağa devam ederlerse Kıbrıs Rumlarının devlet işlerini tek başlarına ve Türk hak ve menfaatleri zararına yürütmeleri karşısında, tarafımızdan yapılacak itiraz ve şikayetleri cihan efkarı haklı bulmayacaktır. Buna ilaveten, Kıbrıs ihtilafına nihai hal çaresi bulununcaya kadar geçecek zaman zarfında Kıbrıs Rumlarının tek başlarına devletin idaresine hakim olmaları şüphesiz ki Türk hak ve menfaatleri için birçok mahsurları doğuracaktır”.

Dr. Küçük’ün İsmet Paşa’ya 10 Mart 1964 tarihli mektubu:

“Sn. Başbakan,

Adada emniyetin sağlanmasından sonra Türklerin Kıbrıs devlet teşkilatındaki görevlerini ve yerlerini almaları gerektiği hususundaki telkinler yetkili cemaat liderleri tarafından büyük bir dikkatle tezekkür edilmiştir. Yazı istisnasız her işiteni büyük bir hayal sukutuna düşürmüş, ve çok büyük bir felaket içinde kıvranmakta olan cemaat mensuplarımıza durumu açıklamadan önce Anavatan hükümetimize müracaat edilerek bu konunun aşağıda arzedilen maruzat ışığı altında bir kere daha incelenmesinin istirham edilmesine oy birliği ile karar verilmiştir.

Bilindiği gibi Kıbrıs Türk Cemaatı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri anavatandan aldığı direktif ve talimat gereğince hareket etmiş ve Anavatanın sarsılmaz desteğine güvenerek kendilerine yapılan her tazyike mukavemet etmiş ve haklarından bir santim bile feragat etmeyecek şekilde hareket etmiştir. Bu siyasetin hiç gerilmeden veya inhiraf etmeden yürütülmesi netice olarak da Kıbrıs Türküne karşı açılan silahlı mücadeleye silahla karşı gelmekten hiç çekinmemiş ve bu uğurda yüzlerce şehit vermiş ve onbinlerce halk malını, evini ve geçim vasıtalarını bu uğurda tereddüt etmeden feda etmiştir. Bu fedakarlığı yaparak büyük bir meşakkat, ızdırap ve mahrumiyete katlanan onbinlerce vatandaşımız, yalnız bir emel peşinde idi, o da Rumların insafı altında yaşamaktan kurtulmak idi. Anavatan ricali ve yetkili makam sahiplerinin muhtelif vesilelerle yaptıkları demeçlerde Kıbrıs Türk halkının hiç bir suretle Rumların insafına terk edilemeyecekleri ve her türlü tedbirlerin alınacağı sarahatle bildirilmekte idi. Verilen direktiflere uyan ve yapılan demeç ve vaidlere güvenen Kıbrıs Türk Cemaatı yek vücut olarak hiç çekinmeden ve her türlü zarar, gaip, ıstırap ve meşakatı göze alarak bir ölüm kalım mücadelesine girmiştir. Bu mücadelede elden gelen her şey beklenildiğinden çok fazla olarak yapılmış ve cemaatımızın her ferdi mensup olduğu büyük milletine layık bir uzvu olduğunu ispat etmiştir. Pervasız olarak mücadeleye atılan mücahitlerimiz, hiç bir zaman geri dönme olmayacağına iman ederek açıkça ve icabında Rum cani ve idarecilerine meydan okuyarak kendilerini emellerine vakfetmişlerdir. Bu haleti ruhiye içinde olan ve davaları uğrunda evladını, babasını, eşini veya kardeşlerini gaip eden ve evinden, barkından olan vatandaşlarımıza, artık geri Makarios Hükümeti ile -sözde geçici bir süre için bile olsa- işbirliği yapmamız gerekiyor deyecek hiçbir ferdin Kıbrıs’ta mevcut olmadığını belirtmek isteriz”.

Gelecek Hafta bu makalenin ikinci sayısında aynı konu üzerinde duracağım…

KAYNAKÇA

İsmet Paşa Dr. Fazıl Küçük’e yazdı 9 Mart 1964. Dr. Küçük bir gün sonra cevap yazdı.. İbret belgesi..

14 Nisan 2014, 00:35, Kıbrıslıtürk basınından…

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 1.1.2018)