“Kayıp” İsmail Bekir için cenaze töreni Boğaz’da yapılacak…

Sevgül Uludağ

Tekke Bahçesi’ne “Önder İbrahim” adı altında 1974’te defnedilen İsmail Bekir, Kayıplar Komitesi’nin kazıları ardından DNA testleriyle kimliklendirildi… Dün akşam görüştüğümüz İsmail Bekir’in sevgili kızı Ülfet Canseç, 43 yıl aradan sonra 16 Ekim Pazartesi günü Boğaz Şehitliği’nde sevgili babası için cenaze töreni düzenleyeceklerini söyledi.

“Kayıp” İsmail Bekir için 16 Ekim Pazartesi günü saat 09.00’da önce Göçmenköy Camisi’nde cenaze namazı kılınacak, ardından saat 10.00’da Boğaz Şehitliği’nde askeri tören yapılarak toprağa verilecek… “Kayıp” İsmail Bekir’in öyküsüne 2012 yılında bu sayfalarda yer vermiştik ve o günden bu yana İsmail Bekir’in kızı Ülfet Canseç, Tekke Bahçesi’ndeki mezarın kazılması için canla başla uğraş verdi…

Dün akşamki sosyal medya paylaşımında Ülfet Canseç, “Beni bul demiştin. İşte seni buldum canım babam. Artık rahat uyu mekanın cennet olsun babam. Seni cooook seviyorum” diye yazdı…

“Kayıp” İsmail Bekir’in sevgili ailesinin acısını paylaşıyoruz…

 

NELER YAZMIŞTIK?

Haziran 2012’de bu sayfalarda yayımladığımız röportajlarımızla, “kayıp” İsmail Bekir’in sevgili eşi Fatma İsmailoğlu ve sevgili kızı Ülfet Canseç’in söylediklerine geniş yer vermiştik…

O günlerde şöyle yazmıştık:

“***  “Kayıp” İsmail Bekir’in eşi Fatma İsmailoğlu ve kızı Ülfet Canseç anlatıyor...

“Kayıp” bir mezarın izinde...

İsmail Bekir Matyatlı’ydı... 1963 çatışmaları nedeniyle ailesiyle birlikte Lefkoşa’ya göçetmişti... Arabahmet’te, Tatlıcı Rüstem’in karşısındaki evde yaşıyorlardı... Pelatusalı Fatma Mustafa’yla bu eve evlenmişler, ardından Yediler’de, sonra da Çağlayan’ın arkasındaki belediye evciklerinde hayatlarını sürdürmüşlerdi... Üç harika çocukları olmuştu: Ayhan, Ülfet ve Aysan... İki oğlan, bir kız...

İsmail Bekir, demircilikle uğraşıyordu, 1974’te eşi ve evlatçıklarıyla birlikte Avustralya’ya göç etmeye hazırlanıyordu... Biletleri de alınmıştı, göç etmeden önce oğlularını sünnet ettirmişti... Tam da 15 Temmuz darbesinin olduğu akşam bu sünnet töreni nedeniyle masalar kurulmuş, yemeler içmeler yapılırken, vızıl vızıl kurşunlar geçmeye başlamıştı tepelerinden...

Fatma Hanım’ı ve evlatçıklarını Pembe görümcesi kaptığı gibi Göçmenköy’e götürmüştü... İsmail Bekir de daha önceden askerliğini yapmış olduğu Boğaz’a gitmişti... Fatma Hanım’ın eşini bu son görüşü olmuştu...

Ardından eşinin ölmüş olduğu haberi gelmiş, görümcesiyle birlikte derhal Boğaz’a gitmişlerdi... Boğaz’daki komutan Fatma Hanım’a eşinin yaralandığını, Mersin’deki hastaneye kaldırıldığını anlatmıştı... Mersin’deki hastane aranmış ve İsmail Bekir’in orada olduğu söylenmişti. Komutan, Fatma Hanım’a “İsterseniz hemen bir helikopter kaldırayım ve sizi eşinizin yanına, Mersin’e göndereyim” demişti. Fatma Hanım, “Olur ama yarın çünkü üç çocuğum var, gidip onları tertipleyim da yarın gelirim ve beni Mersin’e gönderirsiniz” demişti. Arabalarında pek az benzin olduğu için bir tank benzin de vermişti mücahitler Fatma hanımlara... Göçmenköy’e dönmüşler ve ertesi günü tekrar Boğaz’a gitmişlerdi. Bu kez haberler farklıydı: Fatma Hanım’a, “Mersin’deki sizin eşiniz değildir, isim benzerliğidir. Mersin’deki Matyatlı değil Malatyalı bir yaralıdır” demişlerdi...

Fatma Hanım savaştan sonra altı ay boyunca eşinin izini arayıp durmuştu. Boğaz’da savaşta öldürülen Kıbrıslıtürkler’in Ağırdağ’a gömüldüğünü öğrenmiş, bu mezarların açılmasını istemişti. Fatma Hanım’ın isteği kabul edilmiş ve Ağırdağ’da mezarlar açılmıştı... Fatma Hanım mezarlar açılırken her bir mezarın başında durmuş ve içinde eşinin olup olmadığına bakmıştı... Ondan sonra da bu yaşadıklarından ötürü asapları bozulmuştu, bu gördüklerinin yarattığı etkiyi atlatıncaya kadar kimbilir neler çekmişti...


İsmail Bekir

Elbette Fatma Hanım kendini üzüntülere bırakamazdı çünkü üç tane küçücük evladı vardı: Yedi, altı ve dört yaşında üç çocukla, eşinin belki de yaralı olup da Türkiye’de olduğunu, belki bir gün çıkıp gelebileceğini düşünerek yıllarca beklemişti...

Küçük Ülfet hep babasının yolunu beklemişti... Babasının duvarda çerçeveli fotoğrafına her gün bir demet yasemin dizerek asmıştı, belki yaseminin kokusunu duyar babası ve gelir diye... Bu bekleyiş yıllar yılı devam etmişti...

Bir gün telefonum çaldı, “kayıp” İsmail Bekir’in kızı Ülfet Canseç arıyordu beni... Bir arkadaşı ona beni aramasını söylemiş... Buluşmaya, konuşmaya, annesiyle röportaj yapmaya karar verdik...

Annesinin yaşadığı evde buluştuk... Oturup konuştuk... Birlikte ağladık ve ben 12 saat boyunca kendime gelemedim... Neler yaşadıklarını sözcüklerle tarif etmek kolay değildi...

Ülfet Hanım boş durmamıştı büyüdüğü zaman... Babasının aslında Tekke Bahçesi’nde gömülü olabileceğini öğrenmişti... Boğaz’da komutanlık yapmış olan insanları bulmuş, onlarla konuşmuştu... 1974’te savaşta öldürülmüş bir başka Kıbrıslıtürk’ün, Önder İbrahim’in iki mezarı olduğunu, aynı şahsın hem Tekke Bahçesi’nde, hem de Boğaz Şehitliği’nde gömülü gösterildiğini öğrenmişti. Boğaz’da görev yapmış olan o dönemin bir askeri yetkilisi Ülfet Hanım’a, “kayıp” babası İsmail Bekir’in büyük olasılık Tekke Bahçesi’nde “Önder İbrahim” yazılı 70 numaralı mezarda gömülü olduğunu anlatmıştı. Çünkü Önder İbrahim’in ailesi, Önder İbrahim’in aslında Boğaz Şehitliği’ne gömüleceğini henüz Ağırdağ’da gömülüyken öğrenmişti... Nitekim ben de Önder İbrahim’in sevgili kızkardeşi Sevilay Mutsuzlar’ı bularak konuştum. Ağırdağ’da mezarlar açıldıktan ve Boğaz Şehitliği’ne kardeşi gömüldükten sonra, Sevilay hanımlara Boğaz’daki askeri yetkililer, kardeşinin üzerinden çıkan kimlik kartını vermişlerdi... Sevilay Hanım bana “Boğaz’da çalışan Halidaba vardı Köseler’in, o gördüydü kendini gömerlerken, dönemin komutanlarından Hasan Kutay da oradaydı, kimliğini çıkardı, verdiler bize gömülürken...  Sanırım Önder Mustafa İbrahim yazılıdır Boğaz’daki mezarının üzerinde” demişti.

Fatma İsmailoğlu 65 yaşında, Pelatusa doğumlu... Altı kardeşmişler, annesinin adı Ülfet, babasının adı Mustafa’ymış... Babası çiftçiymiş ve aynı zamanda madende çalışıyormuş...

“Pelatusa çok güzel bir yerdi, arkası dağ, önü deniz” diyor... “Bizim köynan denizin arası dört mildir ama köy yüksekte olduğu için deniz görünürdü, havası çok güzeldir” diyor. “Baf güzel yerdir...”

Orta halli bir ailede yetişmiş Fatma Hanım, “İlkokulu bitirdim, başka okula gitmedim” diyor. “Annem göndermedi beni” diyor.

İlkokul bittikten sonra evde kalmış, arazileri varmış, “Pademimiz vardı, toplardık, harnıbımız vardı toplardık, zeytinimiz vardı toplardık... Bahçemiz vardı, bahçemize giderdik... Bahçeye yazlık ekerdik, domates, hıyar, kavun, karpuz...”

Keçileri, koyunları, inekleri varmış, “Bir de eşeciğimiz vardı” diyor.

“Kayıp” eşi İsmail Bekir, Matyatlı imiş...

“İsmail benim eniştemnan beraber askerlik yapardı bunda Lefkoşa’da” diyor. “Ve eniştem çok beğenirdi kendini...”

1965’te evlenmişler, Lefkoşa’ya...

“63’te Matyat’tan kaçıncalar, Lefkoşa’ya geldi onun ailesi... Lefkoşa’da yaşarlardı, dokuz gardaşıdı” diyor.

Arabahmet’te kalırlarmış, “Rüstem Tatlıcı vardı, tam onun karşısında” diyor.

“Ben oraya evlendim... Eşimin annesinin adı Ayşe, babasının adı Bekir” diyor.  “Annesi Dalili, babası Matyatlı’ydı... Annesinin ailesine, dedelerine Gulle derlerdi...”

Matyat’tan göçmen olup da apar topar Lefkoşa’ya yerleştiğinde, “kayıp” İsmail Bekir’in annesi Ayşe Hanım, ev içinde çalışırmış...

1965’te Fatma Hanım’la İsmail Bey evlendiklerinde, İsmail Bey’in mücahitliği bitmiş, “Mücahitlikten çıktıydı, bittiydi mücahitliği, demircilik yapardı. Yani böyle sandalye, koltuk, pencere, kapı, hep onları yapardı. Bu sanatı Lefkoşa’da alıştıydı. Abisi vardır Nurettin, o Lefkoşa’daydı, onun yanına gelirdi ve bu sanatı öğrendiydi...” diye anlatıyor.

DEVAM EDECEK