“Kayıp bir hayatı devralmak…” 2

Sevgül Uludağ

“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın torunu, Cemal Balses’in kızı, şair Bedia Balses’den babasının ve ailesinin yaşadıklarını kaleme almasını istedik. Bedia Balses, olağanüstü bir yazı gönderdi bize…

Bedia Balses şöyle yazdı:

Kendi ailesinde eksik kalan o duyguyu bize kısacık zamanında yaşattı. O, duygulu, iyi kalpli, vefalı, çok özel bir insandı. Acılara dayanamayan bünyesi onu hastalandırdı. Her akşam gözleri uzaklara dalar, dedemi anar, gözlerinden akan yaşları geçmişine akıtırdı…
Hemen hemen her akşam ya dedemi, ya güneyde kalan köyümüzü rüyasında görürdü. Babam yeni hayatına tam olarak uyum sağlayamamış, dedemin acısını içinden atamamış, öldüğünü kabullenememiş, hesabını kapatamamıştı. Sabahları ter içinde uyanır anneme, yol arkadaşına, sevdalısına rüyasını anlatırdı. O rüyayı birlikte görmüşçesine bir ruh haline girerler, iki bedende tek ruh gibi birbirlerini anlarlardı.
Babam hastalanmadan kısa bir süre önce dedemi ve yine şehit olan Hasan amcamı rüyasında görmüştü. Kısa bir öğle uykusu sonrasında dedemle amcamın omuz omuza bizim eve baktıklarını ve onun adını çağırdıklarını anlattığını hatırlarım.
Dedem kaybolduğunda taşlı ova yolunda bulunan arabası güneyde kalmıştı. O arabaya sonradan dokunamamış ne babam ne amcalarım. 1974 harekatından sonra güneyden kuzeye göç ettiğimiz zaman babama dedemin arabasına karşılık bir araba verilebileceği söylendiğinde babam bunu reddetmiş ve “babamın kan parasının karşılığında araba kabul edemem” diyerek arabayı kabul etmemişti. “Ben size kendi paramla araba alıp, sizi istediğiniz her yere götüreceğim” demişti o akşam bize. Hiç alamadı o arabayı. Ne ömrü yetti, ne de parası. Vefat ettiği zaman hala annemle güneydeki köyümüzde yaptıkları ve oturmalarına kendi deyişi ile “kısmet olmayan” evlerinin paralarını ödemekle meşguldü. Türk dülger ve ustalara yaptırdığı işlerden kalan borçlar oturmadığı ve sahip olamadığı evinin borcu olarak üzerine kalmıştı çünkü.
O çok gururlu bir adamdı. Vefat ettiğinde bize pek çok insandan çok daha değerli bir miras bıraktı. Dedemden devraldığı onurlu, temiz, gurur duyulacak tertemiz bir hayat ve isim kaldı bize onlardan. Vicdan sahibi, maddi çıkarlara satılmayan, kimseyi satmayan bu insanlar inanıyorum ki yıllar geçse bile kayıp olmadılar hala bizimle yaşıyorlar.
Babam 1983 yılında vefat ettiğinde hep doğduğu yeri, güneyde kalan arkadaşlarını, köyünü anar dururdu. 2003 yılında kapılar açıldıktan sonra içim onun için bir kez daha ağladık. O doğduğu yerlere hasret vefat etmişti, niceleri gibi. Onun gözleri ve onun kalbini de taşıyarak  gittik güneye. Anlattıklarını, acılarını, dedemin ruhunu aradık sanki oralarda. Oysa biz doğduğumuz yerlere birer yabancıydık. Oralarda kendimize ait anımız bile yoktu.
Menevi’deki kahveye gittiğimiz zaman bizi büyük bir sürprizin beklediğini bilmiyorduk. Oradaki insanlar onca kin, nefret arasında milliyetten çok iyinin ve kötünün varolduğunu anlatmak istercesine babamların fotoğraflarını saklamışlardı. O Rum köyünde babamın futbol oynarkenki fotoğrafını bulmak, 40 yıla yakın bir süre sonunda bile o Rum kahvesinde babamın fotoğrafının asılı durması ve indirilmemesi bizi müthiş derecede etkilemişti.
Babam bize hep Gogo isimli arkadaştan öteye kardeş gibi olduğu bir Rum arkadaşını anlatır dururdu. Gogo, kapılar açılmadan önce Hala Sultan Tekkesi’ne ziyarete giden Türkler’e babamı sorar, onu görebilmek için ararmış. Sonra öğrenmiş babamın öldüğünü, çok sonra. 2003 yılında elinde çiçeğiyle -artık yaşlanmış olan bu eski dost- babamın mezarını da ziyarete gelmiş...
Menevi’ye, Gogo’nun evine babamdan bir parça bulmak için gittik 2003 yılında ailecek. Çok garip bir gündü o gün. O kadar büyük bir beklenti ile gitmiştik, o güne o kadar büyük anlamlar yüklemiştik ki, nerdeyse uyku uyumamıştık öncesinde. Oysa o ziyaret hiç de beklediğimiz gibi olmamıştı. Gogo çok az konuşmuş, sessiz ve tepkisiz kalmış ve bize babamı anlatmamıştı. Bu yüzden evlerinden kısa bir vakit geçirdikten sonra çıktığımızda allak bullak olmuştuk. Menevi yolunda ilerlerken arabamızın arkasından bir başka arabanın bizi takip ettiğini farkettik sonra. Arabayı kenara çektiğimizde Gogo’nun damadıyla bize bir zarf gönderdiğini anlamıştık. İçinde babamın fotoğrafları, Rumca yazılmış şiirleri, mektupları vardı. Savaşın, göçün travmaları mıydı, araya giren uçurum muydu neydi bilmiyorum ama içimdeki hayal kırıklığını bir parça atmama neden olmuştu o zarf. Bu demekti ki babamın en yakın arkadaşı Gogo babama ait anıları saklamış ve sahip çıkmıştı. Bir gün geleceğimizi bildiği için de beklemişti. Bu bir veda niteliğindeydi de sanırım. Bir daha Gogo’ya ve Menevi’ye gidemedik. O kayıp duygular peşimizi orada da bırakmamıştı çünkü.
Dedemle ilgili bu kayıp öykü içimizin derinliklerinde saklıyken Sevgül Uludağ aracılığı ile öğrendiğimiz yeni bilgiler tüm aile için o günlere yeniden dönüş oldu bugünlerde. O uğursuz güne ait kafamızda canlandırdığımız görüntülerle değil gerçek fotoğraflarıyla karşı karşıyaydık artık.  Ta uzaklardan İsveçli bir BM görevlisi (babamın günlüğünde de var) tam 52 yıl sonra bize o günü anlatıyordu. Üstelik de elinde video kayıtları, fotoğraflar vardı. O yolu gördük, dedemin son anlarını saklayan kareyi gördük. Babamın BM askerlerine konuşurkenki acı dolu yüzünü gördük. O cinayete tanık olan otları, tozlu yolu, hasılları, köyün o günkü tenhalığını hissettik.

DEVAM EDECEK