KAYBETTİKLERİMİZ VE YENİDEN BULABİLECEKLERİMİZ

Neşe Yaşın

 

Hiçbir hikâyenin belli bir başlangıcı ya da sonu yok. Başladı dediğimiz noktada başlamamıştır pek çok şey ve biten bitmemiştir aslında. Çocuklukta Kıbrıs televizyonunda cuma akşamları gösterilen Türk filmlerini anımsıyorum. Komşu teyzelerle çoluk çocuk birlikte izlediğimiz filmlerde “Son” yazısı belirirdi birden. Işıkları söndürüp izlerdik nedense. Hala sinema duygusundan kurtulunmadığı için belki de. Işıklar yanınca yaşlı gözleri görürdük. Eğer filmin sonunda kadın ve erkek birbirine sarılmışsa ve bir çocuk da onlara doğru koşarsa “kavışık bitti” derlerdi. Nasıl biterse bitsin gözyaşları olurdu ama. Bu “son” yazısı içimi burkardı. Her türlü veda göz yaşları demekti. Birisini havaalanından ya da limandan yolcu etmek için cümbür cemaat, birkaç araba birden gidilirdi. Bavullar çok önceden hazırlanırdı. Kalbi acıtan bir duyguydu. Havaalanının geniş balkonundan uçağa girene kadar takip ederdik yolcuyu. Uçak kalkınca dönerdik geriye.

Gidilen bir yere bir daha dönülemeyebileceğini Peristerona’daki evimizden göç ettiğimizde anlamıştım. Tanımadığım bazı ölülerin kanlar içindeki fotoğrafları her yerdeydi. Sonra babaanne ve anneanne ölümleri… Veda etmeyi bilemedim hiç. Gidenin gerçekten gitmiş olduğuna bir süre inanamazdım. Sanki bir kapının, bir duvarın ardındaydı ve yine bulacaktım onu.

İçimi en çok acıtan sevdiğim şeylerin kaybolmasıydı. Kırmızı elbiseli, siyahi bir bebek hatırlıyorum. Halayık bebeğim yani. Belki de bellek yanıltıyor beni. Babaannemin gönderdiği henüz çok yeni bu bebeği köyün çevresinde bir yerlerde kaybetmiştim sanki. İçimin nasıl acıdığını hissediyorum hala.

Veda etme becerisi mutluluk için elzem sanki. Yine de zalimce geliyor bana. Belleksizlik vicdansızlık değil mi? Bir yandan da bellek öylesine yanıltıcı ki… Hikayeleri hep yeni baştan kurabiliyorsun.

Veda etmeyi bilmediğim için yazı yazıyorum belki de. Yazınca yeniden kavuşur gibi oluyorum pek çok kayba. Yazıyla o geçmişe geri dönüyorum ve onu sabitliyorum bir biçimde.

Bu an var bir de… İzleyip durduğumuz bir hayat, içinde olduğumuz hikayeler var “son” yazısı belirene kadar.

Ne çok isyanla doluydu içim küçükken. Kabul edilemez durumlarla, iç burkan haksızlıklarla doluydu dünya. Güçsüzdüm, değiştiremezdim onları. Çocuktum çünkü.

Şimdilerde kendimi güçlü kabul etsem de bazen bu ürkek küçük kız hortluyor ve gözlerimin ışıklarını söndürüyor. Belki de yaş aldıkça, çemberin tamamlanma noktasına yaklaştıkça çocukluğa da daha yakın duruyoruz.

Kendiyle başa çıkamıyor insan ve mutluluk başka yerlerde. Başkaları için bir şeyler yapmakta, hayata bir katkı koymakta. En çok başkaları için bir şey yaptığında, toplumsal anlamda bir zafer elde ettiğinde mutlu oluyormuş insan. Kendi hikayelerimizin bir sonu var ama hayatın nehri akıp duruyor sonuçta. O sonsuzluğa doğru akan nehirde yapabileceğim çok şey var. Bireysel bir mutluluk söz konusu değil çünkü. Hayatı dönüştürmek için yapacağımız şeyler önemli ve bunlar birer ödül olarak dönebiliyor bize.

Aktivizmin, özellikle sonuç veren bir aktivizmin insanı ne denli mutlu ettiğini biliyorum. Bir şair ve yazar içinse en büyük mutluluk birilerinin yoluna ışık tutmuş olmak, birilerinin kalp ağrılarına küçük bir teselli vermek.

Zor zamanların ödülü bize kendimizi ve hayatımızı gözden geçirme fırsatı vermesi. Hayattaki başka acılara bakınca kendi mutsuzluklarımızın ne kadar minör olduğunu görebiliyoruz. Ayrıca kış uzun sürse de baharın geleceğini bilmek rahatlatıcı.

Kaybedilen şey hatırasını bırakıyor insana. Her kayıp şey içine saklanıyor insanın. Hayat bazı mutlulukları götürürken yenilerini getiriyor bir yandan da.

Yenik düşmemek önemli olan. Kahkahaların, sevinçlerin bir yerlerde saklı olduğunu bilmek. Kim bilir çok yakınlarda bir yerlerde belki de.

Yunanistan’daki Uluslararası bir kadın konferansında “Kaybettiklerimiz ve yeniden bulabileceklerimiz” adını verdiği bir dans yapan Tunuslu bir kadın yönetmen vardı. Dansın adı bile sevinçle doldurmuştu içimizi.