KALPTEN GELEN SES

Neşe Yaşın

Bir sesin kalpten gelip gelmediğini anlamak zor değil. Sıklıkla rastladığım yapay bir ses tonu var. İçerdeki gerçek sesi bastırma telaşıyla takınılan bir eda. Bir çeşit racon kesme hali. Yalan ya da kurgunun, maksatlı bir ifadenin sesini ayırt etmeyi çoğu zaman başardığımı sanıyorum. Öncelikle gergin oluyor bunu yapan, göz temasından kaçınıyor; sesin ise farklı bir tınısı oluyor. İnceden teatral bir tondan söz edebiliriz belki.

Pek çok politik metnin böyle bir sesi var sanki. İşte size gerçek derken tüm çağrışımlarıyla kelimeleri tezini kanıtlamanın hizmetini sunmuş oluyor metnin yazarı. Kelimelerin şehvetine kapılıp onların götürdüğü doğrultuda konum belirliyor. Ben de çok yaptım bunu o yüzden iyi biliyorum. Bir yandan yazdıklarımla gurur duyarken diğer yandan bir şeylerin yanlış olduğunu, bir huzursuzluk yarattığını fark edip kendimi nasıl daha iyi ifade edebileceğimi, fikrimi dayatmadan nasıl aktaracağımı düşünmeye başladım sonraları. Görüşünü mütevazi biçimde söyleyebilmek oldukça önemli. Gerçeğin sahibi değilim ama elimdeki verilere bakarak, gözlemlerim ve sezgilerimden ötürü böyle düşünüyorum şu an diyebilmek yani. Yapay olanın genel kabul gördüğü bu garip dönemde içten olan, sahici olan marjinal kalıyor. Yapay olmak başarının ana formülü olarak görülüyor. Yapay bir burun estetikle dönüştürülmüş bir yüz başarının kapılarını açabiliyor. Sahte olan sayesinde basamaklar tırmanılıyor. Yarattığınız atmosfer, takındığınız eda gerçeği perdelerken sizi yükseklere çıkarabiliyor.

Şu sıralar pek çok metin dolanıyor ortalıkta. Haklı bir kaygıdan çıkıyor bu metinler. Dünya yangın yeri. Hamas saldırısı ardından Gazze’de yaşanan vahşetle ilgili farklı ülkelerde yazılmış pek çok metin geldi önüme. Birilerinin kaleme aldığı kimi metinlere imza atmışızdır bugüne kadar. Biz olsak belki başka türlü ifade ederdik ama bir emek verilmiş ve aciliyet ortada. Mitinglerde atılan bazı sloganlar da öyledir. Birkaçına katılırsın birkaçına dairse küçük ya da büyük itirazların vardır. Çok emin olmasan da itirazı yükseltmek için en de haykırırsın belki bazılarına. Otomatik bir reflekstir bu. Bazen slogan atan kendi sesime yabancılaştığımı hatırlarım. Altına imzamı atarım denir ya, tamamen katıldığımız, söyleyen biz olsak tıpkısını söyleyeceğimiz bir şey için kullanırız bu ifadeyi. Ufak itirazlarımıza rağmen altına imza attığımız metinler de olmuştur ama.

Sanatın, edebiyatın ise anlattığım bu kaygıları yok eden bir yanı var. Kendini çoğaltan imgeler, bir muğlaklık taşıyor gibi duran söylem, kurgu olduğunu itiraf etmiş kurgu, meselenin kalbine doğru yol alıyor. Bambaşka bir dil bu ve politik dilin tuzaklarına düşmekten koruyor bizi.

Yangının içindeyken, acıların çığlığı her yanı sarmışken şiir hatta düzyazı yazılamaz, her türlü sanatsal girişim pornografik kalır diyenler var. Önemli ölçüde doğru bu. Yazabilmek için bir mesafe gerekiyor. Yangının içinde yanıyorsun yalnızca. Ağlayan ama ağlatamayan pek çok angaje metin gördüm. Acı bazen o kadar büyük oluyor ki ne anlatsan onu karikatürü gibi duruyor yalnızca.

Bir yanda da bir sanatçı, edebiyatçı kibri diyebileceğim bir durum var. Bu kutsal yaratım alanına bir misyon yüklediğin anda onun özgürlüğüne ket vuruyorsun kaygısı eşlik ediyor buna. Angaje olanın araçsallaşmış olduğuna katılsam de her zaman kötü olacağını düşünmüyorum. En kötü ve en iyi örnekler angaje sanattan çıkıyor diyebiliriz aslında. Büyük bir risk var burada. İpin bir yanında yetkin diğer yanında paçavrasın. İpin üzerinden atlayabilmiş olmakta bütün mesele. İnce ayar bir durum yani.

Ne olursa olsun önemli olan kalpten gelen sesi yakalamak. Şiirini, metnini estetik ameliyata tabi tutmadan bazen de koca bir burnun özgün güzelliğiyle sunmak. İpi geçtinse büyüyü yakalamışsın demektir. Püf noktası denen şeydir bu ve her seferinde yakalanmaz. Bir kez yakalandı mı da tadına doyum olmaz.