Kahramanım

Derya Beyatlı

 

Önce seni görmezden gelirler ,
Sonra alay ederler ,
Sonra seninle savaşırlar,
Sonra sen kazanırsın!

Mahatma Gandhi

‘Normal bir hayatta kimsenin kahraman olması gerekmez… Eğer birileri kahramansa, berbat bir hayatın içindeyiz demektir. Birinin kendini kurban etmesini bekliyoruz demektir.’ diyor Ece Temelkuran yeni kitabı üzerine Zeynep Miraç’a verdiği röportajda.

Evet, berbat bir hayatın içindeyiz. Her an ölümün etrafımızda kol gezdiği, insan haklarının, eşitliğin, demokrasinin, pasaportunun rengi doğrultusunda ‘şanslı insanlara’ bahşedildiği bir dünyada yaşıyoruz. Adaletsizlik, vahşet, kin ve nefret her yanımızı sarmış durumda. Her an, her şey için kavga vermek zorunda olduğumuz bir hayat bu.  

Bu yüzden de bu ‘Hayat Kavgasında’ kahramanlara ihtiyacımız var bizim. Her türlü riski göze alabilen, dışlanan, toplum içinde yalnızlaştırılan, tehdit edilen, yine de yılmayan kahramanlara.

Elini yüreğinin üzerine koyabilen, doğru bildiği yolda ısrarla, akıl almaz bir cesaret ile yürüyen, taşıdığı meşale ile arkadan gelenlerin yolunu aydınlatan kahramanlara ihtiyacı var dünyanın. Ve de yurdumun.

Benim kahramanım ödül aldı bugün, Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Yurttaşlık ödülünü aldı. Benim içim içime sığmadı bugün. Yanında durup, kahramanımı ayakta alkışlayamamanın burukluğu ile bu gururu kalbime sığdırma çabaları arasında gitti geldi duygularım benim bugün.

Sevginin nefreti nasıl yenebildiğine bir kere daha şahit olan yüreğim, yine de bu ödülün çok geç kalmış olduğunun ayrımına da vardı. Bu ödülün ve çok daha fazlasının… 

Sevgül’ü yirmili yaşlarımın başında tanıdım, hayran kaldım. Ülkeye yeni dönmüş sıkı bir idealisttim. Dünyayı değiştirme rüyaları görüyordum. İlk işyerim ideallerimi fena halde aşağılıyordu. Hayallerim ile kendimi içinde bulduğum ‘gerçek dünya’ arasında aşılmaz uçurumlar vardı. Sevgül’ün cesaretinin peşine takılarak hayallerimi yaşamayı seçtim.

Öğretim Görevlisi olduğum üniversitede haksız bulduğum uygulamalara kazan kaldırdım. Yanımda can dostum, önümde kahramanım, direndim. Siyasilerin ya da ‘Büyük Adamların’ yakını olduğu için kimse bizim verdiğimiz derslerden geçemedi. Çalışan haklarını iki kişilik grevimizle aradık, adaletsizliklere karşı çıktık, imza topladık.
Çabalar er ya da geç ödüllendiriliyor elbet, bizimkisi dönem sonunda sarı bir zarf içinde geldi. ‘Çalışmalarınız için teşekkür ederiz. Önümüzdeki dönem hizmetlerinize ihtiyacımız olmayacaktır. Hayatta başarılar dileriz!’

Şu anda, bu kapının önüne konulmanın hayatta başıma gelen en güzel olay olduğunu düşünüyorum. Ancak, o zaman, hiç de kolay değildi işten atılmayı hazmetmek, üstelik de binbir zorlukla bulunan ilk işimden.

‘Uyan artık’ demedi benim kahramanım, etrafımdaki çoğu kişinin aksine. ‘Doğru yoldasın, devam’ dedi. ‘Yılmak yok’ dedi, ‘Yanındayım’ dedi. İşsiz ve parasız gezdiğim zamanlarda hep yanımda oldu, hep omuz verdi, her anlamda. Asla unutamam.  

Hayatımın bir çok ilk adımını Sevgül’ün desteği ile attım sonrasında. İlk iki toplumlu etkinliğim, ilk sivil toplum deneyimim, siyaset tecrübem, televizyon programım, ilk köşe yazım, basın bildirim. Hepsinde yanımdaydı. Eleştirdiği de olurdu yaptıklarımı, ‘aferin bebeğime’ diye alnıma kocaman bir öpücük kondurduğu da. Söylemeden geçemeyeceğim, eleştiriler hep daha fazlaydı. Hep şapkayı önüme koyup düşünmeye zorlardı…. 

Yazın bahçesindeki havuz başında, kışta şöminesinin karşısında yaptığımız sohbetlerin ve birbirinden lezzetli Sevgül yemeklerinin tadını damağım hiç unutmadı. Karanlığa mum yakmayı da sanırım senden öğrendim ben, paylaşılan bir dilim peynirin sihrini de.

Bugün sen ödülünü alırken orada olamadım kahramanım, üzgünüm. Senin gibi bir kahramana sahip olmanın ayrıcalığını ve gururunu yüreğime sığdırmaya çalıştım ben bugün, seni uzaktan izlerken.

Sığmadı Sevgül, taştı.  


30 Ocak 2015
Marsilya