KADEHLERİMİZİ ŞİİR İÇİN KALDIRIYORUZ

Neşe Yaşın


Şiir festivallerinde hiçbir yerde hissetmediğim bir grup aidiyeti, bir evde olma duygusu yaşarım. Şairlerle olan akrabalık hali bir bayram ziyaretine dönüştürür benim için oraları.

Yeni tanışılan insanlarla hemen kaynaşan biri değilimdir. Önceleri çekingen, uzak ve yabani hatta kim zaman soğuk ve kibirli izlenimi vermişimdir pek çok kişiye.

Birilerine ısınmam zaman alır çünkü. Hayranlığını ve sevgisini kendi içinde yaşayan, kendi duygularına bile temkinli yaklaşan biriyimdir.

Bunu ifade etmek karşılık beklendiğine dair bir baskı oluşturur diye düşünürüm. Kimi kez de bazı insanların bir çıkar niyeti içeren sahte ilgisine tanık olmuşumdur.

Başkalarının hayatı hakkında öyle uzun uzun sorular soran biri de değilimdir. Soru-cevap diyalektiği birini tanımak için yeterli gelmez bana aslına bakılırsa.

Bir ansiklopedi maddesi çok da bir şey ifade etmez.  Başka göstergelere bakarım; bazı ayrıntıları yakalamaya çalışırım yeni tanıştığım insanlarda. Sunacağı bir anlatıyla değil de süreç içindeki rastlantısal anı fragmanlarıyla o insana dair hakikate birazcık yaklaşmaya çalışırım.

Bazen küçücük bir ayrıntı içimi ısıtır. Kimi zaman bakışlar, bir kriz anındaki tutum, küçük bir jest çok şey anlatır. 
Şairlerin şiirleri vardır sonuçta onları daha yakından tanımamızı sağlayacak diye düşünülebilir insan ama şiirine benzemeyen o kadar çok şair var ki. Yine de şüera hep tanıdıktır şüeraya. Çok içerden bildiğin durumlar vardır.

Şairler, şairleri içerden tanır demiştim ya, bir şeye çok güldüm: Kosova’ya pek çok şair İstanbul’dan Türk Hava Yolları bağlantısı ile uçmuş.

Havaalanında, Amir Or ile uçağa binmeyi beklerken aynı sırada oturan bir çift vardı; sonradan aynı festivale gitmekte olan Belçika’da yaşayan İtalyan şair David Gianonni ve bir yayınevinin de içinde bulunduğu diğer şiir projelerinde birlikte çalıştığı eşi Nadejda olduğunu öğrendik.

Bizi izleyip “Bunlar şair olabilir mi?” diye konuşuyorlarmış kendi aralarında.” Kitap okuyorlar, herhalde şairler” diye yorum yapmışlar önce. Sonra ben bilgisayarımı düşürmüşüm ve Nadya, David’e dönüp “ Kesin şairler, bak kadın bilgisayarını düşürdü” demiş.

David ve Nadya’nın da “sokakta  şiir” projesi var. Renkli kağıtlara yazdırdıkları şiirlerimizi Rahovek’te  ve havaalanlarında da çeşitli yerlere asıp durdular.

Festivaldeki ilginç şairlerden birisi de İngiltere’de yaşayan İranlı şair Ali Abdolrezaei’ydi.

Ali, ilk kitabının ardından hapse atılmış İran’da. Altı ay boyunca çeşitli işkenceler yaşamış. 2002’de ise ders vermesi ve kamusal alanda konuşması yasaklanmış.

Aynı yıl içinde bir eşek sırtında Türkiye’ye kaçmış; Almanya ve Fransa’da sürgünde yaşadıktan sonra İngiltere’ye geçmiş. Şimdilerde Londra’da yaşıyor ve İngilizce de yazıyor şiirlerini.

Ali’nin de uçağı İstanbul bağlantılıydı ve festival dönüşü onu İstanbul’da biraz dolaştırdıktan sonra havaalanı otobüsüne bindirdim. Birkaç saat sonra bana telefon edip büyük bir yanlışlık yaptığını uçağının Sabiha Gökçen’den değil Atatürk havaalanından kalkacağını söyleyince  başımdan kaynar sular döküldü. Neyse ki son anda yetişebilmiş. Şair halleri işte!

Dünyada pek çok başarılı şiir festivalinin maddi desteğin çekilmesi ile son bulmasının ve Türkiye’de de  savaş nedeniyle arka arkaya şiir festivallerinin ertelenmesinin ardından böylesi bir festivalde bulunmak iyi geldi doğrusu bana. Festival kitapçığı daha sonra yayınlanacak ne yazık ki.  Amerikalı şairler William. S. Peters ve Janet Caldwell üstlendiler kitabın basımını…

Festivalin logosundaki  kapanmamış daire üzerindeki kırmızı lekenin  kimilerine kanı anımsatması düşündürdü beni. Kana bulanmış coğrafyaların bilinçaltı mı bu acaba? Şiir daha çok da yaraları iyileştirmek için mi var?

Bir şarap mahzeninde de şiirler okuduğumuz “Şarap ve Şiir”di ama festivalin teması. Savaşa inat keyfin, dostluğun ve yaşamın güzel yanlarının simgesi olan şarap… Dilerim bütün acılı coğrafyalarda kadehler hep güzellikleri kutlamak için kalksın.