KABİLE USÜLÜ KAMU YÖNETİCİLERİMİZ

Onur Olguner

Artık ülkemizde kamu yönetiminin gelişen bir toplumda işlemesi gerektiği gibi işlemediğini kabul etmeliyiz. Popülizme açık, kamunun denetleyemediği, yolsuzlukların önlenemediği, mali durum olarak adeta sorumsuzca kararlar alan ve devlet organlarının çalışma performansı düşük bir sistemimiz var. Dahası yaşadığımız sokaklarda, caddelerde ve şehirlerde bulunan güzellikler, sadece doğanın bize bahşettiği ve henüz bozmaya fırsat bulamadıklarımız.

Halbuki bizler gibi geri kalmış toplumlarda ilerlemek her zaman öncelikli bir hedef olmalı. İlerlemenin hedef olması için de bütün bu zayıflıkların geliştirilmesi kuşku götürmez bir ihtiyaç.

Tabii bu konu her açıldığında, umudunu yitirmiş Kıbrıslı Türklerden duyduğumuz bir feryat var: “Bizde olmaz.” Bu karamsarlığa katılmamakla birlikte, gelin “bizde olmaz” durumunun sebeplerini birlikte ele alalım.

“Çağdaş ülkelerdeki örnekleri inceleyelim” demek istemiyorum. Çünkü bu söylem ciddi anlamda yaban ve tatsız kalıyor. Gelin gelişiminin çoğunu tamamlamış, kurumları çalışan, demokrasisi güçlü, kent parklarını ve toplu taşıma sistemlerini kurmuş ve insanlarına sokağa çıktığı andan itibaren mutluluk veren ülkeleri inceleyelim. Bu ülkelerin siyaset ve kamu yönetiminde ne gibi değişik adımlar attığını birlikte analiz edelim. Belki bu sayede ‘bizde olmaz’ sorununa bir çözüm bulabiliriz.

Örneğin bu ülkelerin çoğunda, bizdeki “başkan” kültürü yok. Bir kabile geleneği gibi yanında 2-3 tane yaver sayılabilecek adamıyla gezen, mekanlara girdiğinde insanların “başkan” diye önünü ilikleyeceği kişilerin iyi kamu yönetimi yapacağı düşünülmüyor. Böyle kişiler devletteki her pozisyona “bizim başkan bu işi başarır” diye yerleştirilmiyor.

Bu ülkelerde kamu yöneticileri ilgili kurumlara aşina olan, detaylarını bilen, sorunlarını anlayabilen ve eğitimini ilgili alanda almış uzman kişilerden oluşuyor. Mesela Kanada’da iki yıl önce oluşturulan Justin Trudeau hükümetini ele alalım.

Kabineye baktığımızda şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyoruz:

  • Ulaştırmadan sorumlu bakan, bir astronot
  • Demokratik kurumlardan sorumlu bakan on bir yaşında ülkeye mülteci olarak gelen Kanada’nın ilk Müslüman bakanı
  • Gazi işlerinden sorumlu bakan, yirmili yaşlarında kaza kurşunuyla boynundan vurulduktan sonra tekerlekli sandalyeye mahkûm olan bir engelli
  • Savunmadan sorumlu bakan, Kanada ordusunun ilk Sih Alay Komutanı
  • Bilimden sorumlu devlet bakanı, Nobel Barış Ödülü kazanan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Panelinin üyesi
  • Kabinedeki tek doktor bakanının görevi ise sağlık bakanlığı, kendisi 30 yıldır hekimlik yapıyor
  • Spor ve Engellilerden sorulu devlet bakanı, görme engelli olan eski bir para olimpik yüzücü

Yani anlayacağınız Kanada’nın siyasetçileri toplumunu ve devletini seviyor. Kabile usulü yöneticilerle kamu yönetimini yapılandırmak yerine, konusunda uzman kişilerin kamuya en fazla katkıyı sağlayabileceği pozisyonlara gelmesine özen gösteriyor. Ve Kıbrıs’ta yıllardır yaşadığımız “bizde olmaz” oyununu bozuyor.

Tabii bu noktada Kanada gibi uzak coğrafyaları kenara bırakıp kendi coğrafyamızdaki örnekleri de inceleyebiliriz.

Örneğin Özdil Nami. Özdil Nami’yi bir kez bile olsun yaverleriyle birlikte kahvede otururken görmedik. Bir mekana girdiğinde gömlekler iliklenip kendisine “başkan” diye hitap edilmedi belki.

Fakat yıllardır hangi cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin, müzakere heyetinde Özdil Nami’ye ihtiyaç duyuldu. Şimdi Özdil Nami’nin bir KKTC kabinesinde Dış İşleri Bakanı olması normal iken, Ulaştırma Bakanı veya Maliye Bakanı olması bu ülkeye hiçbir şey katmayacağı açıktır.

Maliye demişken iki farklı partiden konuda uzman kişileri ele alalım: Birikim Özgür ve Ersin Tatar. Şimdi bu kişilerin Maliye Bakanlığı yapması çağdaş ülkelerin mantığında doğru bir adım iken, Sağlık Bakanı veya Ulaştırma bakanı olmaları illaki ülkemize zarar verecektir.

Aslında biz Kıbrıslı Türkler bu konuda o kadar şanslıyız ki. Konusunda uzman insan kaynağımız diğer toplumlardan kat ve kat ötededir. MIT’den Cambridge’e, ODTÜ’den Oxford’a kadar dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitimini tamamlamış ve doktorasını ülkenin sorunları üzerine odaklamış zengin bir insan kaynağımız var.

Fakat bizler bu ilim kaynağımızı kullanmak yerine kabile usulü siyaset anlayışımızın hakim olmasına izin veriyoruz. Ve kamu yönetilerimizi başkanlarla, yaverlerle ve koltuk kavgalarıyla meşgul ediyoruz. Dolayısıyla da toplum, geri kalmış bir ülkede yaşamaya mahkum ediliyor.

Eğer kabile usulü siyasetten vaz geçer ve bunun yerine eğitime, ilime ve uzmanlığa yönelirsek, “bizde olmaz” çaresizliğini kıracak irade Kıbrıslı Türklerde mevcuttur.

Çünkü unutmayalım ki, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”