İyilik yap denize at!

Serhat İncirli

Haksız kazanç, hırsızlık, ganimet, çıkar, rüşvet; nefret ederdi…
Alanı da vereni de, tutanı da, yutanı da, çalanı da hiç sevmedi!

-*-*-

Akrabalarını, köylülerini, kardeşlerini, kardeşlerinin çocuklarını, torunlarını, torunlarının çocuklarını hep çok içten sevdi…

-*-*-

İlla ki ve illa ki; cebinde ya küçük bir çakıcık, ya ceviz, ya sucuk dolaştırdı; arabasının torpido gözünde de mutlaka ya o çakıcıklardan veya 1974’te Limasol’da esirken yapmaya başladığı şeftali çekirdeğinden tesbih bulunurdu ve çıkarıp, etrafına dağıtırdı.

-*-*-

Hayatında kendi için mesela hiç bir zaman viski satın almadı ama bana sürekli aldı; “ben sigara içtim sen içme” demişliği vardır ama buna da fazla kızmadı; “her bahçede var bir kuyu, her pezevengin da var bir huyu” derdi; yeter ki “kimseye zarar verme, ne bok istersen da ye” derdi…

-*-*-

Kendi çapında keyfine düşkündü; mesela en çok aklımda kalandır; balık yiyecekse, kesinlikle barbun olmalıydı… Ötekiler için “eh” derdi ama sevmezdi…

-*-*-

Yeşilırmaklı’ydı ve köyüne çok düşkündü ama en çok sevdiği insanlar, uzun süre öğretmenlik yaptığı Gaziveren’deydi…

-*-*-

İki savaşta da mevzideydi…
Hem 63 hem 74’te…
74’te esir alındı…

-*-*-

3 buçuk ay sonra esir tutulduğu Limasol’dan Lefkoşa’ya “takas” edildiği gün, bana sarıldığı anda, ilk kez çok garip bir şekilde hıçkırarak ağladığını hatırlarım… 

-*-*-

Öldüğünde 57 yaşımdaydım ve başka da ağladığını görmedim…

-*-*-

Babam öleli tam 11 ay oldu… 25 Kasım doğum günü… Dün… 
Yaşasaydı 85 olacaktı!

-*-*-

Bence dolu dolu yaşadı… 

-*-*-

Günümüzün en popular sahtekarlığıyla başlayayım mesela babam hayatında hiç camiye gitmedi…
“Günahı olan gitsin dua etsin, benim günahım yok” der, gülerdi…
Hiç ama hiç inanmadı!

-*-*-

Kimseden ve hiç bir şeyden korkmadı… Bir tek “benim başıma bir şey geleceğinden korktu!”… 
Ama “inandığının doğru olduğundan eminsen, yürü da gorkma” demişliği çoktur… 

-*-*-

Haaa dayağını yedim tabii ki!
Bir gün ciddi bir suç işlemiştim…
“Babasını affetmeyen” bölgedeki polis çavuşuna yakalandım…
“Av meselesi”… 
“Kaçak av”…
Yaş da 16…

-*-*-

O dönemler öyleydi; evet polis çavuşu ve bir polis beni Aydınköy’deki karakola götürdüler; “… seni mahkemeye verirsek, sabıkalı olacaksın, hayatın kayacak” diye uyardılar, sonra da eşşek sudan gelinceye kadar olmasa da, bayağı tekme tokat attılar!

-*-*-

“Ne yapayım be ben sana ha ne yapayım?” diye soran çavuşa, “öldür istersen ama babama söyleme” dedim…

-*-*-

Kısa keseyim, hem kaçak avdaydım, hem de babamın otomobilini kullanıyordum; yani suç gerçekten büyük… Ama yaş küçük!
Polis memuru – benim ufak tertiplenmemden sonra babamın otomobili aldı, ben de polis aracında çavuşun yanına oturdum, eve doğru gidiyoruz… 

-*-*-

Babam bu durumda görürse, yandım!

-*-*-

Nitekim korktuğum başıma geldi!
Kapının önünde duruyordu!

-*-*-

Ne olduğunu sormadı bile!
Ben polise ait Landrover daha tam durmadan atladım, koşarak kaçıyorum, o pijamayla terlikle arkamda…
O’nun arkasından da çavuş koşuyor…
Ve çavuşu duyuyorum, bağırıyor: “Be hoca, bırak da biz dövdük yahu, bırak da biz dövdük!”

-*-*-

Babam her aklıma geldiğinde, çocuklarımı, ülkemi, köyümü, köylerimi, akrabalarımı, arkadaşlarımı, insanları, insan olanı daha çok severim… 

-*-*-

Arada bir mezarından geçerim…
Tabii ki mezara gidince ne yaparsınız; dua okursunuz, ne bileyim her mezar taşında Fatiha Suresi var, babamınkinde yok tabii ki; öyle bir şey istemezdi çünkü; ama ben yine inatla ve ısrarla bir Fatiha okuyayım derim; “içimden bir ses, hass…r diye bağırır!”
E vallahi ödüm mokuma karışır!

-*-*-

Hayatının her döneminde hem babamın hem de annemin yanında duran, her sıkıntılarına koşan ablama, “doğum günü” dedim, ölüm yıldönümüne de bir ay var; “okutalım bir şeyler”… Güldü, “inancına uygun şekilde kahvedeki arkadaşlarına sigara dağıtacağım” dedi!

-*-*-

Mezarından geçip, ben de her halde bir paket sigara bırakırım; lütfen çalmayın!
Belli olmaz, bana hiç inanmadığı Arapça Fatiha’dan dolayı “hasss…r” çekiyorsa, hırsızlığa asla tahammülü yoktu, vallahi kalkar, söver – sayar karışmam!

-*-*-

Haaa bu arada kendi kendime de bugün çok pahalı bir viski alacağım…
Çünkü hiç bir doğum gününde babama hediye almadım; hep O bana aldı… Ve genellikle ya bir çakıydı ya da bir şişe pahalı sayılan – benim almaya cesaretim de bütçem de olmayan viskiydi… 

-*-*-

Çocukları, insanları sev…
İyilik yap; neşelendir en azından karşındakini…
Hatta yap o iyiliği ve denize at istersen… 
Bence adamın felsefesi bunlardan ibaretti…

-*-*-

Babam ve babam gibiler yok artık…
Ve onun gibiler her geçen tükendikçe; buralar daha yaşanmaz oluyor…

-*-*-

Her yanda haksız kazanç, hırsızlık, ganimet, çıkar, rüşvet, hatta EOKA döneminin on bin beteri güvenlik sıkıntısı…

-*-*-

Hatta be baba, belki işitirsin diye söyleyeyim; uzun yıllar öğretmenlik yaptığın Lefke İstiklal İlkokulu’nda çocukların içine gireceği doğru dürüst binaları bile yok!

-*-*-

En kötüsünü söyleyeyim; yağmur da yağmıyor!
Hep sorardın ya; “geldi mi be dere?” diye… 
Limnidi Deresi gelmedi!


Dedem Mehmet İncirli, ben ve babam… Tam 40 yıl önce… Yeşilırmak…


Savaştan yani 20 Temmuz 1974’ten yaklaşık 3 ay sonra, babam esirlikten döndüğü gün, bu fotoğrafı, yıllar sonra Kıbrıs gazetesinde aynı odayı paylaştığım merhum meslek büyüğümüz Bilbay Eminoğlu çekmişti…