İyilik mıknatısı

Neşe Yaşın

Damgalanmak, markalanmak eskiden de yaygın bir pratikti. Küçük kasabalarında küçük bir hatadan, kimi zaman yanlış anlaşılmadan, kimi kez düpedüz iftirayla, kimi zaman da verili ahlakın dışına çıkmaktan ötürü damgalanan insanlar vardı. Bu bilgi ve dedikodu yalnızca kasaba sınırları içinde dolanırdı ama. Fail ya da kurbanın kasabayı terk etme şansı vardı. Başka bir şehre, başka bir ülkeye göçüp yeni bir hayat kurabilirdi. Şimdilerde bütün bir dünya öğreniyor bunu. Uzay yolculuğu ise henüz mümkün değil.

Çocukluğumda kulaktan kulağa yayılan hikayeler vardı. Kocasını aldatan kadınlar (erkeklerinki pek önemli sayılmazdı), donunun içinde gümrükten altın kaçıran nineler, diasporadaki biriyle evlenmek üzere giden ve fotoğrafındaki kadar güzel olmadığı için ta Avustralya’dan geri gönderilen kadın, güzel kızlarına kürtaj yapan jinekolog, çay partisi yaptıkları mekânın bahçesinde prezervatif bulunan gençler ve daha niceleri. Şimdilerde bazıları hafif hatta komik görünüyor ama o dönem için hayat karartan meselelerdi bunlar. Sosyal Medya üzerinden olanlar için en azından bir savunma hakkı var. O dönemin kapalı, küçük toplumunda bazı hayatların kararması demekti bu.

Çocukluğumda izlediğim bu acımasızlık, empati eksikliği, intikamcı hodkâmlık epey örselemiştir ruhumu. Çocuklar çok şeyi duyar ve anlar çünkü.

Sonraları da bana anlatılmış ve kimseyle paylaşmadığım pek çok hikâye var. Benim paylaşmamış olmam çok da bir şey ifade etmiyor. Bana anlatan başkalarına da anlatmıştır mutlaka. En azından bir kötülük zincirinin, telefon oyununun parçası olmamak önemli diye düşünüyorum. Toplumsal psikoloji ve sosyolojik analizler için veri olabilecek şeyler biraz da bunlar. Post-Hakikat çağı yeni başlamadı başka bir açıdan bakınca

O dönemde günler daha uzun ve sıkıcıydı hatırladığım kadarıyla, yalnızca raptı zapt altında tutulan çocuklar için değil, yorucu ev işlerini biraz yoluna koyup tek eğlencesi pencereden ya da balkondan sokağı izlemek, komşularla kahve içmek olan kadınlar, kahvehane köşelerinde pinekleyen, en fazla Kıbrıs Sorunu üzerine görüş belirten erkekler için de.

Sonraları bazı kadınların kahve buluşmalarında televizyon dizilerindeki karakterlerin dedikodusunu yaptıklarını, onlara öfkelenip beddua ettiklerini anımsıyorum. Başka hayatlara duyulan ilgiyi büyük ölçüde karşılayan bir şeydi bu diziler. Edebiyat okumayanlar için elbette.

90’lı yılların başında katıldığım bir kitap kulübü toplantısında roman karakterinin dedikodusunun yapıldığını hayretle gözlemlemiştim. Besbelli önemli bir ihtiyaçtı bu; ya da öğrenilmiş bir yaklaşım biçimi.

Günümüzdeki damgalamalar ise daha çetrefil. Birinci damga vuruluyor ve onun üzerine yeni anlatılar inşa edilmeye başlanıyor. Sorgusuz sualsiz, savunma hakkı verilmeyen birinci damga kişinin kaderini belirliyor. Ağzıyla kuş tutsa işe yaramıyor sonrasında. Geçmişin defterleri sıklıkla açılıyor ve defalarca kırılıyor kalem. Herkesin bir ekran başına geçip kendini savunma imkânı var en azından.

Bazen belleğimde kayıtlı, kimseyle paylaşmadığım bazı hikayelere geri dönüyorum. Çok net tanıklıklar kimileri, belki bir gün bir romanda, faili ele vermeden, bir kurgu içinde yer bulurlar. İnsanlık hallerini anlayabilmek için önemli ayrıntılar çünkü bunlar.

Bana bir başkası ile ilgili bir anlatı sunulduğunda sezgilerimi devreye sokarım genelde, bana anlatılmayanı da işitir, anlatıcının motivasyonunu sorgularım.

Peki sana vurulan damgalar ve takılan etiketlerle nasıl başa çıktın ve çıkıyorsun diye de sorulabilir. İlgisiz kalarak en çok da… Hiçbir savunma girişiminde bulunmayarak, sessizce kendi köşemde ağlayarak. Atılan taştan, yapılan linçten kendini sakınmak bir beceri. Davet edildiğin kavgayı, adaletsiz mahkemeyi reddetmek, zamana bırakmak yararlı kimi zaman.

Sınırlı sayıda arkadaşla kitapları ve kedileriyle hayatını sürdüren insanlar biraz da toplum denen bu yıkıcı, örseleyici yığından mustarip bana kalırsa. Sorumluluk taşıyan, dünyayı değiştireceğine inanan kuşağım için teslimiyet demek ama bu. Ayrıca toplum çok sahici, güzel kalpli insanlarla dolu ve kendi de böyle olanlar bir mıknatıs gibi çekiyor onları.